Döviz fiyatı dalgalanmaya bırakıldığında, genel bekleyiş 1 ABD doları fiyatının 800 bin - 850 bin TL bandında gidip geleceği, zamanla 800 bin TL dolayına oturacağı idi.
Bu rakamlardaki dolar fiyatı kriz öncesi döneme göre, yüzde 16 ile yüzde 23 arasında bir devalüasyon anlamına gelirdi.
Ankara’nın sorumluluğu ise, dolar fiyatını bayram tatili öncesi bu bant içinde sınırlamak, bayram tatili başlamadan doları 800 bin TL dolayına oturtmaktı.
Bu yapılamayınca ne oldu? Her şey daha kötü oldu. İstanbul Tahtakale piyasasında dolar 950 bin liraya, bankalarda 1 milyar 100 milyon liraya satılınca kafalar karıştı. 1 ABD doları için 1 milyon TL fiyat bekleyişi ortaya çıktı.
Bu çok, çok kötü bir şey... Kısa sürede bu bekleyiş kırılmaz ise Türkiye bundan çok zarar görür.
Kriz öncesi 1 ABD dolarının 690 bin liraya satılması kimseyi rahatsız etmiyordu. Dolara hücum yoktu. Alan memnun, satan memnundu. Sadece ihracatçılar Türk lirasının değerlenmesinden, kur ile enflasyon makasının biraz açılmasından yakınıyordu.
Türkiye’deki ve ilişkili olduğumuz ülkelerdeki enflasyonu ve para değerlerindeki dalgalanmaları dikkate alarak Merkez Bankası tarafından yapılan hesaplamaya göre, Türk lirası, tüketici fiyatları enflasyonuna göre sadece yüzde 10, toptan eşya fiyatları enflasyonuna göre sadece yüzde 4 değer kazanmıştı.
Açık anlatımıyla bir devalüasyon yapılması gerekse, yapılacak kur ayarlamasının tavanı yüzde 10 idi.
On dört ay rakamı rakamına izlenen, çizgisinden saptırılmayan döviz fiyat tablosu, 2001 yılının Haziran ayı sonuna kadar sürdürülebilse idi, haziran ayı sonunda dolar fiyatı bağlandığı kazıktan çözülecek, Merkez Bankası kontrolünde bir bant içinde dalgalanacaktı. İşte o dalgalanma sırasında da bu yüzde 10’luk fark yavaş yavaş fiyata yedirilecekti. Kriz çıktı. Haziran sonundaki iyilikleri görmek halkımıza nasip olamadı...
Ama el insaf!.. Yüzde 10 devalüasyon gereği ile krize giren bir Türk lirası, Ankara’nın beceriksizliği sonucu yüzde 60 devalüe edilemez.
Doların 1 milyon 100 bin liraya satılması yüzde 60 devalüasyondur. Bu ülke bu devalüasyonu kaldıramaz.
Doları bu kritik günlerde "makul" (dengeli) bir yere oturtacak imkan Merkez Bankası’nın elindedir. Merkez Bankası’nda 20 milyar dolar döviz rezervi var. Buna IMF’nin 7.5 milyar dolarlık desteğini ekleyiniz. Bu imkanlar "kriz çıkarken kullanılmadı. Kriz çıkarıldı. Bugün de kullanılmayacak ise, ne zaman kullanılacak?
Kemal Derviş’i ABD’den "kurtarıcı" olarak davet ettiler. Kemal Derviş ailesi, kişiliği, eğitimi, ilişkileri, çevresi, deneyimi, bilimsel çalışmaları ve ismi ile çok değerli bir Türk bilim adamıdır.
İlk haberlere göre, Kemal Derviş sadece Merkez Bankası Başkanlığı görevini yeterli bulmamakta, Başbakan Yardımcısı veya Devlet Bakanı gibi pozisyonlarda daha etkili olabileceğine inanmaktadır.
Kemal Derviş’in fark etmediği tehlike "kabinenin ömrü"dür. Bu kabine üç ay sonra gidince Kemal Derviş’e de ABD’ye geri dönmek düşer. Başladığı işi bitiremez. Yararlı olamaz.
Bizim ülkede her şeye rağmen en önemli mevki Merkez Bankası Başkanlığı’dır, süresi altı yıldır. Hükümet değişikliklerinden az etkilenir.
Türkiye’de unvanın değil, icraatın önemli olduğunu Turgut Özal ispat etti. Turgut Özal en başarılı uygulamalarını Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Başbakanlık Müsteşarlığı dönemlerinde yaptı. O dönemlerde "vazgeçilemez icraatı" nedeniyle unvanının ve makamının üzerindekileri de icraatı çizgisinde tutabildi.
Bu iş biraz cesaret ister. Cesur olan, sorumluluğunun bilincinde olan yetkisini de son sınırına kadar kullanır. Kendi yetki alanına karışılmasına izin vermez.