Bu sistem "devlet zengini" ile yürür Güngör URAS Türkiye için "yeni bir kalkınma stratejisi" oluşturamadığımız sürece bu sistem "devlet zengini" ile yürüyecektir. İktidarlar, kendilerinden önceki iktidarların "devlet zenginlerini" tasfiye edecek, sonra kendi "devlet zenginlerini" yaratacaktır.
Cumhuriyet'in kuruluşundan beri bu böyle olmuştur. Böyle gitmemesi ciddi bir "planlama" ile "yeni kalkınma stratejisinin" oluşturulmasına ve uygulanmasına bağlıdır.
Olan biteni "devleti hortumlayanların tasfiyesi" basitliğinde görmeyiniz. Bu tür tasfiye şimdiye kadar kaç defa yapıldı? Ne oldu? Ne değişti? Bu nedenle sorunun temeline inmenin, sistemi bütünüyle sorgulamanın zamanıdır.
(1) Bizim "sermaye birikimimiz" var. Sermaye birikimi olmadan kalkınma, gelişme olmaz. Olamaz.
Batı'daki komik gelişme, tarımdan, geniş topraklardan, sömürgelerden, denizaşırı ticaretten kaynaklanan sermaye birikimi ile gerçekleşti. Genelde tarımdaki sermaye birikimi sanayileşmeyi finanse etti.
Biz Cumhuriyet'i kurduğumuzda böyle bir potansiyele sahip değildik. Tarım fakirdi. Ticari kesimde sermaye yoktu. Sıfır sermaye ile işe başladık.
Seksen yılda da sermaye oluşturamadık. İçe kapanık ekonomi, kişi başı 3 bin doların üzerine çıkamayan yıllık üretim ve kişi başı gelir sermaye birikimine imkan vermedi.
Kapitilasyonların kötü tecrübesi nedeniyle yabancı sermayeye de kapıyı kapatınca kalkınmayı ve gelişmeyi besleyecek sermayemiz olamadı.
(2) Biz mecburen "devletçi" olduk, "KİT"leri kurduk.
Sermaye birikimi olmayan ülkede devletin yatırım yapma "sorumluluğu" ve "zorunluluğu" vardır. Biz de o nedenle KİT'ler kurduk. Sanayileşme bizde KİT'lerle başladı. Özel sektörün sermayesi olmadığı için devlet vergiden "sermaye" yaptı. Özel sektör borçlanamadığından devlet borçlanıp fabrika kurdu.
(3) İktidarlar "mecburiyetten", "devlet zengini" yarattı.
İktidarlar "ömür boyu" devletin ticaret yapamayacağının sanayi kuramayacağının bilincinde, özel sektörü teşvik, özel müteşebbis yaratma arayışına girdi. İktidarlar kendilerine yakın buldukları kişilerin başına "talih kuşunu kondurdu". Vergiden toplanan parayı onlara akıttı. Banka kurdurdu. Fabrika yaptırttı.
Bunu Mustafa Kemal başlattı. İnönü sürdürdü. Sonraki iktidarlar aynı şeyi tekrarladı.
(4) Her iktidar kendi "burjuvazisini" yaratmak zorundadır.
İktidar ya "silaha" dayanır ya da "ekonomik güce". Mustafa Kemal sadece "silah zoru ile iktidarı sürdürmenin imkansızlığını görerek ekonomiye yönelmiştir". Günümüzde iktidarların tek dayanağı "ekonomik güç"tür. Ekonomik gücü artırmak için "devlet zengini" yaratmak mecburiyetini duyan iktidarların kendilerinden yana olanları, olacakları "kollamalarından doğal bir şey olamaz." Böylece her iktidar "kendi burjuvazisini" yaratır. Besler. Palazlandırır.
Atatürk, İnönü döneminin ortaya çıkardığı, beslediği, palazlandırdığı işadamları vardı. Bayar - Menderes döneminde, Demirel döneminde, Erbakan döneminde, Ecevit döneminde, Turgut Özal, Mesut Yılmaz döneminde başkaları ortaya çıktı. Şimdilerde MHP kendi burjuvazisini yaratacak.
(5) Sermaye birikimi olmayan ülkede bankalar güç kaynağı.
Halkın eline geçen paradan tüketilmeyen kısıma tasarruf denilir. Tasarruf sermayenin kaynağıdır. Halkın tasarrufunun bir bölümüne devlet "vergi - resim - harç" olarak el koyar. Buna "zorunlu tasarruf" denilir. Gönüllü tasarruf ise bankalara, borsaya giden paradır. Vergi zaten iktidarların kontrolünde. Ama yetersiz. O halde iktidarların halkın gönüllü tasarrufunu da kontrol etme ihtiyacı duymaları normaldir. O zaman tasarrufların büyük kısmını kontrol altına alarak bunları istedikleri kişilere kanalize etme şansları ortaya çıkar.
İşte bunun için Atatürk İş Bankası'nı kurdurdu. Kontrol etti. Bu bankaya fabrika kurdurdu. Bu banka ile kendi burjuvazisini yarattı.
İşte bunun için Bayar - Menderes iktidarı Ziraat, Halk ve Emlak bankalarını bilinçli bir şekilde kullandı.
Daha sonraları ise "devlet zengini adaylarına" banka kurduruldu. Devlet güvencesinde ve yönlendirmesinde halkın tasarrufları, devlet zenginlerine sermaye olarak aktarıldı.
(6) Sistem kendi içinde "sil baştan" yapa yapa, aynen yürüyor. Bir şey değişmiyor.
Seksen yıllık bu köhne sistemin yerine "yeni bir kalkınma stratejisi" oluşturamaz isek, sistem arada sırada "sil baştan yapa yapa" devam edecektir.
On bankanın batması, bazı "devlet zenginlerinin" durumlarının sarsılması sistemin çöktüğünün, sona erdiğinin işareti sanılmamalıdır.
Yeteneksizler, kifayetsiz muhterisler, önceki iktidarların devlet zenginleri, Büyük Türk Büyüklerine gereken saygıyı göstermeyenler, şımaranlar tasfiye edilmekte, yeni iktidarların burjuva adaylarına yer açılmaktadır.
Kötünün tamamen ortadan kaldırılabilmesi için onun yerine konulabilecek iyi bir şeyin olması gerekir. Biz kötünün yerine koyabileceğimiz iyi bir şeyi hazırlamadık. Böyle bir şeyi hazırlamayı da düşünmüyoruz. İşte ana sorunumuz budur.