Kriz bitti sorun bitmediKriz bitti diye sevinmeye imkan yok... Çünkü krizi doğuran sorun bitmedi. Bu sorun yıllardır bitmediği için, ikide bir kriz çıkıyor. Bu sorun giderek büyüdüğü için krizlerin boyu da giderek büyüyor.
Türkiye'nin sorunu "üretememektir". Türkiye'nin sorunu "ürettiğinden fazla tüketmektir".
Sorunun çözümünü istiyorsak, bir daha kriz ve krizler çıkmasın istiyorsak ya üretimi artıracağız ya da bugünkü yaşamdan vazgeçip daha fakir bir yaşama razı olacağız.
Üretimi artıramadığımız için bugünkü yaşamı, borç harç ile sürdürüyoruz. Bu borcu dışarıdan alıyoruz. Dışarısı üretemeyen Türk halkını daha iyi yaşatmak için devamlı para veremez. Arada sırada onları kandırıp, kredi musluğunu açtırıyoruz. Sonra bakıyorlar ki, biz el kesesinden hovardalık ediyoruz. Musluk kapanıyor. Biz krize giriyoruz.
(1) Türk lirası açığımız var. Hazine bono satarak bu açığı kapatmak zorunda.
Hükümetin gelirleri giderlerini karşılamıyor. Gelir ile gider arasındaki Türk lirası açığı 2000 yılında, ABD doları olarak 20 milyar dolar karşılığı Türk lirasıdır.
Hazine bu parayı yıl içinde bulmak zorunda. Hazine bu parayı doğrudan bulamıyor. Aracı olarak bankaları kullanıyor. Bankalar önce halktan mevduat ve repo olarak topladıkları paraları Hazine bonosu karşılığı Hazine'ye devrediyor. Bu para da yetmiyor. Bunun üzerine bankalar yurtdışından döviz ile borçlanıyor. Dövizi getirip Merkez Bankası'na satıyor. Karşılığında Türk lirası alıyor. Bunu da Hazine bonosuna yatırıyor. Böylece Hazine'nin Türk lirası açığı kapanıyor.
Bunun geçmişi var... Geleceği var. Bu oyun her yıl tekrarlanıyor. Borçlar üst üste biniyor.
Bu kısır döngüden kurtulmanın yolu, hükümetin gelir gider dengesinin tutmasıdır. Bu denge üretim artışı olmadan tek bir şekilde tutturulabilir. Hükümet harcamaları keser. Daha az personel ödemesi yapar. Daha az yol, okul, hastane yapar. Bu ise fakirleşme demektir. Seçim yüce halkımızındır: Ya fakirlik, ya üretim... Ya da ikide bir Türk lirası açığına dayalı kriz!..
(2) Döviz açığımız var. Devlet ve özel sektör borçlanarak bu açığı kapatmak zorunda.
Ülkemizin olağan döviz gelirleri, giderleri karşılamıyor. Dışarıdan satın aldığımız mal kadar, dışarıya satış yapamıyoruz. Dışarıdan gelen mallara yaptığımız ödeme ile, dışarıya sattığımız mallardan elimize geçen döviz arasındaki fark giderek büyüyor. 2000 yılının sadece 9 ayında aldığımız mal ile sattığımız mal arasındaki fark 16 milyar dolara ulaştı. Türkiye daha fazla mal üretmek zorunda. Daha fazla üretim yetmiyor. Dışarıda para edecek malı daha fazla üretmek zorunda.
Bunu yapamayan Türkiye'nin bakkallarında ithal malı kedi - köpek mamasının satılması, sokaklarında Mercedes otomobillerin dolaşması haramdır. Cinayettir. Felakettir. Üretemeyen bir ülkede yaşayanların ithal malı mama ile kedisini, köpeğini beslemeye, sokaklarda Mercedes otomobil ile gezmeye hakkı yoktur.
Kazandığımız dövizden daha fazlasını yediğimiz, içtiğimiz, sarf ettiğimiz içindir ki, aradaki farkı borçlanarak kapatmak zorundayız. Açık anlatımıyla el kesesinden hovardalık yapıyoruz. Yabancıdan faiz karşılığı alınan parayı yiyip içiyoruz. Cebimizde taşıyoruz. Banka hesabına koyuyoruz. Bu borçlanma, bankalar sayesinde oluyor. Bankalar dışarıdan kısa vade ile borçlanıyor. Getirip parayı Merkez Bankası'na bozduruyor. Biz de bunu kendi paramızcasına harcıyoruz. Yabancılar paralarını isteyince de krize giriyoruz. Bu döviz sorunundan kurtulmanın yolu, dışarıya satılabilecek mal üretmek, daha fazla üretmek, dışarıya satılabilecek maldan sağlanan döviz kadar para tüketmektir. Bir başka çözüm, yapabildiğimiz ihracat kadar ithalat yapmaktır. Bu da fakirlik demektir. Küçülme demektir. Seçim yüce halkımızındır: Ya fakirlik, ya üretim... Ya da ikide bir döviz açığına dayalı kriz!..
Üretemeyen Türkiye'nin halkı bilmelidir ki, bu kriz son kriz değildir. Üretemedikçe krizler peş peşe gelecek... IMF'nin gönderdiği para ne bu krizin faturasını ödeyecek, ne de gelecek krizleri önleyebilecek... Gerçeği bilelim de ne yapacaksak yapalım. Ya üretim, ya fakirlik, ya devamlı kriz!..