“Tekerlek kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur.” Bir atasözüdür.
Bir atasözü daha:
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.”
Bu da bir atasözüdür, birbirini tamamlar ve gerçeği saptar.
Peki, tekerleği kırıldıktan sonra arabanın devrileceğini tahmin eden adama ne yaparlar?
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar dedik ya: Kovarlar!”
Kapı yoldaşımız Ali Eyüboğlu’nun Reyhanlı’da yaptığı söyleşi, bize göre katliamın en gerçekçi haberidir, Eyüboğlu, katliamın en gerçekçi haberini vermiştir.
Haberin başlığı şu:
“ÜÇ AY ÖNCE UYARDI/ DİNLEYEN OLMADI”
***
Eyüboğlu kiminle konuştu, kimmiş katliamı uyaran:
Nur Ataç kimdir bilir misiniz?
Çevresi, kendisini bölgenin en büyük çiftçisidir diye tanımlar.
Emekli Orgeneral Nazmi Ataç’ın oğludur, eski cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’le anne tarafından yakın akrabadır.
Sayın Ataç, Başbakan’a üç ay önce bir mektup göndermiştir.
Bakın o mektupta neler söylemiş neler anlatmıştır?
Şöyle bir özet:
“...Arz etmeye çalışacağımız husus, Hatay ve özellikle Reyhanlı’da yaşanmakta olan olayların artık son derecede rahatsızlık veren, onurları kıran, toplum için kalıcı yaralar açmaya başlayan hale gelmiş olmasıdır. Yetkililerce mülteci ve misafir kardeşlerimiz diye nitelendirilen, kucaklanan, ama nasıl ve hangi yoldan ne maksatla geldiği belli olmayan, hiçbir kural ve şart tanımayan, aynen kendi ülkesindeki alışkanlığı ile yaşayan, yavaş yavaş köylerimize ve daha da uzaklara doğru yayılmaya başlayan, tamamen başı boş, takip edilmesi ve tespit edilmesi mümkün olmayan yaklaşık 40.000 insana artık güvenlik güçlerinin de gücü yetmemektedir. Asker ve polis, her türlü güvenlik görevlisinin çaresizliği ve bıkkınlığı artık gözle görülmektedir.”
Nur Ataç’a göre polis, asker, jandarma güvenlik güçleri çaresizdir, bıkkındır.
Bakın bu durumda neler olmaktadır:
Gözlerimizin önünde yüz binlere varan rakamlarla yabancı paralar çanta ve poşetlerle bankalara getirilmekte, tekrar alınıp götürülmekte, Avrupa ülkeleri plakalarını taşıyan araçların alınıp satıldığı açık pazarlar kurulmakta, gerçek olup olmadığı anlaşılamayan araç plakaları insanların ellerinde dolaşmakta, her köşede yasal olmayan alışverişler ve pazarlıklar yapılmaktadır.
Bu şekilde yaşayan ve kim olduğu bilinmeyen, kontrol dışı, kayıtsız, hayatı hiçe sayan birçok cahil insanın günün birinde ülkemizde her türlü illegal işlerde kullanılabileceğini düşünmek bile, toplum içerisinde yaşayan korunmasız sade insanlara endişe vermektedir.
Böyle bir ortamda her türlü olayın gerçekleşebilmesi çok kolay ve doğaldır.
Asayişsizlik, illegal ticaret şartları, büyük tutarlardaki yabancı para hareketleri, başıboş gezen yabancıların çokluğu ve bunların giderek çevreye yayılması ve herkesçe malum benzeri olaylar, Türkiye gibi onurlu, bölge lideri olmaya aday, bölgeye barış getirmeye çalışan bir ülkenin duyarlı vatandaşları olarak bizleri gelecek hakkında düşüncelere sevk etmektedir.”
***
Bu kadar mı?
Nur Ataç özetlemeye çalışır:
“Olaylar tamamen anlatmaya çalıştığımız gibidir ve gerçektir. Daha uzunca bir süre ağırlaşarak devam edecek gibi görülmektedir. Süre uzadıkça ve olaylar arttıkça, tamir edilmesi de zorlaşmaktadır.
Sayın Makam’a arz ettiklerimiz kesinlikle herhangi bir görevliden, kurumdan şikayet amacıyla değildir. İzlenmekte olan politikalar çerçevesinde yapılabilecek olanların yapıldığına inancımız sonsuzdur. Amacımız, bölgede yaşayan bir vatandaş olarak, yaşadığımız ortamı, endişelerimizi, görüşlerimizi Devlet Terbiyemiz hudutları çerçevesinde duyurabilmektir.”
***
Peki, bundan sonra ne olmuştur?
Nur Ataç’ın mektubu Başbakanlığa gelmiş, Başbakan da herhalde Hatay Valisi’ne göndermiş, Vali de Reyhanlı Kaymakamlığı’na...
Sonra?
Kaymakam da, Ataç’ı çağırmış, bir güzel boyamıştır, boya ne ile yapılırsa:
“Bizi niye Ankara’ya şikayet ediyorsun?” demişlerdir.
Yazının başında da söyledik ya!
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar!”