Krizden çıkmak için "para" gerekiyor. Yabancılar ne kadar "para" gönderecek ve de "ne zaman" gönderecek diyerek bekleşiyoruz. Bütün ümit Kemal Derviş’in dışarıdan daha fazla para bulabilmesinde... İyi de bu para neden dışarıdan bulunuyor? Neden içeride para yok. Dışarıdaki paranın kaynağı ne?
Ne Türkiye’de, ne de başka ülkelerde para gökten yağmaz. Paranın kaynağı "üretimödir. İnsanlar "üretir." Üretim karşılığı "gelir" elde ederler. Bazı insanlar "gelir"in tamamını tüketir. Bazıları ise gelirin bir kısmını hemen tüketmez. Tüketimi erteler. Ertelenen tüketime veya gelirin tüketilmeyen kısmına "tasarruf" denilir.
İşte iç kaynak veya dış kaynak diye söz edilen paranın kaynağı, önce üretim sonra üretimden oluşan gelir ve nihayet bu gelirin tüketilmeyen, tasarrufa yönelen bölümüdür.
Türkiye’de "iç kaynak" yok veya yetersiz demek, içerideki gelir ve bu gelirden tasarrufa ayrılan para yetersiz demektir. Dışarıdan bulunacak "kaynak", yabancı ülkedeki insanların yaptığı üretimden elde ettikleri gelirden tasarrufa ayırdıkları paydır. Dışarıda "kaynak" bol demek, yabancılar daha çok üretiyor, daha çok gelir sahibi oluyor, daha çok tasarruf ediyor demektir.
Tüketimden vazgeçmenin, parayı tüketecek yerde tasarruf etmenin bir ödülü vardır. Buna "faiz" denilir. Bu faizi, başkasının tasarruf ettiği parayı kiralamak isteyenler öder. İnsanlar faizin cazibesi ile tasarruflarını artırır. Tasarruflarını başkalarına faiz ile kiralarken sadece faiz kirasının büyüklüğüne bakmaz. Anaparayı geri alıp alamayacaklarına da bakar. Kimse tasarrufunu riske atmak, kaybetmek istemez.
Yeryüzünde dolanan bütün paraların arkasında bir emek vardır. Bir üretim vardır. Bu para bir üretimin karşılığı olan gelirden ayrılmış tasarruftur. (Karşılığı üretim olmayan para, karşılıksız paradır. Bu paranın zaten değeri yoktur. Buna para denilemez. Bu tür para zaten yeryüzünde dolanamaz.) Yeryüzünde dolanan parayı bir hükümet versin, IMF versin, Dünya Bankası versin, bir yabancı ticaret bankası versin, bir Türk bankası versin... Kim verir ise versin, bunlar aracıdır. Paranın gerisinde gerçek bir sahibi vardır. Alın teri ile üreten, tasarruf eden, faiz bekleyen, anaparasının tekrar döneceğine inanan bir kişi vardır.
Bu nedenle kredi alırken yapılan kontratlar "mukaddestir". Bu kontratlara daha sonra parayı kullanan ihanet edemez. "Benim durumum bozuldu... Faizi azalt... Vadeyi uzat... Borcumu affet..." diyemez. Der ise birisinin hakkını, alın terini, geleceğini yemiş olur.
Başkaları kişi başına yılda 30 bin dolarlık, 40 bin dolarlık üretim yaparken (katma değer yaratırken) biz sadece 3 bin dolarlık üretim yapabiliyoruz. Bu nedenle 3 bin dolar kişi başı üretimimiz oluyor. Bunun yüzde 80’ini tüketiyoruz. 2.600 dolarını yıl içinde yiyoruz. Kalıyor yüzde 20’lik, 600 dolarlık tasarruf payı. İşte "iç kaynak" denilen şey budur. İç kaynağı artırmak için ya üretimi artıracağız ki, gelir artsın. Gelirden tasarrufa ayrılacak pay artsın. Üretimi artıramıyor isek, tüketimi kısacağız ki, tasarrufa giden pay artsın. İç kaynak ancak böyle artar.
Üretim artışı tasarrufların yatırıma yönlendirilmesi ile mümkündür. Halbuki biz tasarruflarımızı kamunun açıklarını kapatmakta kullanıyoruz. Kamunun açıkları bizim iç tasarruflarla kapatılmadığı için de, "kamuda tasarruf açığı ortaya çıkıyor.", "ülke ekonomik krize giriyor..."
Kısa sürede iç kaynakları (iç tasarrufları) artırmanın tek yolu tüketimi daha fazla kısmak. Onu hem yapamıyoruz, hem yetmiyor. O zaman dış kaynağı (başka ülkelerde yaşayan, başka insanların tasarrufuna) ihtiyacım var. Halkımız bunları bilirse, içeride kaynak yetersizliğinin nedenini de bilir. Yabancılar neden daha fazla para göndermiyor diyerek hırçınlaşmaya hakkı olmadığını da bilir.