Eski Türk ve İslam Eserleri Müzesi Müdiresi Nazan Ölçer Hanım dedi ki, "Meksikada Troçkinin 3 yıl yaşadığı evi gezdim. Yaşandığı şekliyle korunuyor. Müze gibi ziyaret ediliyor." (Bir not: Nazan Ölçer Hanım, Meksikada Troçkinin müze haline getirilen evine girince, bilet parasını nereye ödeyeceğini sorduğu genç onu azarlamış. Burası Troçkinin evi, burada para geçmez. Burası Troçkinin hatırasının ve fikirlerinin yaşatıldığı bir mabettir, demiş.)Davidoviç Bronsteyn, 1979 yılında Ukraynada doğdu. Yahudi burjuvası bir ailenin çocuğu idi. Hukuk okudu. Devrimcilere katıldı. 21 yaşında "Troçki" adıyla İngiltereye kaçmak zorunda kaldı. Daha sonra hayatı hep kaçmakla geçti.Lenin ve Stalinin devrim arkadaşı idi. Stalin ile çatışınca 1927de Komünist Partiden ve 1929da Sovyet Rusyadan kovuldu. 12 Şubat 1929da İstanbula geldi. Bir süre Şişlide oturduktan sonra Büyükadada Çankaya Caddesi 52 numaradaki 3 katlı İliasko (Arap İzzettin Paşa) yalı köşküne taşındı. Bu köşk 1 Mart 1931de yandı veya yakıldı. Troçkinin bütün belgeleri ve çalışmaları yok oldu. Bir süre İstanbulda ve otellerde yaşayan Troçki, 10 Ocak 1932de gene Büyükadaya, Hamlacı Sokaktaki yalı köşke taşındı.14 Kasım 1932de Kopenhaga gitmek üzere İstanbuldan ayrıldı ise de Avrupada "tutunamayıp" 12 Aralık 1932de Büyükadaya döndü. 17 Temmuz 1933te Büyükadadan ayrıldı. Fransa ve Norveçte yaşamaya çalıştı. Olmadı. Meksikanın vize vermesiyle 9 Ocak 1937de Meksikaya gitti. 20 Ağustos 1940ta Stalin ajanı olduğu söylenen bir Rus tarafından öldürüldü.İstanbulun tüm adaları ve özellikle Büyükada köşkleri, bu köşklerde yaşananlar ile bir tarihtir. Adalara her gidişimde bir şeyler öğrenirim. Geçen hafta Adalarda, haziran ayında başlayan ve eylül ortasına kadar sürecek "Yaz Kültür Sanat Etkinlikleri" çerçevesinde düzenlenen söyleşileri izledim. Sergileri gezdim. Konserleri dinledim. Hepsi ücretsizdi.Adaların kendine özgü bir yaşam biçimi var. Bu yaşam biçimi yıllardır yozlaşmadı. Her adanın bir "yerleşik"leri var, bir de "piknikçi"leri var. Piknikçiler tatil günleri ve özellikle pazar günleri Adalara geliyor. Adaların nüfusu o günler 2 katına, 3 katına çıkıyor. Tatilciler genellikle orta ve alt gelir grubundan olduğu için yiyeceklerini içeceklerini beraberlerinde getiriyor. Buraya kadar her şey güzel de, akşamüzeri Adaları terk ederken, artıklarını ortalıkta bırakmaları yok mu? İşte o kötü... Nazan Ölçer, "Gel seni Troçkinin evine götüreyim" dedi. Yanoros (Con Ahmet Paşa) Köşkünün köşesinden denize inen Hamlacı Sokaka girdik. Sokağın sonundaki 4 numaralı yalı köşke bahçe duvarının dışından baktık. Burada Troçki 20 ay yaşamış. Köşk çökmüş durumda idi. Geçen hafta sonu Büyükadaya her vapur yanaştığında gelenler dikkatimi çekti. Genelde pazar piknikçileri plastik torbalar içinde bir mangal, bir dümbelek ile Adalara geliyor. Çamların altında mangallar yakılıyor, üzerine etler diziliyor, etler pişinceye kadar da dümbelek çalınıyor. Bizim mangal merakımızın (Ben de mangala meraklıyım!) sırrını çözemedim. Neden piknik denilince mutlaka mangalda et kızartma zahmetine katlanır, duman altı oluruz? Dümbelek merakının sırrını çözdüm. Biz başka müzik aleti çalmayı, düzgün şekilde şarkı söylemeyi bilmediğimiz için dümbelek ile idare ediyoruz. Dümbelek gürültüsü kötü sesi de bastırınca mesele kalmıyor.Orman İdaresi çamlara bakmaz olmuş. Çamlar hastalıklı. Altlarına yayılan kuru dallar ve kuru yapraklar çıra gibi... Bir ateşte alev alacak. Orman İdaresi buna rağmen çamlıkların bir bölümünü mangal kiraya verenlere kiralamış. Piknikçiler zaten kendi mangalını getiriyor. Velhasıl çamların yanmaması bir mucize...Hava kararırken piknikçiler yorgun argın adayı terk ediyordu. O yorgun halleri ile mangalları, plastik torbaları, şişeleri taşıyamayacaklarından her şeyi olduğu yerde bırakıp gidiyordu...İskeledeki kitapçıdan Necmi Tanyolaçın "8.15 Vapuru Yazıları"nı satın aldım. Vapurda "Martılı Kahve"yi okuyarak İstanbula döndüm. guras@milliyet.com.tr Orman İdaresinden kiralık mangal