GEÇEN pazar günü akşam üzeri Ankara'nın Kavaklıdere semtinden Kızılay'a doğru karımla yürüdük. Daha doğrusu yürümedik de... Yürümeye çalıştık. Çünkü kaldırımlar yamru yumru taş yığını halinde ve de pislik içinde idi. Atatürk Bulvarı gibi Ankara'nın ana arterinin kaldırımının bu hale düşmesine hayret ettik. Kızılay'a doğru düzeleceği ümidi ile bata çıka yürüdük... Ama düzelme olmadı... Vakko, Beymen gibi lüks mağazaların önü bile rezaletti.
Bulvardan Konur Sokak'a kıvrıldık. Mülkiyeliler Birliği'ne girdik. Ne benim, ne karımın sınıfından kimseye rastlamadık. Bahçe ve binanın içi "iğne atsan yere düşmez" gençlikle dolu. Hepsinin elinde bir bardak bira... Mülkiyeliler Birliği'nin önü ve yanı da "panayır" misali sergilerle dolu. Gençlik sokakta... Bir zamanların "zengin mahallesi" Karanfil Sokak'a kıvrıldık... Yol üzeri işportacılar iki yana dizilmiş. sokaktan insan seli akıyor.
Köyden Ankara'ya yeni göç ettiği belli, başı kasketli bir vatandaş önüne bir tezgah koymuş. Tezgahın üzerinde bir tavşan. Niyet çektiriyor. "- Ne kadar hemşerim?" diye sorduk. "İki yüz elli bin lira imiş. Paramızı ödedik. Tavşan benim için ağzı ile bir niyet çekti. "Her ne ise, halim, çıksın falim" diyerek niyet kağıdını açtım. İşte tavşanın benim için çektiği kağıtta yazılı olanlar. "Yeni arayışlar içindesiniz. Ancak yeterince tanımadığınız kişilere umut bağlamanın anlamı ne? Sonra üzülen siz oluyorsunuz. Bir arkadaş toplantısında biriyle tanışacaksınız. Aşkınıza karşılık verecek." Niyet kağıdındakileri okuyunca karım "- Hadi gene işin iş..." diyerek beni kutladı!
Karanfil'den Sakarya Caddesi'ne geçtik. Tarhan Kitabevi kapanmış. Giyim mağazası olmuş. Bilgi Kitabevi'nin kepenkleri inik. Onun yanındaki balıkçı hala yerinde. Ama köşedeki "Deveci" mağazası Hogta Dönercisi olmuş. Yıllar önce Samsun'un Deveci çiftliğinde yetiştirilen armutlar bu mağazada satılırdı.
"- Yavuuu... Eskiden burada Deveci mağazası vardı... Daha başka ne vardı?" diyerek köşeden binayı seyderken binanın üçüncü katındaki bir yazı ve görüntüler dikkatimizi çekti: "Yolcu Bar - Gün boyu canlı halk müziği." Pencereye sırtı dönük üç gencin yaptığı müziğin sesi aşağılara kadar ulaşıyor.
Saat 18.30 sıraları... Karıma "- Haydi yukarı çıkıp şu barı bir görelim" dedim. Hogta Dönercisi'nin yanındaki dar kapıdan apartmana girdik. Dar merdivenlerden çıktık. Apartmanın üçüncü katındaki daireyi salon haline getirmişler. Pencerenin önüne "amerikan bar" misali dar bir tezgah yapmışlar. Karımla tezgahın önündeki yüksek iskemlelere iliştik. Yolcu Bar'da her gün saat 17.00'den sabah 02.00'ye kadar farklı gruplar halk müziği yaparmış. Sakarya Caddesi'nin sağında, solunda buna benzer, halk müziği, Kürt müziği, pop müziği yapan doksan dolayında bar varmış.
Serkan Kocak bize birer bardak soğuk bira getirdi. Bir tabak da kuruyemiş. Üç milyon lira ödedik.
Karşı pencerenin önünde üç genç müzik yapıyor. İki erkek ve ortada bir genç kız. Erkeklerin biri bağlama çalıyor ve de genç kız ile birlikte veya tek olarak şarkı söylüyor. Öbür genç davul çalıyor.
Sayın okuyucularım, dinlemeyene anlatılamaz. Önce yaptıkları işi çok ciddi yapıyorlar. Türkiye'de örneği zor görülen bir profesyonellik ve disiplin içinde programı sürdürüyorlar. Ara vermeden, çizgiyi düşürmeden. Seçilen parçalar bilinçli seçilmiş. Sözleri anlaşılıyor. Sözler ve ses insanı rahatsız etmiyor. Bağlama çalan ve söyleyen erkeğin sesi "Ruhi Su"ya senziyor. Davudi, insanı doyuran, insanı etkileyen bir ses. Genç kız da sevimli mi sevimli ve sesi berrak. Yolcu Bar'ın Müdürü İbrahim Solmaz saz çalan ve söyleyen gencin Gökhan Zorlusoy olduğunu Hacettepe Üniversitesi Fizik Bölümü ikinci sınıfında okuduğunu söyledi. Davul çalan Ceyhun Özer ise Hacettepe Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirmiş. Genç kız ise Nilüfer Zorlusoy imiş.
Nazım Hikmet'in Karlıkavak Ormanı'ndan sonra Gülsüm Cengiz'in "1 Mayıs'ta üzgün gönlüm" başlığı altında topladığı dört dörtlüğünden Yücel Arzen'in bestelediği "Yağmur" isimli türküyü dinledik... Bir etkilendik, bir etkilendik... Anlatamam...
Yağmur yağıyor sevdiğim yağmur
Kimbilir sen şimdi uyuyorsundur
Islak bir İstanbul sabahında sokaklar
Kuru bir yaprak kokusunda rüzgar
Hüznün rengi griydi
Griydi sensiz İstanbul şehri
Beyaz değildi bulutlar, martı kanatları
Düşlerim beyaz değildi
Başıma kuşlar yağdı
Başıma çiçekler
Tutkunu oldum bir sevdanın
Tutkunu yaşamanın
Ne acılar yaşadık biz
Ne günler geçirdik
Yüreğimde paslı bir bıçak gibi saplı
Genç ölümlerin acısı...
Yazara E-Posta: guras@milliyet.com.tr