Türkiye genelinde yaklaşık 25 bin, İzmir özelinde ise 833 kayıtlı ekmek fırını bulunuyor.
Bunların yanı sıra merdivenaltı diye tabir edilen ve ruhsatsız olarak ekmek yapıp satan işyerleri de var.
Bunların kimler tarafından kurulduğu, nerede ve nasıl üretim yaptığı bilinmiyor.
Buralarda kayıt dışı olarak yapılan ekmekler, şehir içerisine dağıtılırken, İzmir dışında yapılanlar da kamyonlarla şehre taşınıyorlar.
***
İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Gıda Birim Müdürü Ziraat Yüksek Mühendisi Yusuf Vangöl’ den aldığım bilgilere göre, bu ekmekler İzmir’deki pazaryerlerinde, cami önlerinde, cadde ve sokaklarda “hakiki köy ekmeği” “doğal ekmek” “taş fırın ekmeği” “Afyon ekmeği” gibi çeşitli adlar altında satılıyorlar.
Bunların da ne yazık ki sağlık şartlarına ne derece uygun olduğu bilinmiyor.
Vangöl’e göre, ambalajsız ekmeklerin böyle yerlerde satılması yasak.
Süt sektörü dendiğinde; çiğ süt üretimi yapan süt hayvanı yetiştiricileri, süt toplayıcıları, süt birlik ve kooperatifleri, sütü işleyen fabrikalar, pazarlayıcılar, sektöre makine, hijyen ürünleri satanlar akla geliyor.
Bunlardan süt işleyenler birkaç kategoride tanımlanıyor. Modern koşullarda çalışan, ilkel şartlarda çalışan, aile işletmeleri ve mevsimlik çalışan işletmeler.
Sütü işleyen, yani çiğ sütü alıp ondan pastörize süt, yoğurt, peynir, tereyağı yapanlar arasında mandıra denilen küçük ve orta ölçekli işletmeler ağırlıklı bir sayıyı oluşturuyor.
Yazılarımda bugüne kadar çoğu kez, çiğ süt üreticilerinin sorunlarından bahsettim. Mandıraların sorunları olduğunu da tabii ki biliyordum ve uzunca bir süredir İzmir ve çevresinde faaliyet gösteren tanınmış bazı işletmelerden bilgiler topladım.
Gerçekten hepsinin dertli ve dertlerinin de ortak olduğuna şahit oldum. Üretimdeki en büyük sıkıntı imha edilmesi gerekirken, piyasada bazı fırsatçılar tarafından satın alınan antibiyotikli sütler.
Antibiyotik hayvan hastalıklarında kullanılıyor. Hayvana antibiyotik verilmesinden 5-6 gün sonrasına kadar bu sütler yasal olarak süt ürünlerine işlenemiyor. Dürüst çalışan süt
Geçen hafta 4-8 Kasım tarihlerinde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Cape Town kentinde yapılan ve benim de katıldığım İnternational Dairy Federation (IDF) toplantısında 2017’deki zirvenin Türkiye’de yapılması kararı alındı.
Ülkemiz için son derece önemli olan bu karar için, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından-Ulusal Süt Konseyine, IDF Türkiye Komitesinden-IDF eski başkanına kadar herkes teşekkürü hak etti bence.
IDF neden önemli? IDF 18 daimi komitesi, her ülkeden 1200 uzmanı ile üye ülkelerdeki süt sektörünü tüm ardıllarıyla birlikte yönlendiren bir federasyon.
Böyle önemli bir kuruluşa Türkiye maalesef sadece birkaç yıldır üye. Ulusal Süt Konseyi kurulduktan sonra üyelik gerçekleşti. Üye olmak için gereken aidat bile, yıllarca sorun olmuştu. Bereket konsey bunu çözdü.
Şimdi de 2017 sürecine nasıl gelindi, ona bakalım. Türkiye üye olduktan sonra, bir zirve yapma peşine düştü. Ve 2016’daki zirveye talip oldu. 2016 ile ilgili konu geçtiğimiz Mayıs ayında İzmir’de yapılan Ulusal Süt Zirvesi‘nde o dönemki başkan Richard Doyle tarafından dillendirilmişti. Ancak 2016 değişik nedenlerle Hollanda’ya verildi.
Yeniden herhangi bir kazaya sebebiyet vermemesi için Türkiye, Cape
Türkiye’de her iki yılda bir, bir et ve süt krizinin yaşanması sanki zorunluymuş gibi...
Artan maliyetleri karşılayamayan yetiştirici için, kurtarıcı gözüyle bakılan kurban bayramı da çare olamadı ve hayvanlar elde kaldı.
Bunun üzerine küçük ve orta ölçekli işletmelerle birlikte, birkaç yıl önce krediyle büyük çiftlikler kuranlar kara kara düşünmeye başladı. Bu da 2008-2009 süt krizinde anaçların nasıl kasaba gittiğini bizlere hatırlattı.
Durum böyle olunca da hükümet, yerli et üreticisini desteklemek amacıyla gümrük vergilerini artırmaya karar verdi. İthal canlı hayvanda gümrük vergisi yüzde 30’dan, 40’a, ette 75’ten 100’e çıkartıldı.
Her ne kadar iyi niyetle hazırlanmış olsa da; bu tür önlemlerin yetiştiricinin sadece nefes almasına yarayacağı konuyla uğraşan herkes tarafından malum.
Çünkü bu tür önlemlerin pek de işe yaramadığı daha önceki uygulamalardan da görüldü.
Halbuki ülkemizde hayvancılıkla uğraşanların zarar etmek yerine, para kazanması isteniyorsa...
Türkiye geneliyle birlikte Ege’de kışın yağan aşırı yağmurlar ile soğuk, ardından mildiyö hastalığı ve yazın yaşanan aşırı sıcaklık ile kuraklık üzümde rekolteyi zaten düşürmüştü. Bunun üzerine gelen düşük fiyat da üreticiyi iyice çıkmaza soktu.
Sofralık yaş üzümün bağ fiyatı sezon başında 1 lira iken, 75 kuruşa kadar düştü. Halbuki rekoltenin az olması bağcıyı yüksek fiyat beklentisi içine sokmuştu. Ancak istenen olmadı ve yaş üzümde sıkıntı yaşandı.
Sıkıntının bir nedeni yukarıda belirttiğim gibi uygun olmayan hava koşulları ve hastalık ise diğer nedeni de, Orta Doğu’daki karışıklık ve özellikle de Suriye’deki iç savaştı. Çünkü Suriye Türkiye’den tarım ürünleri almadığı gibi, ihracatta mal taşıyan tırların transitlerine de bir süredir izin vermiyor.
Şu anda bile satılamayan bağlar var ve kalan güzelim üzümler, 60 kuruştan (o da alıcı bulursa) şaraplık olarak satılıyor. Tabi bu durumda üretici de zarar ediyor.
Üzümün bu acıklı hikayesinden sonra gelelim Ege’nin özgün ürünü olan incire. Kuru incir rekoltesi, hasat edildiği ağustos ve eylül aylarının ortasına kadar yağmur ve doğru dürüst çiğ yağmaması nedeniyle normaldi. Hatta kalite de geçmiş yıllara nazaran daha
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), 16 Ekim’i Dünya Gıda Günü olarak kabul ediyor. O gün gazete ve dergilerde konuya ilişkin yazılar yayınlanıyor, radyo ve televizyonda konuşmalar yapılıyor, paneller düzenleniyor.
Düzenlenmesine düzenleniyorda, dünyada yaşayan her bir bireyin gıdaya ulaşma hakkı var iken ve bunu sağlamak ülkelerin temel görevi iken...
Nüfusun yüzde 15’i yani yaklaşık 1 milyar kişi yataklarına aç olarak giriyor, her 5 kişiden biri de günde 1.25 doların altında bir gelirle yetinmek zorunda kalıyor. Kısaca 2.5 milyar insan gereksinimi olan gıdaya ulaşamıyor.
Açlık sorunu, öyle kamuoyuna pompalandığı gibi gıda üretiminin azlığından değil, aslında dağılımın adil olmamasından kaynaklanıyor. Madem dünyada üretilen gıda yetersiz, o halde neden bir yanda Afrika’da açlar var iken, diğer yanda Amerika’da, Avrupa’da obezler bulunuyor?
Açlığın önlenmesi için atılacak en önemli adım israfın bertaraf edilmesi. İsraf, gelişmiş ülkelerde aşırı tüketim hırsı nedeniyle oluşuyor. Diğer ülkelerde ise olumsuz nakliye koşulları ile yetersiz alt yapı nedeniyle gıda ürünleri piyasaya varmadan bozuluyor.
İster gelişmiş, ister gelişmemiş olsun bilgilendirme
Türkiye bugün, 5 tarımsal üründe dünyada birinci, 23 tarımsal üründe ilk 5 sırada yer alırken, aynı zamanda da dünyanın en büyük 8.inci tarımsal ekonomisini oluşturuyor. Ve 199 ülke arasında tarımsal üretimindeki payı da yüzde 2.5. Buna rağmen, dünya tarımsal ürünler ihracatında 26. ile alt sıralarda yer alıyor. Öyle ki hammadde dış ticaretinin açığı 2011 yılında 3,9 milyar doları bulmuş. Yani net bir ithalatçı ülke konumunda.
Tarım sektöre olumsuz etkilemiş bazı dönüm noktaları bulunuyor. Bunlardan en önemlileri: 24 Ocak 1980 ekonomik istikrar programı ve Türkiye ile Avrupa Birliği arasında “Gümrük Birliği” anlaşmasında tarım ve tarıma dayalı ürünlerin gümrük birliği kapsamı dışında bırakılması. Bunların yanı sıra AB’de üretim fazlası olan ürünlerin (şeker,süt/ süttozu, hububat v.b.) işlenmiş tarım ürünü kabul edilip, sanayi paylarının gümrük vergisinden muaf tutulması da diğer önemli bir faktör.
Halbuki, zengin toprak ve su kaynaklarının bulunuşu, uygun iklim, genetik çeşitlilik gibi unsurlar Türkiye tarımında AB’ye karşı önemli rekabet avantajı sağlıyor.
Daha düşük işçilik maliyeti, yüksek kalifiye eleman sayısı, dinamik bir ekonomi, büyük bir iç pazar, gelişme
Tire Kutsan Meslek Yüksekokulu, ilk Ege Üniversitesi’ne bağlı olarak ‘Tire Meslek Yüksekokulu’ adı ile 1994 yılında İzmir’in Tire ilçesinde kuruluyor. 1998-1999 öğretim yılında Tire Kutsan Oluklu Mukavva Kutu ve Kağıt San. A.Ş.’nin desteğiyle restore edilen Cumhuriyet Meydanı’ndaki Tekel binasına geçiliyor ve yüksekokulun adı ‘E.Ü. Tire Kutsan Meslek Yüksekokulu’ olarak değiştiriliyor.
Yüksekokul İzmir’e 80 kilometre uzaklıkta. Ulaşım İzmir Merkez Otobüs Garı ve Gaziemir Tren İstasyonu’ndan sağlanıyor. Bunlarla birlikte, eğitim-öğretim döneminde özel öğrenci servisleri ile de ulaşım hizmeti veriliyor
Eğitim-öğretim faaliyetlerine ilk olarak 1994-1995 öğretim yılında bilgisayar programcılığı ve gıda teknolojisi programları ile başlanıyor.
Yüksekokul, o tarihten sonra hızla gelişiyor ve bugün 3 gündüz (gıda teknolojisi, bilgisayar programcılığı, su ürünleri), 3 ikinci eğitim (muhasebe ve vergi uygulamaları, gıda teknolojisi, bilgisayar programcılığı) olmak üzere altı programda okuyan 580 öğrenciye, 4 öğretim üyesi, 8 öğretim görevlisi ile eğitim veriyor. Akademik personelin yanı sıra 7 idari personel ve 5 güvenlik görevlisi de yüksekokula hizmet ediyor.
Tire