Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Ocak - mart aylarında, 2000 yılının ilk üç ayında Merkez Bankası daha önce açıkladığı şekilde ABD dolarının fiyatını dizginledi. Üç ayda dolar fiyatını yüzde 3.7 oranında artırdı. Fakat aynı dönemde toptan eşya fiyatları (TEFE) yüzde 13.5 oranında arttı. Tüketici fiyatları (TEFE) yüzde 11.9 oranında arttı.
Enflasyon göstergesi olarak en düşük fiyat artış oranı olan tüketici fiyatlarını (TÜFE) esas alsak bile, görülüyor ki, dolar fiyatı enflasyondaki artış kadar artırılamadığından, dolar gerçek fiyatından uzaklaştı.
Türk lirası, dolar karşısında üç ayda yüzde 7.3 oranında değer kazandı.
Bu yepyeni bir gelişme. Bu istikrar tedbirleri uygulaması ile döviz fiyatının kazığa bağlanmasının ortaya çıkardığı bir gelişme.
Halbuki 1980'li yılların ortasından beri, yaklaşık on beş yıldır "ne kadar enflasyon, o kadar devalüasyon" (kur ayarlaması) uygulamasına alışmıştık. Merkez Bankası günlük enflasyona göre döviz fiyatlarını da günlük olarak yükseltiyordu. Böylece Türk lirası ile döviz fiyatları arasında uçurum ortaya çıkmıyordu, büyük oranlı devalüasyonlara gerek kalmıyordu.
Eğer istikrar tedbirleri uygulamasına başlanırken "emniyet payı olarak yüzde 10, yüzde 20 oranında bir devalüasyon" yapılıp döviz fiyatları kazığa ondan sonra bağlansa idi, bu emniyet payı uzun süre döviz fiyatı ile anflasyon arasındaki farkı karşılamaya yeterdi.
Sayın okuyucularıma sorunu basitleştirerek anlatayım. 1 Ocak 2000 tarihinde dolar fiyatını 100, enflasyonu 100 olarak kabul edelim. İhracatçı 100 liralık mal üretip satıyor, karşılığında 100 birim döviz alıyordu.
Geldik mart sonuna. Döviz fiyatı 103.7 oldu. Fakat enflasyon nedeniyle ihracatçının üreterek sattığı malın maliyeti 111.9 liraya çıktı.
İhracatçı 111.9 liraya mal ettiği malı, yurt dışına yollar ise eline geçecek dövizin karşılığı sadece 103.7 lira...
İhracatçının yapabileceği iki şey var: (1) Ya kazancını kısacak, (2) Ya da prodüktiviteyi/verimi artıracak. Aynı harcama ile daha çok üretim yapmanın yolunu bulacak.
Bunları yapamaz ise bir süre zararına üretim ve ihracat yapacak. Bir süre sonra üretimi ve ihracatı durduracak veya durdurmaz ise batacak.
Geçen hafta sonu Sabancı Üniversitesi'nin daveti ile Türkiye'ye gelen "Hiperenflasyon Savaşçıları"ndan Brezilya Merkez Bankası eski Başkanı İbrahim Eriş bu sorunun Türkiye'ye özgü bir sorun olmadığını, enflasyonla mücadele için istikrar programı uygulayan her ülkenin başına geldiğini anlattı. Ve de uyardı: Bunun yolu hemen devalüasyon ile farkı kapatmak değildir. Öncelikle ekonomide prodüktivite/verim artırımı yoluyla rekabet gücünü artırmaya çalışılmalıdır. İstikrar programlarının ana hedeflerinden biri de bu tür zorlamalarla enflasyondan zayıflamış ekonomilerde prodüktivite/verim artışını teşvik etmektir.
Bu konular bizde henüz tartışılmıyor. Hükümet prodüktivite/verim artışının önemini kavramadı ki, bunu teşvik için bir şeyler yapsın...




1) Merkez Bankası tarafından açıklanan döviz alış kurları kullanıldı.
2) Döviz sepeti 1 dolar artı 0.77 eurodan oluşuyor.
3) Reel getiri hesaplanırken, DİE'nin mart ayı için yüzde 2.9, ocak - mart dönemi için yüzde 11.9 ve son bir yıl için de yüzde 67.9 olarak açıkladığı TÜFE artışları esas alındı.
Kaynak: Anka Ekonomi Bülteni.


Yazara E-Posta: guras@milliyet.com.tr