Üniversitede ekonomi dersine başlamadan, beş on dakika süre ile öğrencilerimle haftanın kültür sanat olaylarını konuşurum. Onlara tiyatro, opera, konser, sergi, kitap önerileri yaparım. Nerelere gittiklerini ve ne okuduklarını sorarım... Çünkü, "Ekonomi" denen şeyin hedefi insandır. Üretimin, gelir yaratmanın hedefi, insana daha iyi, daha mutlu bir hayat imkanı vermektir. Ekonomimiz sorunlu, gelir imkanımız düşük diyerek sanatı, edebiyatı gündemden çıkarırsak yaşamın ne anlamı kalır?
Milliyet'in ekonomi sayfasında, bu sütunda, genel yayın yönetmenimizin ve ekonomi yönetmenimizin "hoşgörüleri" ile arada sırada ekonomi dışındaki konularda yazmamın nedeni de budur.
Bu hafta sonu sayın okuyucularıma İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçılarının Atatürk Kültür Merkezi'nde sahnelemeye başladıkları "Il Trovatore' operasından söz edeceğim.
Verdi (1813-1901) bir İtalyan müzik adamı. Il Trovatore, 40 yaşında bestelediği 17'inci operası. Bu operanın librettosu (konusu ve sözleri) "El Trovador" isimli (Trovador - Müzik ve şiir ile uğraşan şövalyelere verilen isim) bir İspanyol yapıtına dayanıyor. Savaş, aşk ve intikam sahneleniyor. Aragon kıralı varis bırakmadan ölünce boşalan taht için yedi kişi halk iddia ediyor. Birbirleriyle savaşmaya başlıyor. Bu dönemde geçen olayın kahramanları, gözleri önünde ateşe atılarak diri diri yakılan annesinin intikamını almaya yemin eden çingene kadın Azucena (Jaklin Çarkçı), kardeş olduklarını bilmeden iktidara ve de Leonara'ya (Perihan Nayır) sahip olmak için savaşan Kont Luna (Mete Uğur) ile Manrico (Erol Uras). Konu karamsar ve karanlık. Olaylar sahne gerisinde geçtiği ve izleyenlere oyuncuların ağzından aktarıldığı için sahnede hareket az. Sahnelenmesi güç bu yapıtı, operanın yirmibeş yıllık solisti, dramaturgu ve eski yöneticisi Yekta Kara sahneye koymuş. Yekta Kara sahneye hareket vermek için günümüz giysileriyle asker baletleri sahneye çıkarmış. Yekta Kara deneyimi ve yeniliği ile sahneye koymada başarılı olmuş.
Ben geçen çarşamba akşamındaki performansı izledim. Antonio Pirolli yönetimindeki İstanbul Devlet Opera Orkestrası çok çok iyi idi. Müzik canlı, güçlü, etkileyiciydi. Sanatçıların sesini bastırmıyordu. Sanatçılarla uyum içindeydi. Koro çok çok iyiydi.
1957'de İtalya'da La Scala'da Leyla Gencer'in seslendirdiği Leonora rolünde Perihan Nayır ile çingene kadın Azucena rolünde Jaklin Çarkçı sesleri ve oyunlarıyla başarılıydı. Deneyimli devlet sanatçısı Mete Uğur ile deneyimli tenor Erol Uras (akrabalık ilişkim yoktur) sesleri ve oyunlarıyla alkış topladı. Dekor ve kostüm konusunda ise "rezervim" var. Bizim boylarımız kısa, kilolarımız fazla. Kısa boylu, kilolu insana bol, geniş omuzlu kıyafetler giydirdiğinizde, önlerinden arkalarından bez parçaları sarkıttığınızda insanlar sahnede kayboluyor. Giysilerin ve dekorların rengi birbirine uyunca sanatçılar görünmez oluyor. Tarihi dekor, tarihi giysi uğruna seyircinin içini karartmaya, sanatçıyı izleyemez duruma getirmeye kimsenin hakkı yok.
İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin yeni sanat yönetmeni Suat Arıkan, "Verdi'nin Rigoletto'su ve La Traviata'sının ardından Il Trovatore ile sanatçının üçlemesini tamamladık" diyor.
İmkanınız varsa Il Travatore'yi mutlaka izleyin. Hoşunuza gidecek. Alkışlayacaksınız. Sahneye konulmasında emeği geçenleri (eleştirdiğim Osman Şengezer dahil), sahneye çıkanları, orkestrayı kutlarım. Sahnelenmesi güç bir operayı Türkiye şartlarında bu çizgide sahnelemek başarıdır.