Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


HOPARLÖRLERDE koronun seslendirdiği seçim şarkısının bir bölümü tekrarlanıp duruyor: "İşte benim Türkiyem... Güçlü büyük ailem!.."
Biz gazeteci takımı oturmuş Mesut Yılmaz'ı bekliyoruz.
Mesut Bey'den bir süre önce bir mektup geldi. "Seçim kampanyamızın temel yaklaşımları konusunda en önce basın ve yayın kuruluşlarımızı bilgilendirmek istiyoruz. Saat 10.30'da sizi bekliyoruz" diye yazıp, altını imzalamış.
Ben politikadan anlayamayan saf ve bakir bir Anadolu çocuğuyum. Böyle toplantılara katılma alışkanlığım yok. Seçim kampanyasını yürüten ajansın tepe yöneticisi Nazar Büyüm telefonla aradı. "- Az sayıda gazeteci bir masa etrafında toplanacak, başkan seçim kampanyasını anlatacak" dedi.
Mesut Yılmaz'ı ve ailesini ANAP'a başkan olmasından önceden tanırım, severim. Dostluğum var. Bir de arada Mülkiyelilik var... Üstüne üstlük Mesut Yılmaz'ın ve partisinin başarılı olmasını isteyenlerdenim... Toplantıya katılıp, Mesut Bey'i dinlemek için saat 10.00'da toplantı yerine gittim... Aaaaa... O da nesi? Salonun önü panayır yeri gibi... Partililer her tarafı doldurmuş. Üç beş basın mensubu köşeye çekilmiş, toplantı saatini bekliyor.
Hep beraber salona girdik. Toplantı masası falan yok. Konser salonu gibi iskemleler dizilmiş. Arkada bir perde, önünde bir kürsü. Sıra sıra koltukların dördüncü sırasına kümelendik.
Saat 10.30 oldu. Başkan ortalıkta yok. Partililer salonu doldurmaya başladı. Yanımızda biri "Ben ilçe başkanıyım... Beni en öne oturtacaksınız..." diyerek görevli ile kavga ediyor. Saat 10.45 oldu başkan yok... 11.00 oldu... Kalkmaya niyetlendik... Ama kapıdan giren bir kalabalık nedeniyle yerimizden kımıldayamadık. Gelenler başta dostumuz Cavit Kavak ve arkadaşımız Yılmaz Karakoyunlu olmak üzere Mesut Bey'in refakatindeki mutat zevat idi.
Mutat zevat güle oynaya salonu bir baştan bir başa geçti ve de gidip kürsüye cepheli sıra sıra koltukların birinci, ikinci sıralarını işgal eyledi. Derken efendim, saat 11.08'de Mesut Bey salona girdi. Ben bu tip toplantıların yabancısıyım. Sanıyorum ki, bizi davet ettiğine göre gelip merhaba diyecek... Bizi görmedi bile. Doğru gidip, ön sıradaki partili arkadaşlarını teker teker öptü. Sonra onların ortasındaki bir koltuğa oturup onlarla sohbete başladı.
Allah Allah... bu "mutat zevat ile her gün, günün her saati beraber olan Sayın Başkan, demek ki gün boyu her vesile ile öpüşüyor, her an konuşacak bir şey buluyor!.. Bayağı kıskandım..."
Ne ise... Mesut Bey, nihayet kürsüye çıktı, başladı anlatmaya... Önce kısa sürede yaptıklarını anlattı. Sonra sıra geldi yapacaklarına... Türkiye'nin büyük potansiyeli olduğuna inanıyor. 2010 yılında Türkiye'nin dünyanın en büyük 10 devletinden biri olacağını söylüyor.
İyi de Türkiye'nin kişi başı üretim gücü, kişi başı milli geliri 3.000 dolar. Türkiye geçen 10 yılda 2.000 dolardan zar zor 3.000 dolara çıkabildi. Gelecek 10 yılda ne yapacağız, nasıl yapacağız da kişi başı milli geliri 35.000 - 40.000 dolara çıkaracağız? Bunun için program lazım, proje lazım, yatırım lazım... Sayın Mesut Yılmaz üretimden hiç mi hiç söz etmedi. Üretimdeki gerilikten hiç mi hiç söz etmedi. Üretimin nasıl artırılacağından hiç mi hiç söz etmedi. Hiçbir projeden söz etmedi.
Tarımda, sanayide neler yapılacağını anlayamadık.
Mesut Yılmaz diyor ki, "- İrtica, çete pusuda. Bizim alternatifimiz şer kuvvetlerdir. Şer kuvvetlerini istemiyorsanız tek alternatif ANAP'ı seçmektir." "- Yarınınızı ve çocuklarınızı kime emanet edeceğinizi de iyi düşünün!.." diyerek kürsüden iniyor.
İyi... Mesut Bey'in istediğini yapacağız... Yarınımızı ve çocuklarımızı kime emanet edeceğimizi düşüneceğiz ama... Onun da biraz daha fazla düşünmesi gerekli değil mi ki? O bize nasıl bir yarın verecek? Çocuklarımızı nasıl bir ülkede yaşatacak?
Program, plan, proje hazırlamadan, üretimi düşünmeden, sadece iyi niyet ile insanlara iş ve aş imkanı yaratılamayacağını bilmeyen kalmadı ki...
Davullu zurnalı, "Kalkınan Türkiye" filmi seyredilirken salondan çıktım. Mesut Bey varlığımdan haberi olmadığı gibi gittiğimi de farketmedi. Çünkü o sırada, onu ilk defa dinler gibi, söylediklerini ilk defa duyar gibi ilgiyle, hayranlıkla gözlerini kırpmadan dinleyen "refakatindeki mutat partili zevatın tebriklerini kabul ediyordu."
Basın için hazırlanan sarı dosyada herhalde Sayın Başkan'ın anlatmadıkları, anlatamadıkları hakkında bilgi vardır diyerek dosyayı açtım. Dosyanın içinde tenekeden bir ANAP rozeti ile Mesut Bey'in güleryüzlü bir resminden başka şey yoktu. Başa döneyim... Ben şahsen Mesut Bey'i severim. ANAP'ın bu seçimdeki önemini ve başarılı olmasının gereğini görüyorum. Eeee... Bu çerçevede ANAP'tan daha ciddi bir program, proje demeti ile, daha açık bir seçim beyannamesiyle seçmenin karşısına çıkmasını beklemek de hakkımız... Değil mi ya?