Bu hafta köşemi çok sevgili dostum araştırmacı, yazar ve başta eğitim tarihi olmak üzere ülkemizin en değerli efemera üstatlarından Hasan Kireç’in çok özel bir yazısına ayırdım. Son devir Osmanlı tarihinin çok önemli iki ismi olan Ali Suavi ve Enver Paşa fikir ve eylemleriyle yaşadıkları dönem hadiselerinde belirleyici oldu. Sözü yormadan gerisini Hasan Kireç hocamızın kaleminden öğrenelim...
Selam Olsun Gecenin Karanlığında Yürüyenlere
-Hasan Kireç
17 Aralık 1838’de İstanbul Cerrahpaşa’da dünyaya gelen Ali Suavi, 14 yaşında Davutpaşa Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra askerlik şubesinde memuriyete başlar. Aynı zamanda cami derslerine devam ederek dini ilimlerde de kendini geliştirmeyi sürdürür. Ali Suavi 17-18 yaşlarında hacca gitmek için görevini bırakır. Bu meşakkatli ama kutsal yolculuktan binlerce hadis ezberlemiş olarak geri döner. Gazeteciliğe başladığı 1867 yılına kadar başta Bursa ve İstanbul olmak üzere çeşitli camilerde dersler ve vaazlar verir; bunların yanı sıra rüştiye hocalığı ve çeşitli devlet görevlerinde de bulunur.
Suavi
1865 yılında Filibe’de görevli bulunduğu sırada Farçada “gece karanlıkta yürüyen” anlamına gelen “Suavi” lakabını alır. Gazetede yazmış olduğu muhalif yazılarından önce Kastamonu’ya sürülür. Burada fikri mücadelesini sürdüremeyeceğini gören Ali Suavi 22 Mayıs 1867 tarihinde ülkeyi terk ederek kendisi gibi muhalif gazeteciler olan Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi isimlerle Paris’te Mustafa Fazıl Paşa’nın etrafında toplanır.
Ancak gittikten kısa bir süre sonra Mustafa Fazıl Paşa ve diğer arkadaşlarıyla arası açılır. 1871 yılında Sultan Abdülaziz’in 42. yaş günü münasebetiyle çıkan aftan diğer Yeni Osmanlıcılar faydalanır ancak Suavi’ye İstanbul dışında bir yere dönüşüne müsaade edildiği için bunu kabul etmez. Dokuz yılını Londra ve Paris’te gazetelerde çıkarmış olduğu yazılarla geçirir.
Yurda Dönüş
Ali Suavi’nin dönüşü ancak II. Abdülhamid tahta çıktıktan sonra, 3 Kasım 1876’da gerçekleşir. Kısa bir süre şehzadelere ders verip Saray kütüphanesi görevinde bulunduktan sonra, 1 Şubat 1877 tarihinde Sultan II. Abdülhamid’in emriyle Mekteb-i Sultani müdürlüğüne atanır. Ancak 9 Aralık 1877 yılında yine II. Abdülhamid tarafından görevden alınır. Ali Suavi 20 Mayıs 1878’de II. Abdülhamid’i tahttan indirmek için Çırağan Sarayı’nı basıp V. Murat’ı kurtarmaya çalışırken, Beşiktaş Karakol Komutanı 7-8 Hasan Paşa’nın başına vurduğu odunla aldığı darbe nedeniyle ölür. Baş döndürücü bir hızla yaşadığı ömrü sona erdiğinde henüz 40 yaşındaydı. Öldükten sonraki akıbeti meçhul olan Ali Suavi’nin mezarının yeri bilinmemekte.
Enver Paşa: Aynı Lakabın Farklı Yansımaları
Ali Suavi öldüğünde, Enver Paşa’nın doğmasına daha üç yıl vardı. İstanbul’da 23 Kasım 1881’de Divanyolu’nda dünyaya gelmişti. Ali Suavi ile kaderleri gibi evleri de birbirine çok yakındı. 15 Mart 1897 yılında girdiği Harbiye Mektebi’nden Erkan-ı Harp Yüzbaşı olarak mezun olur. Ali Suavi’den etkilenerek kullanmaya başladığı “Suavi” mahlasını muhtemelen daha öğrencilik yıllarında kullanmaya başlamıştı. 12 Eylül 1906’da Erkan-ı Harp Binbaşılığına terfi ettiğinde bastırmış olduğu kartvizitinde: “Erkan-ı Harp Binbaşılarından ENVER SUAVİ” yazmaktaydı.
ENVER SUAVİ DAĞA ÇIKIYOR
Enver Suavi dönemin politik gelişmelerine karşı oldukça tepkiliydi. Bu nedenle 12 Haziran 1908’de dağa çıktı. Bir ay sonra II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte dağdan inerken artık hem bir hürriyet kahramanı hem de üyesi olduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin en önde gelen isimlerinden biriydi.
* 1909’da II. Abdül hamid’in tahttan indirilmesi, *1911’de Naciye Sultan ile nişanlanması, * 1913 Babıali baskını, *1913 Edirne’nin Bulgarlardan geri alınması ve “Edirne Fatihi” olarak anılması, hayatının dönüm noktaları oldu. Bu arada rütbeleri de hızla yükselmekteydi.
Enverland’a Doğru
Edirne Fatihi ve Hürriyet Kahramanı Enver Paşa 5 Mart 1914’te Naciye Sultan ile evlendiğinde kartvizitinde artık: HARBİYE NAZIRI VE BAŞKUMANDAN VEKİLİ yazmaktaydı. Dağa çıkan Enver artık bir imparatorluğun kudretli savaş bakanıydı. Yabancılar için (özellikle Almanlar için) Osmanlı Devleti’nin adı artık “Enverland”, yani “Enver’in ülkesiydi”. Ancak gelişmeler tam olarak planlandığı ve beklenildiği biçimde gerçekleşmez. Osmanlı Devleti’nin büyük umutlarla girdiği Birinci
Dünya Savaşı büyük bir hüsranla sonuçlanır. Balkan Savaşları’nda yaşanan hezimetlerin ardından gelen bu büyük ve sarsıcı yenilgi kelimenin tam anlamıyla devletin tükenmesine, telafisi olanaksız büyük toprak kayıplarına yol açar. Enver Paşa 1 Kasım 1918’de ülkeyi önde gelen arkadaşlarıyla beraber terk etmek zorunda kalır.
Enver Paşa doğup büyüdüğü topraklardan çok uzaklarda, 4 Ağustos 1922’de Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’ye 90 km mesafede, Ab-ı Derya köyünün Çegan Tepeleri’nde Kızıl Ordu’ya karşı savaşırken öldüğünde sadece 41 yaşındaydı. Ölüm yıl dönümü olan 4 Ağustos 1996’da naaşı Abide-i Hürriyet Anıtı’na nakledilinceye kadar mezarı çok az kişi tarafından biliniyordu.
Onlar gerçekten kısa hayatlarına çok şey sığdırıp, hızlı yaşayıp genç öldüler. Selam olsun gece karanlıkta yürüyenlere.