YAZININ başında özet vereyim: Kısa dönemde ne her şey rezil olur, ne her şey düzelir... Böyle gelmiş böyle gider... Havalar iyi gidiyor, turistler geliyor diyerek belki belki piyasa ve moral biraz da düzelir... Ama işte o kadar!.. Önemli olan, sonbahar ve kış aylarında ne yapacağımızdır.
Şimdi de "felaket kapılarını" kapatayım: Ülkemiz için "en büyük felaket" döviz krizidir. Döviz krizi ya dövizin bitmesinden ya da halkın dövize hücum etmesinden çıkar. Kısa dönemde ve hatta yıl sonuna kadar böyle bir tehlike yoktur. Yıl sonuna kadar Merkez Bankası dövizi ilan ettiği fiyattan satmayı sürdürecek imkana sahiptir.
Halkımızın bir kesimi için "en büyük felaket", borsanın çökmesidir. Borsa büyük fiyat inişlerinde halkın paniğe uğraması ile çöker. Bizim borsamızda halk büyük fiyat inişlerine şerbetlendi. Borsa iniyor. Kerizler silkeleniyor. Sonra çıkıyor. Kerizler silkelenmeye alıştı. Borsada panik yaşanmaz. Borsa çökmez. İner, çıkar... Böylece gider.
Kimsenin fark etmediği, fark edenlerin de söz etmekten çekindiği "bir büyük tehlike" bankacılık krizidir. Bankacılık krizi denilince şimdilerde kamuoyu sadece Mevduat Sigorta Fonu kapsamındaki 8 bankaya bakıyor. Onlar sistemin "leblebi - çekirdeğidir". Esas sorun dev bünyeleri ile kansere tutulmuş bankalardır. Politikacılar böyle büyük "cenazeleri kaldıracak güçte olmadıklarından", böyle bir sorun çıksa bile "ölmüşü yaşar gibi göstereceklerinden" kısa sürede bankacılık krizi çıkmaz. Politikacılar bankaları yemlemeyi sürdürür. Nihayet "milli tehlike", politikacıların "pes diyerek" para musluklarını açtırmasıdır. "Enflasyonu durdurmak bize mi düşmüş?" havasına kapılıp para musluklarını ya azar azar, ya da sonuna kadar açabilirler... Ödenen faturalar boşa gitmiş olur. Ama kısa sürede bu koalisyon devam etse de, etmese de böyle bir tehlike ortada görülmüyor.
Demek ki, felaket kapıları kapalı durumda. Şimdi de "iyilik kapılarını" zorlayalım.
Bu ülkeye iyilik, üretim artışı ile gelir. Önce talep artar. Sonra üretim artar. Üretim artınca yatırım artar. İstihdam artar. Yatırım ve üretim arttığı için insanlar iş bulduğu için daha çok kazanır. Daha çok harcar. Daha çok harcama talep artışı demektir. Talep arttığı için gene üretim artar... Böylece iyilik çarkı döner, döner...
Memurun, emeklinin maaşı, işçinin ücreti, çiftçinin geliri sınırlandırıldı. Devlet yatırım yapmıyor. Özel sektör yatırımları durdurdu. Bu durumda iç talepte kısa sürede büyüme beklenemez.
Dış talep (yani dışsatım - yani ihracat) Allah'a şükür (daha doğrusu ihracatçılara teşekkür) düşmedi ama... Büyüyemiyor.
İşte bunun içindir ki, yaz aylarında piyasanın canlanması sadece yabancı turist harcamalarına bağlı kalacak demektir.
Yaz sonunda da çiftçi malını satmaya başlayacak, eline az veya çok para geçecektir.
İşte o kadar...
Efendim Mercedes'te kuyruk var... BMW otomobili almak isteyenler dört ay bekliyor. Tofaş tam kapasite çalışıyor... Bunlar ekonominin, Türkiye ekonomisinin ana göstergeleri değildir. Bizim için önemli olan peynir - zeytin, pantolon - gömlek, ayakkabı - çiklet talebidir.
Kısa yazıda "falcılık" etmeye, tüm yaz için "ahkam kesmeye" imkan yoktur. Gene bir özet ile yazıyı bağlayayım: Yaz aylarında fiyat artışları yüzde iki dolayında artmaya devam eder. Merkez Bankası dövizi ilan ettiği fiyattan tutar. Faizler biraz yükselir. Hükümet (bu hükümet veya başka hükümet) istikrar programını uygulamayı sürdüreceğinden memurun, emeklinin, işçinin ve çiftçinin gelirinde bir ayarlama imkanı olamaz. Borsa bir iner, bir çıkar ama batmaz... Piyasa biraz kıpırdar ama normale dönemez. Yaz biter... Biz gene aynı şeyleri tartışmaya devam ederiz.
Yazara E-Posta: guras@milliyet.com.tr