Ama Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi dünya pazarlarında bono satmaya kalktığında para sahipleri vade 3 yıl ve faiz yüzde 10 ise bonoya para yatırıyor.Faizi yüzde 10a yükselten risk primidir. Vadeyi 30 yıldan 3 yıla indiren, risk faktörüdür.Hükümet yıllık enflasyon hedefini yüzde 35, yüzde 40 olarak belirliyor. Ama Hazine bir yıllık bonoyu yüzde 65, yüzde 70 faiz ile satabiliyor. Aradaki fark risk primidir. Bugün dünyada paradan bol bir şey yok. Parası olan ne yapacağını bilemiyor. Çünkü dolar yüzde 4ten fazla net getiri sağlamıyor. Yüzde 4 getiri "yüzde yüz garantili" yatırımın getirisidir. ABD Hazinesi 30 yıl vade ile bono çıkardığında yüzde 6.2 faiz ile istediği kadar borçlanıyor. Para sadece kiralanmaz, harcanır da Parası olan parasını sadece kiralamaz. Harcar da... Harcama (1) Yatırım için yapılır, (2) Tüketim için yapılır. Her iki durumda da risk faktörü, para harcayanın, parasının gerçek karşılığını alıp almayacağıdır. Parasını elinden zamansız çıkarıp çıkarmayacağıdır.Türkiyede bir istikrar programı uygulanıyor. İstikrar programının hedefi enflasyonu aşağıya çekmek. Enflasyonu aşağıya çekmek için hükümet para musluklarını kıstı. Ama o yetmiyor. İnsanların da enflasyonun düşeceğine inanması şart. İnsanlar buna inanacak ki, para kiralayacak olanlar, para harcayacak olanlar kafalarındaki "risk primini / risk faktörünü" küçültsün. Para kiralayanlar faizi düşürsün. Para harcayacaklar paralarını harcasın. Böylece ekonominin çarkları dönmeye başlasın. Para kirası ucuzlamadan, insanlar para harcamaya başlamadan yatırım yapılmaz. Üretim yapılmaz. Piyasa açılmaz. Ekonomi büyümez. Parası olanın parasını kiralarken (bankaya yatırırken, hisse senedi satın alırken, Hazine bonosuna, repoya bağlarken) risk faktörünü düşünmesi doğaldır. Para kiralarken risk faktörü (1) Kiralanan paranın vadesinde tam olarak geri alınıp alınamayacağı konusundaki güvencedir. (2) Kiralanan paranın getirisinin değişip değişmeyeceği konusundaki güvencedir. (3) Devalüasyon veya enflasyon gibi etkenlerle kiralanan anaparanın reel değerinin korunup korunmayacağı konusundaki güvencedir. Faturayı kim ödeyecek? Bırakınız üç ay, altı ay, bir yıl sonrasını... Yarın (1) Döviz fiyatının ne olacağı belli değil. (2) Faiz fiyatının ne olacağı belli değil. (3) İstikrar tedbirlerinin devam edip etmeyeceği belli değil. (4) Enflasyonun aşağıya inmeye devam mı edeceği yoksa tırmanışa mı geçeceği belli değil.Bu durumda, (1) Kim parasını uzun vade ile, ucuz faiz ile kiralar? (2) Kim parasını yatırıma, üretime harcar? (3) Kim ertelediği tüketimini açar? (4) Kim dövizden Türk lirasına geçer?Sayın okuyucularım, Ankaradaki politik çekişmelerin, Ecevit sonrası yeniden yapılanmanın uzun sürmesinin, erken seçim tartışmalarının istikrar programını aksatmayacağını söyleyenler "yalan söylüyor"... İstikrar programının aksaması sonucu yükselecek risk faktörünün faturasını "yalan söyleyenler" ödemeyecek, "halk ödeyecek". Siz ödeyeceksiniz. Ben ödeyeceğim. guras@milliyet.com.tr İstikrar programının ağır faturasını ödeyen insanlar, risk primini tam aşağıya çekmeye ve de risk faktörünü küçümsemeye başlamıştı ki, (1) Ecevit sorunu ortaya çıktı. (2) Ecevit sorunu bahanesiyle erken seçim gündeme getirildi. Ecevit sorununu kısa zamanda çözme arayışı yerine erken seçim senaryosu pompalanınca, para kiralayacaklar ile para harcayacakların önüne uzun dönemli bir istikrarsız Türkiye konuldu.