DÜNYA İÇİN GERİ SAYIM

31 Aralık 2017

Ekolojik yıkım her geçen yıl daha da artıyor. Mesela 20 yıl önce dünyanın kaynakları o yılın eylül ayına kadar insanlığı idare ediyordu. Geçen yılın limiti aşım günü 8 Ağustos’tu. Kuvvetle muhtemel dünyanın biyolojik kapasitesi, yeni yılda ağustosa kadar bile yetmeyecek

Bu akşam geri sayım var. 10, 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2, 1..... Veee hoş geldin 2018... Sevincinizi kursağınızda bırakmak gibi olmasın ama tam 152 gün önce “Hoş geldi” zaten 2018. Nasıl mı?

Şöyle ki, 2 Ağustos 2017’den beri 2018’in biyolojik kaynaklarından yiyoruz. Çünkü yerkürenin insanlığa sunduğu bir yıllık doğal kaynağı 2 Ağustos itibarıyla tamamen tükettik.

3 Ağustos 2017 gününden bugüne de yeni yıldan aldığımız ekolojik borçla yaşıyoruz.

Daralan bütçeyle ay sonunu getirmeye çalışanlar, bu duruma hiç de yabancı değil. Hep bir sonraki aydan yenir ya, aynen öyle... Yılbaşı eğlencesi için kredi çekip bu borcu 2018’de ödediğinizi düşünün. Epeydir, “Ekolojik Ayak İzi”nde de durumumuz bu. Zira bugünkü gibi tüketmeye devam edersek doğal kaynaklar açısından 1.7 dünyaya ihtiyacımız var.

İşin kötüsü, ekolojik yıkım her geçen yıl daha da artıyor. Mesela 20 yıl önce dünyanın kaynakları o yılın eylül ayına kadar insanlığı idare

Yazının Devamı

Gıdanın yeni dili

24 Aralık 2017

Alıcı üreticiyi biliyor, tanıyor. Zaman zaman buluşup köyde tarlayı, üretim alanlarını ziyaret ediyor. Kullandığı tohuma, gübreye, ilaca bakıyor. Taleplerini de direkt çiftçiye iletiyor Tüm bu sürece de “TDT”, yani “Topluluk Destekli Tarım” deniliyor

TDÜ, TDT, KOS, YDO... Durun, durun hemen bu kısaltmalar da neyin nesi demeyin... Anlatacağım. Bunlar, gıdada yeni bir hareketin dili. Çoğumuz aşina değiliz ama yaşadığımız semtlerde küçük gruplar epeydir bu dille konuşuyor.

Mesela “TDÜ” diyorlar... Yani “Topluluk Destekli Üretici”. Alıcılarıyla bir nevi ön sözleşme yaparak ekim yapan çiftçi anlamına geliyor. Bu, köydeki çiftçinin ektiği domatesin, patlıcanın; süzdüğü balın, yaptığı tarhananın kim tarafından ne kadar alınacağını önceden bilmesi demek. Ona göre üretimini planlıyor, tarlasını, tezgahını bu plan doğrultusunda hazırlıyor.

Üreticiyi denetliyor

Tabii, alıcı da üreticiyi biliyor, tanıyor. Zaman zaman buluşup köyde tarlayı, üretim alanlarını ziyaret ediyor. Kullandığı tohuma, gübreye, ilaca bakıyor. Taleplerini de direkt çiftçiye iletiyor. Ürünü hangi tohumdan istediğini, peynirin nasıl olması gerektiğini, salçayı ne tür biberden tercih ettiğini anlatıyor. Tüm bu sürece de TDT,

Yazının Devamı

Ufak ufak öldürüyor

17 Aralık 2017

“Ufak Tefek Cinayetler”i izlerken, ekran başındakilerin büyük çoğunluğu arama çubuğuna “Pestisit nedir?” yazmış. Yarattığı merak ve farkındalık için dizinin senaristlerini kutlamak lazım

Google’ın 2017 arama trendlerinde en şaşırtıcı sonuç “pestisit”in liste başı olmasıydı. İlk duyduğumda ‘Halk bilinçleniyor’ diye içimden geçirdim. “Zaten son dönemde gıdaya yoğun bir ilgi var; bu sonuç da sağlıklı gıda ve beslenme kültürüne yönelik arayışın etkisidir” diye düşündüm. Hatta pestisitle ilgili iki yazı yazdım diye sonuçtan kendime pay bile çıkarıyordum ki bu ilginin nedeninin “Ufak Tefek Cinayetler” dizisi olduğunu öğrendim.

İlaç diyoruz ama...

Öyle ya dizi çok popüler. Haliyle pestisiti de popüler yapmış. ‘Pestisit’ ilk olarak dizinin 3. bölümünde geçiyor. Kadın doğum uzmanı Oya (Gökçe Bahadır), hormon tedavisi için kliniğine gelen zengin ve şımarık arkadaşı Merve’yi (Aslıhan Gürbüz) zehirlemek için asistanından ‘pestisit’ istiyor. Niyeti, hormon yerine pestisit zerk ederek yılların intikamını alıp Merve’yi öldürmek. Amaç ilk başta böyle yansıtılsa da pestisit siparişinin sadece korkutma amaçlı olduğu 4. bölümde anlaşılıyor. İşin özeti bu.

İlgili sahnelerde pestisite dair bilgiler de

Yazının Devamı

Milli et için milli çoban!

10 Aralık 2017

Önümüzdeki hafta Yerli Malı Haftası. Eskiden okullarda kutlardık. Herkes memleketine, yöresine has ürünleri tanıtırdı. Hâlâ kutlanıyor ama zamanla içeriğinden biraz saptı. Bir nevi “sınıfta altın gününe” döndü.

Neyse ki millilik ve yerlilik yine çok gözde. Politikacıların sürekli dilinde: Milli silah, yerli otomobil, milli havalimanı, yerli enerji, milli duruş... Niyet ve söylem böyle ama pratik çok farklı. Birçok alanda maalesef dışa bağımlıyız. Otomobil öyleydi, bilgisayar çıktı öyle oldu, cep telefonlarında yine aynı tablo. “Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı” diyerek büyüttüğümüz nesiller, 2 yıllığına borçlanarak “store”lar önünde telefon kuyruğuna girer oldu.

“Çoban bulamıyoruz”

Tabii, bu durumun teknolojiyle sınırlı kalmayıp gıdaya sirayet etmesi “yerli üretim” duyarlılığını iyiden iyiye artırdı. İşte et. İthal ete muhtaç hale geldik. Çünkü, “milli et”i devşirmeye çevirdik. Önce yemi, ardından da hayvanın kendisini yurtdışından almaya başladık. Yetmedi, çobanı da ithal ettik. Anadolu’da hayvanlara artık Afgan, Özbek ve Kırgızlar bakıcılık yapıyor. Çünkü, ahali ya işi ya da parasını beğenmiyor. Besiciler, “4-5 bin lira maaşa çoban bulamıyoruz” diyor.

Kasaplar

Yazının Devamı

O tavuklar nerede?

3 Aralık 2017

Geride bıraktığımız ayın en önemli gelişmesi Rusya kaynaklıydı. Hayır, Soçi’deki Suriye zirvesi değil. Ülkenin denetim ajansı Rosselkhoznadzor’un Türkiye’den gelen 23 ton tavuk etini aşırı antibiyotik nedeniyle geri çevirmesi zirveden daha mühimdi

Rusya’nın denetim ajansının Türkiye’den gelen 23 ton tavuk etini aşırı antibiyotik nedeniyle geri çevirmesi ilk değil. Geçtiğimiz yılın ocak ayında da Türkiye’den giden 23 ton tavuk eti için imha veya iade kararı almıştı Rusya. O partide yapılan analizde izin verilenden 1.8 kat daha fazla “oksitetrasiklin” tespit edilmişti. Bizdeki kaynaklarda yer almadı ama bu seferki analizde ise aşırı oranda “doksisiklin” bulunmuş. Rus kaynaklara göre laboratuvar analizinde çıkan doksisiklin oranı izin verilen maksimum seviyesinin iki katından fazla.

Hem oksitetrasiklin hem de doksisiklin, ‘tetrasiklin’ grubu bir antibiyotik. İnsanda ve hayvanda tedavi amaçlı kullanılıyor. Hayvancılıkta tedaviye ek olarak büyümeyi hızlandırma amaçlı kullanımı da gündeme gelince AB kurulları devreye girerek yetiştiricilikte kullanımına sınırlamalar getirdi.

Bundan yaklaşık 10 yıl önce “tetrasiklin” grubu antibiyotiklerin sadece hastalık halinde, veteriner gözetiminde

Yazının Devamı

Kayısı ağaçları neden kesiliyor?

26 Kasım 2017

Aslında her şey çok güzel başlamıştı... Hasat dönemi bol ürünle açılmış, birkaç gün sonra da AB’nin “Coğrafi İşaret Tescil Belgesi” gelmişti. Bu belgeyle kayısı artık resmen “Malatya Kayısısı” olmuş, endemik bir ürüne dönüşmüştü. Gelecek, kayısı üreten çiftçi için artık daha aydınlık olacaktı. Kayısı, ekonomik değerini katlayacak, bölge insanı da bu artıştan payını alacaktı.

Peki ne oldu? İki ay sonra kayısı üretilen ilçelerden birinin ziraat odası başkanı çıktı, “Kayısı para etmiyor, üretici ağaçlarını kesmeye başladı” açıklamasını yaptı. İş, bir anda mutlu aile tablosunun ilerleyen sahnelerde dağıldığı Türk filmine döndü.

Oda başkanı kesilen ağaç sayısının 2 milyonu bulacağını söylüyor. Bölgede 8.5 milyon kayısı ağacı olduğu düşünülürse bu oldukça yüksek bir rakam. Bakanlık teşkilatı ise kesimlerin yaşlı ağaçları kapsadığını ve sayının 250 binlerde kalacağını açıkladı.

“Sürekli aracılar kazanıyor”

“Sarı altın”ın sıçrama yapacakken irtifa kaybetmesi aslında Türkiye tarımının kronik bir sorunundan kaynaklı. Çünkü, şehirlerde el yakan tarım ürünleri tarlada para etmiyor. Çiftçi değil; aracı, mübadeleci, tüccar kazanıyor. Hem de çiftçinin emeğinin onda birini bile göstermeden.

Oda

Yazının Devamı

Doğal zarar!

19 Kasım 2017

Herkes 100 yıl yaşama derdinde. “Omega”lar, “Q”lar, “Beta”lar havada uçuşuyor. Türlü türlü vitaminler, antioksidan deposu drajeler... Ama maalesef her madde amaca uygun etki göstermiyor.

Gıdanın endüstriyelleşmesiyle başlayan doğala dönüşte işin ucu kaçtı. Her gün yeni bir gıda takviyesi reklamı çıkıyor karşımıza.. “Omega”lar, “Q”lar, “Beta”lar havada uçuşuyor. Türlü vitaminler, antioksidan deposu drajeler, “mucize otlar”, kanser düşmanı ginsengler, ekinezyalar, bitkiler... Tabii bu trendi fırsata çevirenlerin bir bölümü de açık açık toplum sağlığıyla oynuyor. Bunu, “bitkisel ve doğal” etiketiyle satılan ilaçları tüketenlerin ölümleriyle acı şekilde yaşıyoruz.

İşte geçen hafta yazdık; Propolisin içinden viagranın etken maddesi çıkmış! Oysa ki, insanlar ‘kanserden korusun’ diye satın alıyor. Bu ne kadar gerçek o da tartışılır. Propolisin meme kanserli hücreye karşı etkisini araştıran İ.Ü. Deneysel Tıp Enstitüsü’ndeki ekipten Dr. Neslihan Işık Saygılı bakın o araştırmayı nasıl anlatıyor:

Direkt etkisi yok

“Laboratuvar ortamında belirli sayıda hücre ölümünü göstermek maalesef bir kanser ilacı ürettiğimiz anlamına gelmiyor. Öncelikle biz bir bitki ya da ekstratı yediğimizde bu maddeler

Yazının Devamı

Sahte propolİsle şİfa aramayın!

5 Kasım 2017

3’ü Arjantin ve Çin, 5’i İstanbul kökenli olmak üzere 8 adet propolis örneği üzerinden yapılan araştırma gösteriyor ki bu 8 örnekten sadece 1’i kansere karşı etkin bileşene sahip...

Bu köşedeki “propolis” yazısına epey geri dönüş geldi. Maillerin hatırı sayılır kısmı da tavsiye, ürün veya markaya yönelikti. Belli ki propolise ilaç gözüyle bakılmaya başlanmış. Tavsiye talep eden okurların bir bölümü kanser tedavisi gördüklerini ve doktor önerisiyle propolis kullandıklarını da belirtiyor. Bu açıdan tıbbi farmakologların, enstitülerin ve ilaç sanayisinin propolise yönelik daha kapsamlı çalışma yapması şart.

Mevcut çalışmaların söylediği şu: Propolis, sahip olduğu fenolik bileşenlerden dolayı antimikrobiyal bir etki gösteriyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor ve kanser oluşumunu baskılıyor. Propolisin metabolizmayı koruduğu açık ama hangi ürünün ne derecede koruduğu çok büyük bir soru işareti. Çünkü propolis aynı bal gibi... Hem içeriği değişken hem de sahteciliğe çok açık. Bileşimi olağanüstü değişken çünkü üretildiği coğrafik menşeiye haiz kimyasallar içeriyor. Yani, Kore propolisinin bileşenleri farklı, Brezilya’nınki farklı. Anadolu propolisi ise bambaşka. Birinde yetersiz olan

Yazının Devamı