45’i gördük, 50’ye hazır mısınız?

9 Temmuz 2017

Çok değil daha 20 gün önce “Gelsin artık şu yaz” diye sızlanırken bir anda klima ve vantilatör önüne mıhlandık. Hemen ardından da sokağa yağmurluk ve montlarla adım attık. İklim artık olağan değil. Denge bozuldu çünkü küre ısınıyor. Zaten iklim bilimciler de epeydir küresel ısınma uyarısı yapıyor.

Tabii, Arda Turan’ın şımarıklıkları ya da birkaç yılda günah keçisi ilan edilecek bir futbolcunun transferi kadar önemli olmadığından; bizde hep gündemin alt sıralarında kalıyor bu uyarılar. Neyse ki, marjinal sıcaklıklar sayesinde bir nebze de olsa bilimin sesi duyulur olmaya başladı. Aynı depremde olduğu gibi. Fay hatları üzerinde şehirler kurduğumuzu da 17 Ağustos’tan sonra öğrenmiştik. “Afet bilinci”ne sahip olmasak da “felaket bilinci”miz her felaketle biraz daha artıyor.

Korkulan bir senaryo

Malum, geçtiğimiz hafta afet derecesine varan çöl sıcağıyla karşı karşıyaydık. TV ekranları güneşten nasıl korunacağımıza, nasıl beslenip ne kadar su tüketmemiz gerektiğine dair bilgilerle doldu. Ama yine ağırlıkla nedenden çok sonucu konuşmakla, Urfalıların nasıl serinlediğine odaklanmakla yetindik. Oysa sıcaklıklardaki bu hızlı değişimler, yağış rejimlerindeki anormallikler aslında hep korkulan

Yazının Devamı

Dönüştüren tatil

2 Temmuz 2017

Tatil geleneğimiz deniz, kum, güneş üçlüsünden ibaret. Sıcaklarla birlikte Çin Denizi’ne dönüşen İstanbul plajları ve tatil beldelerindeki nüfus yoğunluğu malumunuz... Denizi severiz. Severiz sevmesine ama temizliğiyle ilgilenecek kadar değil. Bir de bunalınca ağaca, ormana koşarız. Ama nedense dönüşte de çöplerimizi orada bırakırız.

Kısaca, doğayla ilişkimiz sorunlu. Tek gecelik bir aşk gibi yaklaşıyoruz tabiata. Bir ağacın evrene birçoğumuzdan çok daha fazla değer kattığını bilmediğimizdendir belki de bu hoyratlık. Toprak can verirken biz onu betona boğma derdindeyiz. Hatta bunun için kredi çekip yıllarca çalışmamızı gerektirecek kadar borçlanıyoruz. Böyle bakınca anlamsız gelse de düzen bu.

Toprakla temasın hazzı

Bu düzeni sorgulamaya başlayanlar da çoğunlukla şehir yaşamını bırakıp doğaya kaçanlar oluyor. “Başka bir hayat mümkün” deyip yeni bir maceraya girişiyorlar. Belki çok davetkar görünse de birçoğumuz için bu, bugünden yarına gerçekleşecek bir düş değil. Ama kısa da olsa bunu deneyimlemek mümkün. Mesela bir ekolojik tatil. Geleneksel tatili bir seferliğine bir yana bırakıp doğayla baş başa bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Serde kulaç atma yerine çapa sallama, köpük dansı

Yazının Devamı

Yerel tat yerel pazarda

25 Haziran 2017

Pazarlar çiftçiler için fuar görevi de görüyor. Tüketiciye üretim biçimini ve ürününü anlatan çiftçi, elde ettiği gelirle geleceğine yön veriyor. Şile’deki Yeryüzü Pazarı’nda olduğu gibi

Aile çiftçiliğinin pilot bölgesi Şile’den bildirmeye devam edelim... Geçtiğimiz hafta da değinmiştik, çiftlik hayatının ekonomik olarak sürdürülebilir olmasının en önemli ayağı pazar. Yani siz, yetiştirdiğiniz çilekle çok özel ve sağlıklı reçeller yapabilirsiniz ama o reçel talep edilen bir ürüne dönüşmezse devamlılığı sağlamak zor. Hele endüstrinin köylere bile girdiği bir dönemde. Onun için yerel pazarlar kırsal üretim yapanlar açısından çok önemli.

Bu pazarlar, çiftçiler için bir nevi fuar görevi de görüyor. Tüketiciye kendini, üretim biçimini ve ürününü anlatan çiftçi, pazardan elde ettiği gelirle geleceğine yön veriyor. Şile’deki Yeryüzü Pazarı’nda da tüm bu faktörler devrede.

Kadınlar işbaşında

Mesela Fatma Çetin. Pazarda sirke tezgahı var. Yaptığı kestane balı sirkesi uluslararası üne kavuşmuş. Sirkesi, dünya genelinde kültürlere ve geleneklere ait yok olma riski altındaki gıda ürünlerini kapsayan Nuh’un Ambarı Listesi’ne girmiş. O ise satışları biraz daha artırabilirse yeni kazanlar alarak

Yazının Devamı

Şile’de aile çiftçiliği

18 Haziran 2017

Büyük kentlerde yaşayan insanlar süpermarketlere bağımlı. Bu zorunluluğu Şile’de kurulacak aile çiftlikleri kırabilir.

Endüstrileşen tarım, aile çiftçilikleriyle yeniden yerelliğe evriliyor. Endüstriyel gıdaya yönelik şüphelerle birlikte tarım politikalarıyla vadedilen teşvikler de bu yolun önünü açıyor. Süreç sevindirici.

Sonuçta alternatif peynire, yoğurda, bala ulaşmak çok daha kolaylaşacak. Özellikle kentlerde yaşayanlar çok büyük oranda süpermarketlere bağımlı. Bu zorunluluğu tüketiciye güven sağlayabilen aile çiftlikleri kırabilir. Tabii burada en önemli kriter lojistik; yani ürünün erişilebilir olması. Bu açıdan İstanbul’un Şile ilçesi büyük bir potansiyele sahip.

İlçenin Belediye Başkanı Can Tabakoğlu da bu potansiyelin farkında. Geçtiğimiz hafta Şile’ye, “Yeryüzü Pazarı”nı ziyaret etmek için gittiğimde, sohbet etme imkanı bulduk. Milli Tarım Projesi kapsamında ilan edilen Tarım Reformu’nun pilot bölgesi olma heyecanını yaşıyordu. “Aile Çiftçiliği Protokolü”yle tarım reformunun ilk uygulamasının Şile’de gerçekleşeceğini söyleyen Tabakoğlu, ‘Köylü kazanacak’ dediği modeli anlattı...

“Türkiye bir model üretmek zorunda ve bu model rekabetçi olmalı. Biz bu modele tarımsal turizm

Yazının Devamı

Propolis gerçekten mucizevi mi?

11 Haziran 2017

Çağın vebası kanser. Hem kendimiz hem de yakınlarımız için adeta diken üstündeyiz. Haliyle de kansere dair her gelişme birçok hanede geniş yankı buluyor. Çare arayışının önemli bir parçası da beşeri ilaçların yanı sıra bitkisel ve hayvansal ürünler. O ürünlerden biri de propolis.

Propolis, arı kovanlarının koruyucusu. Antik Yunan’dan miras. Arıların, ağaç kozalak ve kabuklarından, bitkilerin yağ, polen ve tomurcuklarından topladığı bu reçinemsi madde, eski çağın antibiyotiği olmuş.

Yapılan çalışmalara göre, propolis sahip olduğu fenolik bileşenlerden dolayı antimikrobiyal bir etki gösteriyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor, kanser oluşumunu baskılıyor. Metabolizmayı koruyucu bu özellikleri aslında kovan içindeki muazzam düzenin eseri. Çünkü arılar propolisi kovan tamiri, ölü arı ve diğer canlıların çürüyerek mikroorganizma üretmelerini engellemek ve kovanın dezenfektesi için kullanıyor. 1960’lı yıllardan sonra bilim insanlarının dikkatini çekmesiyle de propolisin biyolojik etkilerine dair araştırmalar başlıyor.

Üç üründen biri faydasız

20’den fazla fenolik bileşik içeren propoliste; birçok ilacın aktif maddesi olan flavonoidler, antioksidanlar, antibiyotik ve antiviral etkili

Yazının Devamı

Zeytin sınavı

4 Haziran 2017

Bu hafta, doğal hayatı koruma ve çevre hassasiyeti adına önemli bir sınav verdik. Zeytincilik Kanunu’nda yapılmak istenen üç kritik değişiklik, büyük bir toplumsal tepkiyle karşılandı. Sosyal medyanın da etkisiyle çığ gibi büyüyen bu tepki, Tarkan gibi etkin isimlerin de katılımıyla siyaseti etkiledi.

Ama yeşil duyarlılıkla oluşan iklim, maalesef tam anlamıyla Akdeniz olamadı. Sonuçta da TBMM’den kısmi uzlaşı çıktı.

Bu uzlaşma, zeytin ağaçlarına yönelik tehdidi ciddi oranda azaltsa da 4. madde hâlâ zeytinin Demokles kılıcı olarak kaldı. Neden mi? Çünkü 4. madde, belli kıstaslar yoluyla zeytinliklerin imara açılmasının yolunu yapıyor.

Açalım... Tartışma yaratan torba yasadaki 4. madde, Zeytincilik Kanunu’nun 20. maddesini değiştirmeye yönelik. O madde zeytinlik sahaları ile 3 kilometre çevresinde her türlü tesis yapımını yasaklıyordu. Hem de neredeyse 100 yıldır. Yani adeta asırlık zeytin ağaçlarının koruma zırhıydı. Ancak TBMM’deki komisyona gelen teklif, “alternatif alan bulunamaması” ve “kamu yararı” kıstaslarıyla bu zırhın kaldırılmasını düzenliyor.

Kıtlık kapıda

Tabii çoğu yüzlerce yıllık olan zeytin ağaçlarının kesilebilecek olması haliyle büyük yankı yarattı. İtirazlar sonrası

Yazının Devamı

Yerel tohumda son durum

28 Mayıs 2017

türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) ulusal strateji geliştirme projesini geçtiğimiz günlerde İstanbul’da kamuoyuna açıkladı. Hem bu köşede hem de gazetede yerel (atalık) tohum düzenlemesine dair çekincelere yer verdiğim için TÜRKTOB’un davetli listesindeki gazetecilerden biri de bendim. Zaten yerel tohum, toplantının ana gündemi oldu çünkü 2018 yılı itibarıyla tohumda sertifika şartı aranacak.

Yani önümüzdeki yıldan itibaren 5 dönümün üzerinde tarım yapan bir çiftçi, ancak sertifikalı tohum kullanırsa tarım desteklerinden faydalanacak. Tabii bu durum, 5 dönümün üzerinde kendine ait yerel tohumla üretim yapan çiftçinin destekten mahrum kalması anlamına geliyor.

Endişe edilen durum şu; yerel tohumla üretim yapan ve geçimini sürdüren çiftçi, destekten mahrum kalması halinde yaşayacağı ekonomik darboğaz nedeniyle ya tohumundan ya da çiftçilikten vazgeçebilir. Ayrıca her yıl sertifikalı tohum alma zorunluluğu da ek bir yük oluşturacak ve çiftçinin elindeki atalık tohum, sertifika şartı nedeniyle kaçak MP3 gibi olacak; zamanla aynı MP3 ses formatı gibi tarihe karışacak.

GDO’ya muhtaç oluruz

Tabii TÜRKTOB, sertifikalı tohum satan 791 şirketin oluşturduğu bir birlik. Haliyle de yeni

Yazının Devamı

Domatesle toprağa dönüş

14 Mayıs 2017

Daha birkaç hafta önce sofranın bir rengi olan domates, kazandığı “itibar”la bir anda gündemin ilk maddesi oldu. Önce kendisine bu yıl da Rusya vizesi verilmediğine üzüldük sonra da cakası düşeceği yerde kilosunu 10 liraya yükseltmesine şaşırdık. Hal böyle olunca da yoksul sofralarındaki salatalar domatessiz kaldı, yemekler iyice salçaya bulandı, kebapçılar ezmeyi menüden çıkardı.

Oysa birkaç ay sonra çiftçi, düşük fiyat nedeniyle domateslerini satamamaktan yakınacak. Belki de geçmiş yıllarda olduğu gibi tarlaya döküp eylem yapacak. Bu durumun tarım sektöründeki pazarlama ağında yaşanan çarpıklık ve aşırı kâr hırsının sonucu olduğunu artık söylemeye bile gerek yok. Antalya’da, Mersin’de çiftçinin 50-60 kuruşa sattığı domatesin Şişli’de, Kadıköy’de 5-6 lirayla tezgaha çıkması herkesin malumu. İlgililer yıllardır bu tabloyu sona erdirecek düzenlemeler yapıyor ama bu düzen nedense hiç değişmiyor.

Evin yeni evladı

Aslında belki de bu domates krizi fırsata dönüştürülebilir. Fazla iyimser ve romantik gelebilir size ama doğadan kopuşumuzu geriye döndürecek bir süreci de başlatabilir domates. Nasıl mı? Balkon tarımıyla...

Bugün yaklaşık 50 santimetrelik bir saksıda domates yetiştirmek mümkün

Yazının Devamı