İran’da rejimin 40’ıncı yılı

14 Şubat 2019

İran’da Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin tacı tahtı bırakıp (ama milyonları, hatta milyarları Amerikan uçaklarıyla Mısır’a ve İsviçre’ye göndererek) İran’dan ayrılmasının üzerinden tam 40 yıl geçti. O yıllarda Tahran’dan gelen haberlerin hemen tamamı, Evin Hapishanesi’nde rejim aleyhtarlarına yapılan işkenceler, tutuklanan ama bir daha kendisinden haber alınamayan şairler ve romancılar hakkındaydı. Ülkede siyaset toptan yasak olduğu için, öldürülen, hapse atılan muhalif siyasetçi hemen hiç yoktu. Rıza Şah’ın 1941’de babasını tahtan çekilmeye zorlayarak, iktidarı ele geçirdikten, ülkeden kaçtığı 11 Şubat 1979’a kadar, istihbarat örgütü SAVAK eliyle öldürdüğü muhaliflerin sayısı on binlerle ifade ediliyordu. ABD’de Case Western Üniversitesi öğretim üyesi Richard Cottam, 1980’de bir makalesinde bu sırada kaybolan kişilerin sayısının 125 bin civarında olduğunu yazmıştı.

Baba Pehlevi Rıza Han’ın da başlattığı “modernleşme” programı sırasında bu programın insani faturasına karşı çıkanları acımasızca yok ettiği de hatırlanmalıdır. Baba-oğul kanlı bir modernleşme ve Batılılaşma çarkı kurmuşlardı ki ülke (şimdilerde bazı aydınlarımızın bir Sovyet safsatası derecesine indirgediği) emperyalizmin

Yazının Devamı

Batı’nın Suriye için ‘Fake’ barış çağrısı

11 Şubat 2019

ABD, Venezuela’ya ne kadar insanî yardım (!) yapıyorsa, şimdi de yedi ülke, “ilgili taraflara” (yani Türkiye, Rusya ve İran’a) savaştan kaçınma ve diplomatik çözüm arama çağırısı yapıyor.

ABD, geçen hafta Washington’da altı ülke ile bir toplantı yaptı. Toplantıya Türkiye ve Rusya’nın Cenevre’de Suriye anayasa görüşmelerine gidecek delegasyonları seçme sürecine ilişkin mektubunu henüz yazılmadan reddetmek üzere Birleşmiş Milletlere başvurmuş olan Fransa, Almanya ve İngiltere katıldı. Ayrıca Suriye için altı yıldır kılını kıpırdatmamış olan Mısır ve Suudi Arabistan’ı ve belki de bu konuda tek söz sahibi Ürdün’ü de aldılar.

Aralarında Suriye savaşının yedi yıldır bütün yükünü taşıyan Türkiye’nin nedense bulunmadığı bu yedi ülke daha sonra bir ortak bildiri yayınladı. Bu bildiri de nedense sadece ABD dışişleri bakanlığının sitesinde yer aldı. Bildiriye göre bu arkadaşlar meğer Suriye’de BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararına göre, diplomatik bir çözüm istiyorlarmış. Sadece bu değil, (Almanya ve Ürdün hariç) topraklarında bir tek Suriyeli mülteci bulunmayan bu ülkeler, meğer Suriye’de askerî çözüm isteyenlerin bölgede çatışmaların yayılmasına sebep olmasından da korkuyorlarmış.

Sanki

Yazının Devamı

Uluslararası darbe ahlaksızlığı

7 Şubat 2019

ABD Dışişleri Bakanı Michael Pompeo listeler yayımlıyor: İki ülke daha Guaidó’yu geçici Venezuela başkanı olarak tanıdı. Böylece 4 Şubat 18.35 itibarıyla, 23 ülke Guaidó’yu tanımış oldu. Aynı saatlerde Google dünyada 195 ülke olduğunu bildiriyordu. Ne yapacağız? Pompeo’nun hayasız listesine katılan ülkelerin sayısının mesela yarıdan bir fazla, 98 olmasını mı bekleyeceğiz? Eğer sayın bakanın liste yayımlamasında, Twitter’da “Şu anda Letonya ve Litvanya da eklendi” gibi heyecanlı mesajlar yayımlamasındaki mantığa bakacak olursak, Venezuela halkının 20 Mayıs 2018’de yaptığı, halkın yüzde 87’sinin katıldığı, diğer iki adayın yüzde 21 ve yüzde 11 oyuna karşılık Nicolás Maduro’yu yüzde 67.8 oy vererek, ikinci bir 6 yıllık dönem için başkan seçtiği seçim yerine kaç ülkenin Maduro’yu, kaç ülkenin de Guaidó’yu başkan olarak tanıdığına mı bakacağız?

ABD ulusal güvenlik danışmanı John Bolton’ın çözümü ise Pompeo’nunki kadar demokratik değil ama daha etkine benzer. Son siyasal çabası Ankara’ya gelmeden 5 saat önce İsrail’de “Türklerin Suriye’de Kürtleri katletmesine izin vermeyeceğiz!” şeklindeki veciz sözleri tarihe mal etmek olan Bolton, “Venezuela ordusunun darbe yaparak halkın iradesini

Yazının Devamı

5.500 kilometre nereyi vurur?

4 Şubat 2019

ABD, 30 yıldır yürürlükte olan ve yarattığı güven ortamı ile daha sonra daha büyük silahları kapsayan Doğu-Batı yarışına ve böylece Soğuk Savaş’a son vermiş olan orta menzilli füzeler anlaşmasından çekildi. 31 Temmuz 1991’den geçen Cuma güne kadar, insanlık kuşkusuz bir yığın savaşın, açlığın, hastalığın tehdidi altında idi. Ama bir şeyden emindik: herhangi bir milletin başına, Hiroşima ve Nagazaki halkına olduğu gibi bir atom veya hidrojen bombası düşmez ve o kentteki insanların yüzde 40’ı o anda, yüzde 65’i de daha sonraki yıl içinde kitle halinde ölmezdi.

Saddam’ın kimyasal silahları, Beşar Esad’ın varil bombaları çok insanın kitle halinde ölümüne sebep oldu ve hâlâ olabilir. Ama böyle bir savaş için askerleriniz, uçaklarınız olmalı, onları bu katliamları işleyeceğiniz ülkede konuşlandırmış olmanız gerekiyor. Bunun önüne geçecek diplomatik temaslar ve caydırıcı askeri önlemler, bunlar yetmez ise karşı saldırılar her zaman mümkün. Başka bir deyişle nükleer olmayan saldırının hem hacmi hem verdiği zarar ve hem de ihtimali birçok değişkene bağlı.

Fakat nükleer silah, bir roket, ucuna bağlı atom veya hidrojen bombasını imal ettiğinizi, konuşlandırdığınızı ve kullanmaya karar

Yazının Devamı

‘Rogue State’ modeli

31 Ocak 2019

Sanırım uluslararası ilişkilerle ilgilenen hemen herkes “Rogue State” terimini ilk kez 1988’de, (şimdi artık kapanmış olan) Pan American havayollarına ait 103 sefer sayılı Frankfurt-Detroit seferini yapan dev Jumbo Jet yerleştirilen bombayla düşürülüp 243 yolcusu ve 16 mürettebatının tamamen öldürülmesinden sonra duydu. ABD, uçağa bomba konulması emrini bizzat Libya lideri Kaddafi’nin verdiğini öne sürdü; 2003 yılında Kaddafi emri verdiğini reddetmekle birlikte bütün sorumluluğu kabul etti ve suçlanan kişileri ABD’ye iade etti. Sanıkların belirlenmesi, ABD’nin Libya’yı suçlaması, sonra mahkeme safahatı ve nihayet Libya’nın uçaktaki kurbanlara 3 milyar dolar tazminat ödemesi hâlâ açıklığa kavuşmayan yanlarıyla oldukça ilginçtir.

Burada konu, 2006 yılına kadar, 1980’ler, 1990’lar boyunca, ABD’nin Libya’yı “Rogue State” diye adlandırması ve bunu bir hukuki statü haline getirmiş olması. Bunu gazeteler değişik şekilde tercüme ettiler. Sözlüklerde bu kelime, dolandırıcıdan tutun düzenbaza, ipsiz sapsızdan serseriye kadar çeşitli anlamlarla karşılanıyor. O tarihte gazeteler bu terimi “haydut devlet” diye çevirdiler. Örneğin 23 Nisan 1992 tarihli Milliyet’te, ABD Dışişleri Bakanı

Yazının Devamı

Şu meşhur mektup

28 Ocak 2019

ABD Dışişleri Bakanı Pompeo “Durun bu ne acele?” demeseydi, koca Arap Birliği Sudan ve Mısır’ın kuyruğuna takılıp, Beşar Esad’ın iki yanağından öpmek için kuyruğa gireceklerdi. Sudan devlet başkanı Ömer el Beşir’in Şam ziyaretinden sonra BAE ve Bahreyn kapıda 8 yıldır rengi solmuş levhaları boyatıp, Şam elçiliklerini geçen ay açmışlardı. Suudi Arabistan ve BAE’nin acelesi anlaşılabilir; Esad’ın kendi hava kuvvetlerine attırdığı varil bombalarının kevgire çevirdiği kentler yeniden inşa edilecek. Suudi müteahhitlere ve onların Amerikalı, İngiliz, Fransız ortaklarına iş lazım.

Sudan ve Mısır ise bu ülkelerin verdiği sadakayla geçinen diktatörlükler; dolayısıyla Suudi patronlarına şirin görünmeleri lazım. Lübnan’da geçen hafta yapılan Arap Birliği zirvesinde, sadece Katar lideri Şeyh Temim bin Hamed el Sani’ nin katılımı kısa ve gönülsüz oldu. Katar ve Moritanya, 8 yıl önce Suriye’nin askıya alınan üyeliği konusunda yeni bir karar alınmasına sebep olmadığını bildirdi. Diğer ülkeler ise katil Beşar Esad’ı bağırlarına basmaya hazır göründüler. Toplantı sonrası yorumlarda birçok gözlemci önümüzdeki Mart’ta Tunus’taki toplantıda Suriye’nin örgüte yeniden kabul edilebilmesinin muhtemel

Yazının Devamı

YPG Batı’nın başına bela oldu

24 Ocak 2019

Uluslar arası “Kürtleri koruma” koalisyonunun korosu, ABD’nin Suriye’den çekilmesi meselesini YPG’nin bekasına indirgemiş bulunuyor. Ajans haberlerine göre, ABD Savunma Bakanı Mike Pompeo da güvenli bölge ile ilgili hafta başındaki görüşmelerini bu konu üzerine çekmiş ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na “DAEŞ’e karşı savaşmış olan ortaklarımız...” diye başlayan acıklı bir giriş yapmış. DAEŞ ile mücadele bitmediğine göre, YPG’ye ihtiyaçları varmış.

Nitekim ABD’nin Irak’tan sonra Suriye’de sözüm ona DAEŞ ile mücadele için kurdukları uluslararası koalisyonun koordinatörü Brett H. McGurk’ün, Bush zamanında Irak’ta isteyenin bağımsızlık ilan ederek, istediği gibi devlet kurmasına imkân veren bir anayasayı Suriye’de de gerçekleştirme hevesi kursağında kalınca, “DAEŞ bitmedi” yalanına sarılmasındaki taktik de bu idi: “YPG bize hâlâ lazım!”

Obama ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Suriye’de ilk ayaklanmalar başladığında, Suriye lideri Beşar Esad’ı, artan muhalefete karşı demokratik çözümler üretmek üzere zorlayacaklarına, eline silah geçiren her grubu “demokrasi güçleri” diye ilan edip, ABD desteğinden nasıl yararlanacaklarına dair şartnameler yayınlamasa ve ihaleler açmasaydı (ki bu

Yazının Devamı

Planda olması gereken önemli faktör

21 Ocak 2019

Senatör Lindsey Graham, Türkiye’nin bölgesel ve küresel önemini bilen, Türk siyasetçilerle daha önce ikili ilişkilere yön verilmesine ilişkin çok sıkı iş birliği sicili olan başarılı bir siyasetçidir. Senatörün 30 Aralık’ta Beyaz Saray’da Trump ile yaptığı görüşmeyi, Amerikan medyası ve haber ajansları o kadar taraflı, o kadar “Yalan haber” çerçevesinden, Trump’ı küçültmek, bir senatörü daha Trump’a ve dolayısıyla Türkiye’ye karşı imiş gibi gösterme gayretiyle verdiler ki, senatör sonuçta ona hiç yakışmayan, Türkiye dostluğuna tamamen ters düşen bir tutumu savunmuş gibi oldu.

Trump’a “Suriye’den çekilme, yoksa Türkler Suriyeli Kürtleri katleder” diyecek son kişilerden birisi olan Senatör Graham, PKK ile PYD ve YPG arasındaki örgütsel bağları, alışverişleri, silah aktarmalarını sadece bilen kişi değildi; bu ilişkileri, Obama’nın da Trump’ın da devrinde Kongre komisyonlarında, kafaları önlerinde, adeta ağızlarından çıkan sözleri yutarcasına söyleyen ABD’li bakanlık yetkililerine, itiraf ettirmiş kişiydi.

Ama ortaya, Macron’undan Netanyahusu’na, Savunma Bakanından, uluslararası koalisyon koordinatörüne, Türk’ünden Amerikalısına sürü-sepet gazetecilere öyle bir “Aman çekilme! Yoksa

Yazının Devamı