Dünkü gazetelerde Halis Ağa’nın "1.5 katrilyon isyanı" manşet olmuştu. Ekonomik krizde 1 milyar dolar kaybettiğini söyleyen işadamı Halis Toprak, bankasını ve 22 fabrikasını yaşatmak için 36 trilyon lira değerinde 441 parça gayrimenkulünü satışa çıkarmıştı.
Gazete haberlerine göre Halis Ağa, Fransa’nın tatil kentlerinde bulunan ve değeri 5 ile 10 milyon dolar arasında tahmin edilen yazlıklarını da satmayı düşünüyordu.
Halis Ağa, bu ülkenin "renkli" bir işadamı... Halis Ağa, bu ülkede fırsatları iyi değerlendirebilenlerin nerelere kadar tırmanabileceğini gösteren "örnek" bir işadamı...
Hayat hikayesini aradım, Veysel Ağdar’ın yardımı ile şunları öğrendim: 1938 yılında Diyarbakır’da doğmuş. Adana’da manifaturacılık yaparken Paktaş’a sahip olmuş. Paktaş batınca, Anadolu deyimi ile "ceketini alıp" İstanbul’a gelmiş.
1980’li yılların ortalarında "sıfırdan başlayarak" seramik, ilaç, aydınlatma, kağıt sektöründe büyük yatırımlar gerçekleştirmiş. Banka kurmuş. Finans kesiminde işi genişletmiş. Sonra bütün bu faaliyetleri bir holding çatısı altında toplamış.
Allah vergisi, beceri, zeka, şans... Hepsi güzel de... Türkiye gibi küçük ve fakir bir pazarda hiçbir birikime, hiçbir özkaynağa sahip olmadan ve sıfırdan başlayarak bu kadar yaygın alanda faaliyet göstermek mümkün mü?
Yirmi yılda sıfırdan başlayarak 22 fabrika, bir banka kuracaksınız... Bunları yaşatacak kaynakları temin edeceksiniz... Ama bu arada yurtdışında ve yurtiçinde 441 parça gayrimenkul edineceksiniz. İngiltere’de Londra’nın en güzel evini yaptırmak için 50 milyon dolar harcayacaksınız. Bu saadet zincirinin kopmaması mümkün mü? Bu saadet zinciri kopunca suçu "ekonomik krize" yüklemek doğru mu?
Devlet ne yapacaksa bir an önce yapsın diyerek devletten yardım beklemenin haklı bir yanı var mı?
Halis Ağa mutlaka iyi niyetli bir kişi... "İlaçta, ampulde, kağıtta, seramikte tekelleri kırma mücadelesini" alkışlamamaya imkan yok. Kurduğu fabrikaların büyüklüğünü ve çağdaş teknolojisini görmemezden gelmeye imkan yok. Doğu kökenli bir işadamı olarak İstanbul’da "kurtlar sofrası"nda yer edinmesini küçümsemeye imkan yok. Ama bir çıkış yolu da yok.
Çünkü o, Türkiye’de ekonomiyi bu rezil duruma getiren işadamlarını fuhşa teşvik eden başıbozukluğun, denetimsizliğin, "yapanın yaptığı yanında kalır" felsefesinin kurbanı...
Başıbozukluk ve denetimsizlik sonucu "yapanın yaptığının yanına kalması" işadamlarını bakınız nasıl fuhşa teşvik ediyor:
Bazı işadamlarımız satıştan ellerine geçen paranın tamamını kendi paraları kabul ediyor. Sadece net kar rakamının kendi payları olduğunu unutarak satıştan elde ettikleri paranın tamamını kendi paraları imişçesine harcıyor.
Bazı işadamlarımız bankadan aldıkları kredinin geri ödenmesi gerekeceğini, bu kredinin bir faiz yükü olduğunu düşünmüyor. O krediyi havadan gelmiş bir imkan olarak değerlendiriyor. İşleri için aldıkları kredinin bir bölümünü veya tamamını yurtiçi ve yurtdışındaki özel harcamalarında, yatırımlarında kullanmaktan pek hoşlanıyor.
Bazı işadamlarımız banka kurduklarında, bankaya yatırılan mevduatı, onların harcaması için halkın yatırdığı bir para olarak görüyor. Bankanın tüm imkanlarını sonuna kadar kendi kaprislerini tatmin için kullanmayı başarı sayıyor.
İşte böyle bir ortamda ve de ülkede "ceketini alıp Adana’dan İstanbul’a gelen" bir işadamının yirmi yılda 22 fabrika, bir banka kurması ve de yurtiçinde ve dışında 36 trilyon liralık 441 parça gayrimenkul sahibi olması mümkün olabiliyor.
Gene de şu Ramazan gününde Halis Ağa için dua edelim: Allah kurtarsın. Çünkü devletin kurtaracak gücü yok.