Ne zaman uluslararası bir toplantı yapılsa, ne zaman “batı medyası” bir Türk bakanı ele geçirecek olursa, konu S-400’lere geliyor:
“S-400’ler NATO sistemi ile uyumlu değil. O halde neden bir NATO üyesi ülke olarak bu uyumsuz sistemleri alıyorsunuz?”
Tabii ki diplomatik nezaket, bu tür toplantılar ve soru-cevap oturumlarında, bu sorunun sahibine hak ettiği cevabı vermeyi engelliyor. Nezaket engeli olmasa, mesela şöyle denilebilirdi:
“Ya kardeşim, sen mi aptalsın ya da Türkiye’yi enayi mi sanıyorsun? Türkiye’nin karadan havaya savunma sistemine ihtiyacı var mı? Var. Peki Türkiye bu ihtiyacını gidermek için NATO müttefiki ABD’ye başvurdu mu? Vurdu. ABD neden Türkiye’ye bir Patriot sistemi kurmadı?”
Komplo teorisi yoktur; komplo görünümlü bir durumu izah çabası için sesli düşünme vardır. Türkiye’de aklını bu tür sorularla meşgul etmek istemeyenler dahil, 81 milyon insanın açıklamaya çalıştığı işte budur... Yani sorunun doğru şekli “Siz neden Rus S-400 hava savunma sistemi alıyorsunuz?” değil, “ABD size neden Patriotları vermiyor?” olmalıdır. Ki bu sorunun ilk cevabı, “Bana değil, Amerikalılara sor!” olur; sonra soru sahibi çok ısrar ederse, muhatabı ABD adına bazı cevap alternatifleri
Trump’ın siyasetinde (kendine göre) bir rasyonel bulunduğu yolundaki açıklamalar artıyor ve bu satırların yazarı da Trump’ın “iyi polis-kötü polis” oyunuyla rakibini istediği yola getirme taktiğinden söz ediyordu. Ne kadar çarpık olursa olsun, rasyonel her çaba bir akıl ürünüdür. Ancak İran siyaseti, Trump’ın akıl sınırlarını geride bıraktığını gösteriyor.
Trump’ın adaylığını açıkladığı andan itibaren seçilebilmek için tüm çabasını baba-oğul Bushlar ve Obama’nın yanlış siyasetleri tezine bina ettiğini hatırlayalım. Afganistan ve Irak savaşlarının Amerika’nın “kanını kuruttuğunu” mitinglerinde ana tema yapan Trump, bu savaşların yalan üzerine kurulu olduğunu söyledi durdu. Hatırlayın, AB ve Rusya Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirdiği iddiasını yalanlamış, BM Silah Kontrol Dairesi de art arda yaptığı teftişlerde, Irak’ın kitle imha silahlarının olmadığını açıklamıştı. ABD Başkanı ve İngiltere Başbakanı ise, Usame bin Ladin’in ve Saddam Hüseyin’in Batı dünyasına karşı bir cihat hazırlığı içinde olduğunu söyleyerek, bu iki ülkeyi, etnik, siyasal ve ekonomik uçurumlardan aşağı itmişlerdi. Bush ve Tony Blair’in dünyaya meydan okuyarak açtıkları bu savaşlar konusundaki tek kanıtları
Karmaşık olaylarda ince noktaları görebilen uluslararası ilişkiler uzmanları vardır... Bunların büyük çoğunluğu ünlü gazetelerin, ünlü yazarları arasında bulunmazlar... Bu kişilerin yazdığı raporlar, sadece bir avuç “abone” müşterinin görebildiği raporlarıdır...
Böyle bir rapor, geçen ay, sunulduğu bir devlet başkanına ABD Başkanı Donald Trump’ın “The Art of the Deal” (Anlaşma Sanatı) adlı kitabını okumasını tavsiye ediyordu. Gazeteci Tony Schwartz’ın da imzasını taşıyan, Trump’ın anlattığı kısmen biyografi, kısmen kendi başarılarını övme hikayelerinden ibaret bu kitap, bir iki yerde ABD’nin bugün uyguladığı ama çoğu kişiye hiç anlamlı gelmeyen, hatta çelişik, çapraşık, karmaşık, tutarsız görünen siyasetini anlamaya yardımcı olabilir.
“Deal” kelimesi dilimize standart sözlüklerde “anlaşma” diye çevrilse de, Anglo-Sakson günlük yaşamda bununla “pazarlık” kastedilir. “Müzakere” yoluyla elde edilenden farklı bir anlaşma... Bir tür “kandırmaya dayalı pazarlık.”
Nitekim Trump’ın kitabında bu sanat “iyi polis-kötü polis” benzetmesiyle açıklanıyor. Emlak alım-satımında, talip olduğunuz gayrimenkule, yerine göre, sizden az veya sizden yüksek fiyat öneren bir “tavşan” bulmanız tavsiye
Netanyahu’nun tek amacı vardı: Bir kişiyi, 9 gün sonra İran ile nükleer anlaşmayı sürdürüp sürdürmeyeceğini açıklayacak olan ABD Başkanı Trump’ı etkilemek. 2010’da Türkiye ve Brezilya’nın arabuluculuğuyla, İran, nükleer silah imalatı yeteneğini azaltmayı kabul etmiş ve 5 yıl sonunda ABD ve AB, İran ile ünlü Ortak Kapsamlı Eylem Planı adı verilen anlaşmayı imzalamışlardı. Ondan sonraki beş yılda aslında Amerika İsrail’i iknaya çalışmıştı.
İsrail hiçbir zaman İran’ın atom silahından vazgeçeceğine inanmadı; İran da İsrail’i ve onun gibi düşünenleri inandırmak için çaba harcamadı. Ve şimdi İsrail ABD’nin kendisine İran’ın bilinen bütün nükleer araştırma ve geliştirme tesislerini yerle bir etmesi için izin vermesini istiyor.
Netanyahu, her fırsatta BM’de İran’ın nükleer silah elde etmeye ne kadar yaklaştığını dev pankartlar, afişlerle dünyayı inandırmaya çalıştı. İran ise eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın 2005’te söylediği iddia edilen ama henüz kanıtlanamamış olan “İsrail’i yeryüzünden sileceğiz” sözünün milli stratejisi olmadığına dünyayı inandırmak için hiçbir şey yapmadı (2012’de İsrail İstihbarat Bakanı Dan Meridor, bu sözün Farsçadan yanlış çeviri olduğunu kabul etmişti).
Trum
Amerika’nın en “sağcı” dergisi ile Türkiye’nin en “solcu” gazetesi, iki Kore’nin muhteşem barış adımının tüm dünyada kutlandığı gün, aynı mealde, aynı argümanları kullanarak, Kore Barışı hakkında olumsuz yorumlar yazdılar. “Sağ” ve “sol” kavramları, sadece ABD ve Türkiye’de değil, tüm dünyada büyük sarsıntı geçirdi. Halâ üzerinde çok tartışmadan anlaşılacak yeni tanımlar yapılmış değil. Ama yine de sayfaları “Amerikan emperyalizmi” yorumlarıyla, tarihi de “Ben Marksistim ama komünist değilim” diyen başyazarlarla dolu bir gazetenin, bu hafta kapağında Xi Jinping’e “büyük illüzyonist” diye hakaret eden, hızla “Con”dan “NeoCon”a kayan bir dergi ile aynı gerekçeleri kullanarak Kore Barışı’nın “tutmayacağı” yorumunu yapmasını anlamak zor.
Zor olan yorumun kendisi değil, dayandığı gerekçeler. Bir yoruma ancak arkasındaki akıl yürütmenin basamaklarındaki tutarsızlıkla itiraz edilebilir, yoksa herkes fikrini serbestçe yazar.
Sağcı Amerikan dergisi, Kore barışının, Çin’e aykırı geleceğini, çünkü Çin liderinin, ülkesinin karşı karşıya olduğu “korkunç ekonomik baskılarla” ancak dikkatleri bir Kore savaşına çekerek başedebileceğini söylüyor. Dergiye göre Xi, bölge ülkeleriyle ticaret ve yardım
Turizm ve Kültür Bakanı Numan Kurtulmuş ile, Turizmde Türkiye Yılı’nın açılışı etkinliklerine katılmak üzere Beijing (Pekin) ve Şanghay’a dört günlük geziden döndük. Etkinliklerden ilki, Anadolu Ateşi’nin Troya Dans Gösterisi, diğeri dünyaca ünlü şef Deniz Ahmet Köse ile ekibinin hazırladığı Türk Mutfağı Haftası’nın ilk gecesiydi. Her iki etkinlikte de hat sanatçısı Kadir Sakoğlu ile ebru sanatçısı Dr. Ömer Sabuncu’nun da sanatlarından örnekler sundukları masaları vardı.
Çin halkının 3 bin yıllık kültürünü adeta yok eden Kültür Devrimi’nde, ünlü sanatçılar, piyanistler, kemancılar ve kaligrafi ustaları elleri kullanılamaz hale gelinceye kadar tarlada çalıştırılmıştı. Öyle ki Kültür Devrimi adlı kültürsüzleştirme bittiğinde Çin’de keman ve piyano çalabilen, bale yapabilen tek kişi kalmamıştı. Ünlü müzikçi Isaac Stern’in “Mao’dan Mozart’a” isimli oldukça uzun belgeseli (youtube/xZ6Uilr8Njk) 1979’dan sonra sanatın Çin’e nasıl geri geldiğini anlatır. Ünlü sanatçı Çinli ustaların adeta taşlaşmış ellerini öpüyor ve onlara çok ama çok öğrenci yetiştirmelerini tavsiye ediyordu.
Bu öğrenciler bugün yetişmiş bulunuyor. 1979’da üç kattan yüksek bina bulunmayan Çin, bugün dünyanın ikinci en
Avrupa Komisyonu 2018 Türkiye Raporu, bir ölçüde erken seçim gürültüsüne gitti! Avrupalılar, Türkiye’nin vize muafiyeti için yerine getirmesi gereken 72 talepten 7’sini hala gerçekleştirmediği kanısında.
Avrupa’ya göç eden mültecilerin sayısının azaltılması karşılığında (ki böyle bir karşılıklılık ilkesinin kabulü Türkiye açısından bir hata, bir zaaf olmuştu) Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’ye Schengen Bölgesi’nde vize serbestisi sağlama vaadinin üzerinden iki yıl geçti. AB, halen Türkiye’ye yönelik taahhüdünü yerine getirmiş değil. Buna rağmen AB’nin yürütme organı Avrupa Komisyonu, Türkiye’nin vize muafiyeti için yerine getirmesi gereken 72 talepten 65’ini tamamladığını görmüyor da 7’sini henüz hayata geçirmediğini öne sürüyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 26 Mart’ta AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, AB Konseyi Başkanı Jean-Claude Juncker ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’la görüşmesinde Türkiye’nin beklentilerini tekrarlamıştı. Erdoğan, Türkiye’nin vize serbestisi ve Gümrük Birliği anlaşmasının güncellenmesi konularındaki beklentilerini sıralamış, Türkiye’nin “terörle mücadelesine” destek vermelerini istemişti.
AB’nin Türkiye’ye dayattığı “terörle mücadele yasa ve
Türkiye’nin Pekin Büyükelçisi Emin Önen’in Çin’i fetih planı, Turizm ve Kültür Bakanı Numan Kurtulmuş’un istila planlarıyla birleşince, ortaya Çin’de Türk Yılı projesi çıkmış bulunuyor. Bunu Çin’de ve Türkiye’de karşılıklı uygulanacak çok sayıda proje izleyecek. Özetle, Çin Türkiye’ye çok ama çok yaklaşacak.
Yıllarca Çin’de bir yatırım firmasının danışmanı olarak görev yapan, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Başkanı, AK Parti Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı görevlerini yürüten Emin Önen, 2007-2015 yılları arasında Şanlıurfa milletvekili olmuş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanlığında bulunmuştur. Bu yılın başında Pekin Büyükelçisi olarak atanan Emin Önen’in macerası, master çalışmasıyla başlıyor. “2003’ten itibaren Türk Dış Politikasında Asya Algısı” konulu bu çalışmanın ana sorusu şu: Batı’ya neden batı diyoruz, Doğu’ya neden doğu diyoruz? Ya da şöyle ifade edelim: Ortadoğu, Uzakdoğu kime göre yakındır, kime göre uzaktır?
Asya kıtasının bir ucunda Türkiye var; diğer ucunda Çin. Bir düz çizginin iki ucundaki iki ülkenin birbirini yakın veya uzak doğu veya batı diye tanımlaması akıl alıyor mu? Aynı soru örneğin Türkiye, Suriye,