Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Bankaların topladıkları mevduat, 123.9 katrilyon lira. Bankalar bu paranın, 74.4 katrilyon lirasını devlet tahviline ve bonosuna bağlamış, 8.3 katrilyon lirasını mevduat karşılığı (garantisi) olarak Merkez Bankası’nda tutuyor, 30.3 katrilyon lirasını da kredi olarak kullandırmış. Kalan 10.9 katrilyon lira da bankaların kasasında veya başka alanlara yatırılmış.
Bankaların esas görevi, mevduat toplayarak kredi vermek. Mevduat olarak topladıkları parayı, kasalarında boş yere tutamazlar. Kredi olarak veremezse bir başka şekilde değerlendirmek zorundalar. Ama, sistem bizde tersine işliyor. Mevduat olarak topladıkları paradan tahvile ve bonoya yatırabilecekleri parayı, tahvile ve bonoya yatırıyor. Kalan olursa kredi olarak kullandırıyor.
Bankaların krediden kaçınmalarının değişik nedenleri var. Öncelikle, bizde banka kredileri likit değil. Bankadan kredi kullanan, bunu bir vade ile değil, devamlı olarak kullanmak üzere aldığı inancı ve davranışı içinde. Ayrıca, faiz oranlarının yüksekliği nedeniyle birçok firma kredi faizi ile ana parayı ödemede zorlanıyor. Kredi ihtiyacı olan, kredi alamamaktan yakınırken, bankalar, kredi kullandıracak güçte müşteri bulamamaktan yakınıyor.

Alternatifleri var
Tahvil ve Hazine bonolarının likiditesi açık anlatım ile istenilen anda paraya çevrilebilme özelliği, reel faiz oranlarının yüksekliği, bunlar için getirilen vergi kolaylıkları, bankaların mevduattan topladıkları paraların giderek daha büyük bir kısmının tahvile ve bonoya yönelmesine yol açıyor. Kredi verememek, bankacıları üzmüyor. Çünkü, tahvil ve bono nedeniyle her zaman için alternatif bir yatırım alanına sahipler.
Bu tablonun bir de arka yüzü var. Tasarruflarını bankaya Türk lirası ve döviz mevduatı olarak teslim edenler, "benim param, bankanın kasasında duruyor" diye düşünüyor. Halbuki, bankanın kasasında duran para yok. Bankanın veznesine bırakılan paranın büyük bölümü (yüzde 60.1’i) tahvil ve bono karşılığı Hazine’ye aktarılmış. Az bir bölümü de (yüzde 24.5’i) kredi olarak dağıtılmış.
Bankaların mevduatı ödeyebilmesi için, kredi olarak verdiği parayı geri alması, kredi kullananların ödemelerini zamanında yerine getirmesi, Hazine’nin de tahvil ve bono faiz ve anapara ödemelerini aksatmadan yapması gerekiyor.

‘Af gelsin’ diyorlar
Bu gerçeği unutanlar, çok kere çok tehlikeli önerilerle ortaya çıkıyor. Örneğin, "ekonominin güç durumu nedeniyle, kredi kullananlar taksitlerini ödeyemiyorsa faiz ödeyemiyorsa, bunlara af gelmeli" diyenler oluyor. Bir bankadan kredi kullanana anapara ve faiz konusunda getirilecek af, o bankaya mevduat yatıranların, mevduat alacaklarından vazgeçmeleri demektir.
Örneğin, "iç borç çevrilemez hale gelirse" Hazine, tahvil ve bonoların anaparasını veya faizini ödemez olur biter" diyenler oluyor. Mevduatın yüzde 60.1’i tahvil ve bonoda olduğuna göre, tahvil ve bononun anapara ve faizinin ödenmemesi demek bankalardaki mevduatın yüzde 60.1’inin karşılıksız kalması demektir.
Mevduatın, bu kadar büyük bölümünün tahvile ve bonoya bağlanması, iç borç stokunda yeniden yapılandırma konusundaki teşebbüslerin de önünü kapatıyor. Fakat burada ana sorun, Hazine’nin iç borç stokunu çevirme işine birinci önceliği vermesi olur. İç borcu çevirme işi birinci öncülüğü kazanınca, ekonominin kredi ihtiyacının karşılanması geri planda kalıyor. Tahvil ve bonoya yapılacak yatırıma sağlanan net getiri, kredinin bankaya sağlayacağı net getirinin üzerine çıkıyor. Bu çarpık yapının kısa sürede düzeltilmesi de imkânsız.


(Trilyon TL)*