Booommm diye bir patlama oldu. İrkildik. Satıcı hanım, "Korkmayın. Top attılar. Saat 12.00'ye geldi. Pazarın bittiğini ilan ediyorlar..." dedi. Bunlar geçen pazar günü saat 12.00'ye doğru Nice'in pazar yerinde oldu.
Nice, Fransa'nın Akdeniz kıyılarındaki en eski şehirlerinden biri. MÖ V. yüzyılda Marsilyalılar tarafından kurulmuş. "Cote D'Azur" diye bilinen ve zenginlerin tatil yaptığı kıyı şeridinin ortasında kaldığı için turizmin de geliştiği bu şehrin eski mahallesinde "Place Charles Felix" isimli meydanın ortası pazar yeri.
Pazarın başına çiçekçiler, onlardan sonra zeytin, peynir satanlar dizilmiş. Zeytin, peynir satanların tezgahına "vuruldum"... Bizim "Bodrum" pazarındaki tezgahlara benziyor ama, o ne çok çeşit!.. Zeytinin, peynirin bilemediğimiz çeşitleri. Yunan, İtalyan, İspanyol, Fransız, Tunus, Fas, Cezayir zeytinleri... Küçüğü, büyüğü, yeşili, siyahı, sarımsaklısı, otlusu... Hayran hayran seyrederken, yarım kilo ondan, yarım kilo bundan almaya başladık... Anlatması güç ama, zeytinlerin fiyatı bizim Bodrum pazarı fiyatından daha ucuz... İşte top tam o sırada patladı.
Elde zeytin torbası, sebze kısmına doğru yürüdük... Aaaa... O da nesi? Bir telaş, bir telaş... Sebze ve meyve satıcıları tezgahların üzerine bizim kadayıf tepsilerine veya yuvarlak bulaşık yıkama kaplarına benzer metal kapları diziyor. Sonra onların içine sebzeleri, meyveleri yığıyor... Ve başlıyor bağırmaya "kabı 10 frank, kabı 10 frank"... Sayın okuyucularım 10 frank demek 890 bin Törkiş lira demek... Bir kabın içinde neler yok? Top patlamadan demeti 50 franga satılan kuşkonmazlardan 2 demet, 15 küçük enginar, 20 küçük kabak, iki kilo kiraz, iki kilo şeftali veya kayısı, üç kavun, iki karpuz... Aklınıza ne gelirse...
Ben pazar meraklısıyım... Düzce'de çay kenarındaki pazardan, Bartın'da eski belediyenin karşısındaki evimizin önündeki pazardan, Ankara'da Küçükesat pazarından alışveriş etmekten pek hoşlanırdım. Şimdi de pazar günleri Yeniköy pazarına gidiyorum. Onun için sebzeden, meyveden anlarım. Fiyatlarını bilirim.
Nice'te pazar saati bitmiş... Pazarcılar mal tasfiye ediyor. Fiyatı düşürmüş. Satılan malların nefaseti anlatılamaz... Nice nire, İstanbul nire? Dayanamayıp bir kap dolusu küçük enginar, bir kap dolusu bizde bulunmayan tür, yuvarlak kabaktan aldık... Naylon torbalar elimizde şaşkın şaşkın dolanırken ne olsa beğenirsiniz?.. Fiyatlar yarıya indi... Bütün pazarcılar "- Kabı 5 frank, kabı 5 frank" diyerek bağırmaya başladı. Aklımız pazarda kalarak geri döndük. Yolun iki kenarına sıralanmış küçük küçük lokantalar, kahveler insan dolu. Hava güneşli. İnsanlar yiyor, içiyor, gülüyor, konuşuyor.
Nice'ten İstanbul'a gelecek uçağın kalkış saatine epey vakit var... Bir balık lokantasının sokağa dizdiği masalardan birine iliştik. Lokantada sadece deniz ürünleri satılıyor. Ya canlı, ya ızgara, ya buğulama yiyeceksiniz. İstiridye, deniz böcekleri, ıstakoz, değişik balıklar tezgaha dizilmiş. Ben beyaz şarapta haşlanmış küçük midyelerden yedim. Yanımdakiler karışık balık ızgara yedi. Yabancı dostumuz canlı canlı istiridyelerden bir tabak ısmarladı. Ödediğimiz fatura İstanbul'da Tarabya veya Yeşilköy'de benzer lokantalarda ödenenin yarısı kadardı. Ama balıkların porsiyonu iki misli, lezzetleri nefisti.
Şimdi bunları neden anlatıyorum? Biz eskiden Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu veya Batı'yı "ret" ederken, "Biz onların çobanı mı olacağız, bahçıvanı mı?" derdik... Şimdiki durumda istesek bile onların bahçıvanı da olamayız, çobanı da. Balıkçısı da... Çünkü onlar sebzeyi ve meyveyi de bizden iyi, bizden ucuz üretiyor, hayvan ürünlerini de...
Küreselleşme diyoruz... Gümrük Birliği diyoruz... IMF talimatı doğrultusunda tarımı öldürüyoruz. Terör nedeniyle hayvancılık zaten öldü... Nice pazarındaki mallar Türkiye'ye gelmeye başlar ise, biz ne yapacağız? O malların yanında bizim patates de satılmaz, domates de... Peynir de satılmaz, zeytin de...
Satılmazsa satılmasın diyemezsiniz. Her şeyi dışarıdan satın almaya kalksanız bile satın alacak para bulamazsınız. Bir şey üretip, bir şey satmadan, bir şey alamazsınız.
Yazara E-Posta: guras@milliyet.com.tr