Cumhurbaşkanı'nın davetini alınca telaşa kapıldım... Davet günü Ankara'ya gidiş ve dönüş uçaklarında yer bulunmayabilirdi... O akşam hava muhalefeti nedeniyle uçak kalkmaz ise, Ankara otellerinde yer kalmayabilirdi... Öyle ya... Sayın Cumhurbaşkanı bin kişiyi ağırlayacaktı.
Önceki cumhurbaşkanlarının, önceki yıllardaki davetlerine katılanlara ne zaman gideceklerini, nasıl gideceklerini sordum... Kimi havanın soğukluğu nedeniyle, kimi işlerinin çokluğu nedeniyle özür beyan ettiklerini söyledi... Şaşırdım... Bildiğim kadarı ile konuştuklarım, bu tip davetleri kaçırmamakla isim yapmış kişilerdi...
Ankara'ya gitmek için bineceğim uçak, saati bakımından, davete gidenlerin binmeleri gereken uçaktı... Allah... Allah... O da nesi? Davete gitmek üzere uçağa binenlerin sayısı onu geçmiyor... "Herhalde daha önceki uçaklarla gitmişlerdir" diye düşündüm...
Ankara'da hava soğuk ama yağışsız idi. Kalabalığa kalmamak için erkenden Çankaya Köşkü'ne çıktım. Kapıda medeni bir isim kontrolü, yollarda doğru düzgün işaretleme ile kabulün yapılacağı binaya ulaştım. Her şey düşünülmüş. Paltolar alınıyor, aynı kapıdan çıkmak isteyenlere kapıyı kaybetmemeleri için küçük not kağıtları veriliyor. Köşk personeli güler yüz ile, yön gösteriyor. Misafirler önce küçük salonda toplanıyor. Davet saati olan 19.00'da ana salonun kapısı açılıyor. Sayın Cumhurbaşkanı ile eşleri tüm davetlilerin ellerini sıkıp, hatır sual eyliyor.
Sayın Cumhurbaşkanı ve eşlerinin arkasında yaverleri var. O kadar. Ortalıkta korumalar veya başka görevli dolaşmıyor.
Sayın Cumhurbaşkanı ve eşleri davetlilerin ellerini sıktıktan sonra kapının önünden ayrılıp, salonun ortasına doğru ilerledi. Davetlilerden yanlarına yaklaşanlarla sohbet etti. Davet saatinin sonuna doğru da salondan ayrılıp, gitti...
Ben ikinci davet gecesini anlatıyorum... Salonda bulunanların sayısı binin altında idi... Demek ki bin davetli var ise, tamamı gelmemişti. Davetliler dışında, görevliler ve korumalar ortalıkta dolaşmıyordu. Cumhurbaşkanı ile eşinin etrafında yığılmalar, kümelenmeler olmuyordu...
En fazla dikkatimi çeken ise salonda çok az sayıda işadamı olması idi...
Rahmetli Özal ile, Sayın Demirel'in de Çankaya davetlerinde bulundum. O davetlerde salondakilerin yarısını işadamları oluştururdu. El sıkma faslı bittikten sonra işadamları rahmetli Özal ile Demirel'in etrafını çevirir, onların etrafında ise korumalar ve görevliler bir çember oluşturur cumhurbaşkanları işadamları ile sohbet etmekten diğer davetlilere merhaba demeye fırsat ve vakit bulamazdı...
Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu yılki davetinin ilk gecesinde de çok az sayıda işadamı varmış.
Köşk davetlerinin gediklisi işadamlarının bir kısmı çağırılmamış ama, çağırılanların büyük kısmı da "özür beyan etmiş!.."
Ankara'nın kurdu olan eski bürokrat, "Hocam" dedi, "Mama yok... İşadamı yok!.." Sonra anlattı "Eskiden Köşk'ten mama dağıtılırdı. Mama kesildi. İşadamlarının da ayağı kesildi... Ben daha acıklı bir haber vereyim... Güniz Sokak tenhalaştı... Çünkü Baba'nın mama dağıtma gücü kalmadı. Eskiden Baba'nın işadamı dostlarının trafiğinden Güniz Sokak'tan araba geçmezdi... Şimdi Güniz Sokak'ta hayaletler dolaşıyor..."
Davet 20.30'da sona erdi. Önceki cumhurbaşkanları zamanında bu gibi Köşk davetlerinden çıkanlar doğru Hilton Oteli'ne gider, otelin barında ve lokantasında yer bulunmazdı. Ankara dışından davete katılanlar o gece otelin bütün odalarını doldururdu.
Davetten sonra "gidelim bakalım, Hilton Oteli ne durumda" dedik... Hilton Oteli'nin barında bizden başka kimse yoktu... Biz oturuyoruz diyerek müzisyenler nazlanarak aletlerinin başına geçti.
"Bugünlerde işler kesat efendim... Otel bomboş" dediler... Sonra bilmiş bilmiş eklediler... "Efendim devlet ihale açmıyor, mal satın almıyor... İşadamları Ankara'ya gelmiyor..."
Anladım... "Ankara'da mama yok..." Nerede mama yok... Orada işadamı yok... Köşk'te de yok... Ankara Hilton Oteli'nde de yok..."
Ama başka çare yok... Mama dağıtmayan (veya mama dağıtmaktan yorulup, mama dağıtma gücünü kaybeden) "yeni Ankara"ya alışacağız.
(Ben "mama dağıtmayan" yeni Cumhurbaşkanı ile "mama dağıtmayan" yeni Ankara'ya alışmak bir yana, bunun özlemi ile yaşıyorum...)