Sykes-Picot’un laneti hâlâ Orta Doğu’da hissediliyor. Anlaşma, bölgedeki çatışmaların temel nedenlerinden biri. Uluslararası sorunlara yol açan bir kötülük metni nedeniyle, başta Filistin olmak üzere bölgedeki topraklar peşkeş çekiliyor.
Geride bıraktığımız haftaya damgasını vuran gelişmelerden biri ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze ile ilgili yaptığı açıklamalar oldu. Trump’ın Ürdün kralı II.Abdullah’ın ziyareti esnasında yapmış olduğu “Gazze’yi alma, Gazze halkını Mısır ile Ürdün’e geri dönüş hakkı olmaksızın tehcir etme ve Filistin topraklarını İsrail lehine bir emlak geliştirme projesi çerçevesinde ilhak etme” açıklamaları tüm dünyada infial uyandırdı. Bu açıklamanın hedeflerini Mısır reddederken, Ürdün kralının yaşadığı gerilim kameralara da açık biçimde yansıdı. Öte yandan Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin birçoğu Filistinlilerin topraklarında yaşama hakkının çiğnenemeyeceğini ve hatta bunun sorgulanmasının dahi
4 Türk kız öğrenci, öğretmenlerinin çabasıyla vaftiz edilip, Hristiyan olunca, Bursa Amerikan Kız Koleji 1928 yılında kapatılmıştı. Suçlu bulunan öğretmenlere sembolik cezalar verildi. Peki, bu cezaların temel gerekçesi neydi? Buyrun, sizi 1900’lerin başına götüreyim…
Anadolu’da 19’uncu yüzyılda American Board adlı Hristiyan Protestan misyonerlik örgütünün faaliyetleri kapsamında kurulan Bursa Amerikan Kız Koleji’nde 4 Türk öğrenci öğretmenlerin çabasıyla İslamı terk edip vaftiz edilmiş ve hristiyan olmuşlardı. Muadelet, Kamran, Nemika ve Seniha adlı 4 kız öğrencinin, “kendilerine yapılan telkinlerin tesirinde kalarak, İncil’e ve
Hz. İsa’ya muhabbetle protestanlığı seçtikleri ve okulun misafirhanesinde vaftiz edildikleri” iddiasıyla ortalık karışmış ve 1928 yılında okul kapatılmıştı.
Türk Maarif Cemiyeti
Öğretmenlerinin protestan misyonerliği yaptığı kesinleşince, okul 1928’de, dönemin Bakanlar Kurulu tarafından kapatıldı. Aynı yıl Mustafa Kemal Atatürk’ün himayesinde
4 Baharat Yolu, Güneydoğu Asya’nın tropik ormanlarından ve Hindistan’ın baharat merkezlerinden başlayarak Arap Yarımadası ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya uzanan bir ticaret ağıydı. Temel güzergâh şuydu: Güney Hindistan, Malakka Boğazı, Sri Lanka, Yemen Kızıldeniz, Kahire, Akdeniz, Venedik ve diğer Avrupa limanları. Bir diğer rota ise kara yoluyla İran üzerinden Osmanlı topraklarına ve oradan Avrupa’ya uzanıyordu. Bu yollar sadece baharat taşımadı; kültür, din, teknoloji ve fikirlerin de geçiş noktasıydı.
4 Baharatın ilk izlerini Mezopotamya, Hindistan ve Çin’de görüyoruz. M.Ö. 3000’lerde Sümerler, tıbbi ve dini ritüellerde bazı baharatları kullanıyordu. Eski Mısır’da mumyalama işlemlerinde tarçın ve mür gibi baharatlar yer alıyordu. Hindistan ve Güneydoğu Asya’da ise baharat mutfağın ve tıbbın ayrılmaz bir parçasıydı. Batı’nın baharatla esas tanışması ise Antik Yunan ve Roma ile oldu. Ama unutulmamalı ki, baharat hep Doğu’nun malıydı ve Batı için hep ulaşılması gereken egzotik bir hazineden ibaretti.
İstanbul, taşın ve ahşabın yan yana dizildiği, medeniyetlerin iz bıraktığı bir şehir. Bu şehrin kaderi sadece tarihi olaylarla değil, devasa yangınlarla da şekillendi.
Geride bıraktığımız hafta ne yazık ki ülkece sarsıldığımız bir yangın felâketi yaşadık. Yangında ara yıl tatilini Bolu Kartalkaya’da ailece kar tatili yaparak geçirmek isteyen 36’sı çocuk 78 vatandaşımızı yitirdik. Yaşamını yitiren insanlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve tüm ülkemize sabırlar diliyorum. Yangın felâketi tarih boyunca insanlığın en çekindiği afetlerden oldu.
Antik çağlardan günümüze Roma, Antakya, Londra, Paris gibi şehirler yıkıcı yangınlar geçirdi. İstanbul, taşın ve ahşabın yan yana dizildiği, medeniyetlerin iz bıraktığı bir şehir. Ancak bu şehrin kaderi sadece tarihi olaylarla değil, kuşkusuz devasa yangınlarla da şekillendi ve yangınlardan payına düşen yıkımları yaşadı. Bizans’tan Osmanlı ve Cumhuriyet’e uzanan şehrin ateşle imtihan süreci, yalnızca binaları değil, hafızalarımızı da yaktı geçti.
Ahşap Şehrin Kaderi
Bizans döneminde taş ağırlıklı konutların &cce
Yüzü Akdeniz’e dönük, farklı inançların, onlarca mezhebin birer sokak arayla görülebileceği çok renkli bir alem Beyrut. Âşık olabileceğiniz ve yaşamayı düşünebileceğiniz bir Doğu Akdeniz rüyası.
Beyrut’un cazibesi Ortadoğu’da farklı kültür ve inançların birbirine en çok yaklaştığı yer olmasında yatıyor. Akdeniz’in tacir kavmi Fenikelilerden itibaren sayısız medeniyete ev sahipliği yapan Beyrut 20.Yüzyıl’ın son çeyreğinden bugüne çok yıkım gördü ama her seferinde küllerinden doğmayı başardı. Arkasında zümrüt yeşili Anti Lübnan Dağları’nın yükseldiği Beyrut’un yüzü Akdeniz’e dönük. Akdeniz’in başlangıç noktası diyebileceğimiz Doğu kıyılarında sıralı onlarca kent arasında en ünlüsü kuşkusuz Beyrut şehri. Özellikle Orta çağ tarihine biraz ilgili olanların isimlerine yabancılık hissetmeyecekleri şehirler Trablus, Byblos, Sayda ve Sur Beyrut’la birleşmiş. Beyrut farklı inançların, onlarca mezhebin birer sokak arayla
Kayıp Alfabe, Anadolu, Mezopotamya ve Akdeniz havzasının binlerce yıllık kültürel birikimini sanat yoluyla anlatan bir seçki. Sanatseverleri geçmişin izleriyle bir yolculuğa çıkaran sergi, geleceğe de bir davet.
Ahmet Güneştekin’in Kayıp Alfabe sergisi, 17 Ocak - 20 Temmuz 2025 tarihleri arasında Artİstanbul Feshane’de sanatseverlerle buluşuyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İBB Kültür’ün katkılarıyla düzenlenen sergi, sanatçının geçmişle bugünü buluşturan eserlerini gözler önüne seriyor. Christoph Tannert’in küratörlüğünü üstlendiği sergi, Artİstanbul Feshane’nin tarihi atmosferinde izleyicilere unutulmaz bir deneyim sunuyor.
Hikâyelerle örülen dünya
Ahmet Güneştekin, çalışmalarında taş, metal ve çeşitli nesnelerle şekillendirdiği hikâyeleri gün yüzüne çıkarıyor. Sergide yer alan eserler, sadece geçmişin izlerini taşıyan nesneler değil, aynı zamanda geleceğe bir davet. Güneştekin’in yaklaşımlarında, tarihin içinden
Sıra dışı bir aile olan Della Suda’nın ilk temsilcisi eczacılığın Türkiye’deki öncülerinden Francesco Della Suda’ydı. Kırım Savaşı’ndaki hizmetlerinden dolayı ödüllendirilerek ‘paşa’ unvanı verildi ve adı ‘Faik Paşa’ olarak değiştirildi.
İstanbul Çukurcuma’daki Faik Paşa Yokuşu adını eczacılığın Türkiye’deki öncülerinden bir İtalyan olan Francesco Della Suda’dan alır. Devlet hizmetlerinden dolayı paşa ünvanı verilen ve adı da Faik Paşa yapılan Francesco Della Suda sıra dışı bir isimdi. Francesco Della Suda, 1814 yılında bir Yunan adası olan Syros’da doğmuştu. İtalyan asıllıydı ve daha 12 yaşındayken annesini yitirince Pera’da bulunan Sainte Marie Manastırı’nın yetimhanesine verilmişti. 17 yaşına geldiğinde Maltepe Eczanesi’nde çırak olarak çalışmaya başladı.
Orduya İlaç temini
Çalışkan ve hırslıydı. Üç yıl içinde baş eczacı, 1837 yılına gelindiğinde ise Osmanlı İmparatorluğu Ordu Merkez Eczanesi’nin yöneticisi oldu. Hekimbaşı Abdülhak Molla tarafından kendisine verilen bu
Cömert bir kraliçe olan Melike Zübeyde, kimin ne kadar borcu varsa kapatırdı. Bayramları vesile yaparak Bağdat’ta borcundan dolayı hapiste olanları kurtarırdı. Köle pazarlarına adamlarını gönderir ve onları özgürlüğüne kavuştururdu.
Orta çağ tüm dünyada güçlü monarşilerin çağıydı. Hem Ortadoğu’da hem de Avrupa’da askeri yönden güçlü monarşiler topraklarını hızla genişletiyor, önlerine çıkan yerel derebeyliklerini kolayca hakimiyetleri altına alıyordu. Kısa süren Emevi İmparatorluğu ardından iktidarı ele geçiren Abbasi Devleti de kısa sürede bir imparatorluğa dönüştü. Merkezi Bağdat olan Abbasiler’in en kudretli dönemi kuşkusuz halife Harun Reşid’in dönemiydi. Bu dönem Binbir Gece Masalları ve Şehrazad gibi bugün bile sevilen masalların ortaya çıktığı, Yunanca, Süryanice ve Hint dillerinden kadim kaynakların Arapça’ya aktarıldığı, keşif ve icatların bol olduğu parlak bir zamandı. Harun Reşid’in iktidarında en az onun kadar etkili bir isim ise eşi