Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Tek başına ayakta duracak hali kalmamış bankayı (1) ya tamamen tasfiye edersiniz, (2) ya bir başka bankaya ekleyerek onun içinde eritirsiniz, (3) ya da benzeri bankalarla birleştirip yavaş yavaş tasfiyeye karar verirsiniz. Bu sonuncu tasfiye şekline, "tedrici tasfiye" denilir. Ayakta duracak hali kalmamış bankalardan kurtulmanın en pahalı yolu budur. Bir başka banka içinde eritmenin yükü, cenaze kaldırmakla görevlendirilen bankada kalır. En ucuz yol ise, ayakta duracak hali kalmamış bankayı, ayakta tutmak için çabalamadan, içine daha fazla para akıtmadan, "hemen tasfiye etmek"tir.
Politikacılar ve de tepe bürokratlar kendi dönemlerinde bankaların batmasından, tasfiye edilmesinden korkarlar, utanırlar... Bu nedenle "kol kırılır yen içinde, baş yarılır fes içinde" diyerek bir süre batışı geciktirirler, sonra bankayı ayakta tutabilmek için, içine para pompalarlar... Bütün bunlardan sonra çare kalmayınca "tasfiye, ekleme veya birleştirme" formüllerine başvururlar.
Bankalar sadece Türkiye'de batmaz. ABD ve Japonya gibi güçlü ekonomilerde de bankalar batar. Hele hele enflasyonu düşürmeye kalkan, istikrar programı uygulayan ülkelerde bol bol banka batar. Bir defalık değil, dönem dönem, çok defa banka batar.
Türkiye'de bundan önce de bankalar battı. Bu defa batan bankalar da son batacak bankalar değil...
Başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de batan bankaların faturasını halk öder, ödeyecektir... Bu da olağandır. Bu nedenle bankalar battı, batıyor diye üzülmeyelim, telaşlanmayalım. Telaşa kapılarak faturayı büyütmeyelim. Gerçekçi olalım:
(1) Sümerbank çatısı altında birleştirilen 5 banka tedrici tasfiyeye uğrayacaktır. Sümerbank devletin başına kalacak, ileride kimse bu bankayı satın almayacak, bu banka da eriyip gidecektir.
(2) Değişik kuruluşların ilgi gösterdikleri, "ilgilenenler listesine isimlerini yazdırdıkları" bankalar da, yerliler ve de yabancılar tarafından satın alınmayacak, elde kalacak, ya bir bankaya eklenecek, ya onlar da birleştirilecektir.
(3) Şu anda önem verilmesi gereken gidenlerin ne olacağı değil, kalanların nasıl yaşayacağıdır.
İstikrar programından en fazla etkilenen kesim bankacılık kesimidir. Piyasanın durması demek, bankaların verdikleri kredinin ana para ve faizini tahsil edememesi, bankaların kredi verecek müşteri bulamaması demektir. Bankaların krediden gelmeyen paraları karşılamak için devamlı faiz ödeyerek mevduat bulmaları, içeride ve dışarıda borçlanmaları, faiz ödemeleri demektir. Bu sıcağa kar dayanmaz. Dayanamaz.
Şu dönemde güçlüsüyle, zayıfıyla bütün bankaların hedefi bu gelir - gider trafiği bozukluğunu dengeleyebilmektir. Böyle bir dönemde, kendi bankasının içi yanarken, kimse gidip de yanmış, bitmiş, kül olmuş bankaya para yatırmaz. Böyle bir şey yapan büyük yanlış yapar. "Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan olur." Bu sadece bankalar için değil, banka sahibi olmayanlar için de böyledir. Piyasanın "geberik durumunda" kendi işini ayakta tutmak için yeterli fon birikimine sahip olmayanların "bir yanmış banka da ben alayım" diyerek batmış bankaların peşine düşmesi çılgınlık olur.
Yabancılara gelince... Türkiye'de henüz yangın geçirmemiş, ama sermaye sahipleri "bıktığı için" satışa çıkarılan, isimleri ortalıkta dolanan çok sayıda banka varken, yabancı yatırımcının yanmış, bitmiş bankaları satın almasını beklemek fazla iyimserlik olur.
Bankacılık Üst Kurulu, mevcut "ahval ve şerait"te yapılabileceği yapmaya çalışmakta, "fincancı katırlarını ürkütmeden" batık bankalardan kurtulmaya çalışmaktadır. Tedrici tasfiye, "hemen tasfiye"den sonraki en iyi çözüm yoludur. Biraz daha masraflı olacak, daha az can yakacaktır ama... Çare yok... İş bu noktaya geldikten sonra "ölümlerden ölüm beğeneceksiniz..."