Muharrem Kayhan, "İzmir'e gidince mutlaka üç yeri görün. Bayraklı Tepekule'de Eski İzmir'i gezin. Agora'ya uğrayın. Kemeraltı'nda Kızlarağası Hanı'nda dolaşın" dedi.
Bayraklı, eskiden İzmir Körfezi'nde bir yarımada imiş. Şimdi İzmir'in içinde bir semt. Bayraklı'nın göbeğinde bir boş alan var.
Buranın özelilği İzmir'in en eski yerleşim bölgesi ve de İzmir'in tarihini belgeleyen en eski "höyük olması". Höyüğün altında Milat'tan Önce üç bin yıl önce başlayan medeniyetin kalıntıları yatıyor. Bu höyük 1824 yılında bulunmuş, 1948 - 1951 yılında Ekrem Akurgal höyüğün ufak bir bölümünü kazmaya başlamış. Yarım kalan kazıdan sonra buraya Tekel el koymuş. Höyüğün üstünü "örnek üzüm bağı" olarak kullanmış. Bağın etrafını tel çevirmiş. Telin içine üç dört Tekel binası dikmiş. Bu sayede beş bin yıllık tarihin üzerine bina dikilememiş. Tellerin çevresi beton bina işgalinde. Mutlaka binaların altında da beş bin yıllık binalar yatıyor.
Sora sora, güç bela "Eski İzmir"i bulduk. Yarı kazılmış hali ile insanı etkiliyor. Koskoca "Eski İzmir"de tek bir "kul"a rastladık. Nurdöken Dönger isminde genç bir kız. Elinde bir kitap beş bin yıl önce yapılmış bir evin duvarı üzerinde oturmuş. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencisi imiş. Heykel Hocası Coşkun Özgünel'in tavsiyesiyle gelmiş. Görmemiz tavsiye edilen İzmir'in "Devlet Agorası" 1932 - 1941 kazılarında bulunmuş. Şehrin tam ortasında. Etrafı duvarla çevrilmiş. Duvarın dibine kadar da beton binalar dikilmiş. Belki o beton binaların altında Agora'nın uzantısı var. İzmir Agorası üç katlı. Önce kemerler yapılarak toprak düzeltilmiş. Üzerine iki katlı bina kurulmuş. 28 dükkan ve bir mahkeme salonu var. Kazılan bölümlerdeki yapılar olduğu gibi ortaya çıkmış. Toprağın altında kalan, henüz kazılmayan bölümlerin altında nelerin olduğu bilinmiyor. Ama ortaya çıkan küçük bölüm bile etkileyici.
"Agora'ya yürüyerek gidilir" dediler... Yol boyu sora sora Agora'nın kapısına ulaştık. "Sora sora" diyorum, çünkü tek bir işaret yok. O da nesi? Agora'nın kapısında kocaman bir zincir ve kocaman bir kilit!
Kapının hemen yanındaki "Agora Çay Evi"ne uğradık. Sempatik bir ihtiyar çay yapıyor. İsmi Mehmet Sözen. 1963 yılından bu yana Agora'ya gelen turistlere çay yaparmış. Öğrendik ki, Agora uzun süredir kapalı. Yerli, yabancı hiçbir turist gezemiyor. Ana yoldan Agora'ya uzanan yolu eski Belediye Başkanı Burhan Özfatura görkemli bir biçimde düzenletmiş. Etrafını ağaçlandırmış. Ama şimdi yol da, ağaçlar da perişan. Yolun Agora'nın kapısına kadar uzanan bölümü pislik içinde, tinercilerin ortalığa bıraktığı hap kutuları, tiner şişeleri, eski elbiseler, çoraplar... İnanılmaz bir manzara... "Baba'nın Yeri"nde çay içip, Agora'nın öteki kapısına gittik. Gene sora sora kapıyı bulduk. Kapının önündeki park rezil... Kapı kilitli... Ne zaman açılacağı, neden kapalı olduğu belli değil.
Oradan Darüsseade Ağası Hacı Beşir Ağa tarafından 1744 yılında inşa ettirilen ve yakın zamanda yenilenen Kızlarağası Han'ına uğradık. Görülmeye değer bir yapı olmuş. Hanın hemen önündeki bir başka handa güzel bir kitapçı dükkanı var: Ali Haydar Toprak'ın "Hisarönü Sahhafiye"si... Sahaf dükkanı ama aynı zamanda okul: Uygulamalı ebru, ney, kaligrafi, Osmanlıca dersleri veriliyor. Radyo mecmuasından Ses mecmuasına, Yön dergisinden Kadro'ya ne ararsan var. Hatta Oktay Gönensin'in kitap müzayedelerinde bulamadığı eski polisiye romanlar bile...
İzmir bu değerlerini satamıyor. Ne yerli turistin, ne yabancının bunlardan haberi var. Halbuki bunların bir teki, Batı'da bir şehire turist çekmeye yetiyor.