Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Karadeniz kıyısına gitmeyeli epey oldu... Bu gidişimde sanıyordum ki, sokaklar gene cıvıl cıvıl sarı Nataşalarla dolu... Ne Trabzon sokaklarında, ne Rize’de "Allah için" tek bir Nataşa görmedim. Meraklandım. "Krizden mi? Onlarıda mı ekonomik kriz vurdu?" diyecek oldum... "Beyim, onları kriz değil, polis vurdu..." dediler. Anlattılar. Polis şimdi işi çok ciddi tutunca Nataşa olayının köküne kibrit suyu ekilmiş.
Rize’de iki katlı evler bile Nataşa oteline dönüştürülmüş. Bir ara otel sayısı 120’yi aşmış. Şimdilerde Rize’de 20 dolayında otel var.
Trabzon’da Mustafa Karaağaçlı ile sohbet ediyoruz. "İşlerin en parlak zamanında bu bölgede. 4.500 Nataşa her gece full çekerdi" diyor. "Full çekmek" demek, her gece 100 dolara en az bir müşteriyi memnun etmek demekmiş. Hesapladım. Nataşalar gecede 450 bin dolar götürmüş. Yılda bu 150 milyon dolar eder. İnanılacak gibi değil... Bir yılda tüm çay ürününü satsanız, bu kadar eder.
Şimdilerde emniyet görevlileri tam anlamıyla "kuş uçutmuyorlarmış." Rizeli ve Trabzonlular diyor ki, "Görüyorsunuz... Polis işini ciddiye aldı mı, bu memlekette her şey düzelir."

Benim derdim bir Nataşa ile sohbet etmek... "Nataşaların kaldığı bir otel var. Oraya gidelim" dediler. Sonra açıkladılar. "Nataşaların kaldığı otellerde, Nataşa ile birlikte olunmaz. Sadece tanışılır. Anlaşılır. Oradan çıkar istediğin yere gidersin." Akşam saat 21.00 dolayında otele gittik. Beş katlı apatmandan bozma bir bina. Alt katta silah muayenesi yapıldı. Birinci kat, lokanta katı... Bizim zamanımızda Ankara’da Yeni Bar, Tabarin Bar vardı. Hanımlar bir masada oturur, isteyen masasına bir hanımı çağırır, içki ısmarlar, onunla dans ederdi. (Sadece o kadar!..) Salonun durumu o biçim... İki arkadaşımla ben bir masaya çöktük. Garsonumuz hemen sipariş aldı. İçkilerimiz ile birlikte masaya "yanar döneri eksik" ama gerçekten "bar işi" meyve tabağı getirildi. Karşıdaki masada on - on iki yabancı hanım oturuyor. Arkadaşım onlardan birini masamıza davet etti. "Ne ikram edelim" diyerek sorduk. "Şampanya" dedi... Garson Kavaklıdere’nin köpüklü şarabını getirdi. Salladı. Gösteriş içinde mantarını patlattı. Misafirimizin bardağını doldurdu. Arkadaşlarıma göre bizimki salondaki hanımların en güzeli. Bana göre "iş yok!.." Ama biz "iş peşinde değiliz." "Sohbet" arıyoruz. Ne yazık ki, bizim hatunda "sohbet" de yok. "Ne yapıyorsun?" diye sual ediyorsun. "100 dolar" diyor... "Gündüzleri nereleri geziyorsun?" diyorsun, "100 dolar" diyor. "Buradan başka yerlere gittin mi?" diyorsun, "100 dolar" diyor. Bizim 100 dolarlık misafirimiz, birbuçuk yıldır ülkemizde imiş. Hedefi 10 bin dolar biriktirerek Ukrayna’da bir ev satın almakmış. "Biz sadece sohbet etmek istemiştik, gecenizi ziyan etmeyelim" diyerek teşekkür ile hanımı uğurladık. Hesabı istedik, "Bakalım nasıl kazıklanacağız" diyerek merakla bekliyorum. Kafamdan hesap yapıyorum... "Şampayayı 150 milyon yazarlar, meyve tabağına 50 milyon... İçkileri de ekle. 250 milyon gitti. Vermesek kavga çıkar. Bu iş karakolda biter!.." Hesap geldi. Arkadaşlar ödemek istedi. Hesap kağıdını ellerinden çektim. Baktım 320 gibi bir rakam var... Garsona "Ayıp be kardeşim... Bu kadar da kazık olur mu?" diye diklenmeye kalktım... "Abi şampanyaya 15 milyon lira yazdık... Meyve, üç içki hepsi 32 milyon lira... Çok mu?" dedi. Bu kadar düşük bir faturayı da hiç mi hiç beklemiyorduk. Kazıklanmamış olmanın heyecanı ve mutluluğu ile otelden ayrıldık.