İlber Ortaylı

İlber Ortaylı

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Augustus, Roma devletini yöneten çakalları da aslanları da atlatmayı bildi; yeri geldiğinde kendi de bir kaplan gibi yırtıcıydı. Bu sayede ancak efsanevi hükümdarlara nasip olacak bir süre, 58 yıl başta kaldı


MÖ 63’te Roma’da bile değil, taşrada Veletri’de doğdu. Baba tarafı normal vatandaşlar ailesinden gelen; hizmette liyakat, tarım ve ticaretle zenginleşen “equester” yani şövalye sınıfına yükselen kimselerdi.
Ne var ki dedesi Roma aristokrasisinin efsanevi ailesi Julian’lardan Julius Sezar’ın kardeşi Julia ile evlenmişti. Bu nedenle bu zeki yeğen, genç yaşlarda tarihin ünlü Julius Caesar’ının dikkatini çekti. Sezar’ın o vakte kadar oğlu yoktu. Yeğenini evlat ve mirasçı edindi. Roma’da evlat edinilenin, edinenden doğanla kanun ve cemiyet adetleri önünde pek farkı yoktur.
Çocuk elhak talihin ve tarihin ona verdiklerini iyi kullandı. 19 yaşında bu dünya devletinin başına geçti. Kamu hayatında olmayacak bir yasal ve protokol kurnazlığı yaptı; kendini Roma’nın asiller meclisi sayılan Senato’nun başkanı yani “princeps senatus” seçtirdi. Herkes ona “principe” diye hitap ederdi ve dönemine de “principatus” deniyor.

Ağustos ayının sahibi
Dünya tarihinde senato emsali kurullar çok vardı; bütün Yunan şehirleri, hatta Fenike şehri ve onun ardılı Kartacalıların senatoları vardı. Ama hiçbirinin başkanı yoktu. Senato başkanlığını o icat etti ve devamlı diktatoryayı böylece kurumsallaştırıp yasalaştırdı. Roma 3’üncü asrın kadar irsi bir monarşi değildi; ama bir Bizans imparatorundan, bir Rusya çarından, bir Osmanlı sultanından daha yetkili, üstelik bu yetkilerini kanunlaştıran bir başkan vardı. Bu Augustus’un Romalı aklının eseridir.

Her yer mesih doluydu
Augustus Roma’yı, akranlarının oyun oynadığı çağda bir iç harbin ortasında buldu. Sezar’ın intikamını arayanlarla işbirliğine girdi. Marcus Antonius müttefikiydi; Brutus ve cumhuriyetçi oligarşi taraftarlarını Philipi’de yendiler. Cicero da kurbanlar arasındaydı. Galiba genç Augustus’u en iyi o tarif etmiştir: “Bu gence rütbeler, unvanlar verin ve sonra alaşağı edin.”
Edemediler; gerçekçi ve pragmatikti. Kleopatra ve Antonius’u Roma’nın düşmanı ilan etti ve Actium deniz savaşında onları yendi. Sezar’ın aşık olduğu ve Antonius’un taptığı kadını tereddütsüz sildi; Mısır zaten imparatorluğundu, Roma’nın bereketli tahıl kaynağını imparatorluğa daha sert biçimde raptetti.
Sezar bugünkü Fransa’yı, güney Almanya’yı, bugünkü Macaristan’ı, İspanya’yı, Balkanları, Karadeniz sahillerini, Anadolu’nun merkezi ve batısını, Suriye, Filistin ve Mısır’ı ve kuzey Afrika’nın bir kısmını bu imparatorluğa bağlamıştı. Bugünkü Korinth adası, Anadolu’da İzmir ve Efesos ve Karadeniz’de Sinop, Sezar’ın Romalı kolonileri yerleştirip Latinleştirdiği yerlerdi. Buna bugünkü Çanakkale, Balıkesir yani Alexandria Troas ve Yunanistan’da Nauplion’u (Osmanlı’nın Anabolu veya Mora Yenişehri), Suriye’de Tire ve Hama’yı da katmak gerekir. Ama Mısır Helenizmin merkezi halindeydi; bir yanda eski Mısır’ın Kopt medeniyeti, bir yanda Helenizm direnç halindeydi. Filistin ise Aramca konuşuyordu.
Dünya devletinin bu kesiminde her taraf kurtarıcı mesihlerle doluydu. Augustus’un saltanatının sonunda Hz. İsa doğdu. Tabii henüz ne Filistinlilerin ne de Augustus’un bundan haberi vardı.

Ankara ona çok şey borçlu
Roma diktatörü kuvvetliydi, imparator başrahipti ve ilahlaştırılmıştı. O Roma’ya hükmediyordu, karısı Livia da ona. Roma’nın büyük sanatçıları onun zamanında çıktı; tesadüf değildir. Dostu ve danışmanı Maecenas Virgilius ve Horatius gibi büyük şairleri onun çevresine soktu; Augustus’un iltifatı kendi isminin de, Virgilius’un Aeneid denen bu ölümsüz eserinde yer almasına neden oldu. Her tiyatro oyununun müdavimiydi, müzisyenleri ve şairleri dinleyecek vakit bulurdu.
Damadı Marcus Agrippa onun tarafından fevkalade yetkili Roma imar müdürü (consul) olarak tayin edildi. Bugün dahi hayranlıkla izlediğimiz Palatin tepelerindeki Apollon mabedi kalıntıları, Pantheon, Marcelinus tiyatrosu, consul Agrippa’nın zamanında yapıldı.
Augustus yarı yarıya sefil bir şehri mermerleştirmiştir; sadece Roma’ya değil bütün imparatorluk coğrafyasına kendi imzasını kazıttı. Galatya’nın başkenti “Ancyra” yani bugünkü Ankara her şeyini ona borçludur.
Büyük tiyatrosu ve Frigya’dan kalma büyük tapınağın üzerine inşa ettirdiği Augustus mabedi ile Anadolu’nun tarihi orada yaşıyor. Mabet 5’inci asırdan sonra Bizans kilisesiydi, sonra 15. asırda bitişiğine Hacı Bayram Camii yapıldı. 18’inci asrın sonunda mabedi Avusturya Arkeoloji heyeti reisi Lonboronski dünyaya tanıttı.
Augustus’un ünlü Nutuk’u veya klasik dünyanın Testamentum Ancyranum diye tanıdığı metin o duvarlarda kazılıdır; “rest gestae divi Augusti - ilahi Augustus’un tarihi” diye başlar; savaşları, av partileri, Roma İmparatorluğu için yaptıkları övünçle sıralanır. Bu imtiyazlı metni taşıyan mabedin girişinin karşı duvarında da Yunancası vardır. Binanın da “monumentum Ancyranum”- Ankara anıtı diye tanınmasının nedenidir.
Augustus’un bu yazıtı buraya kazdırmasının nedeni açıktır; Anadolu’yu geçen orduların uğrak yeriydi ve şehir az nüfuslu da olsa bu yüzden her zaman mühim olarak kaldı. İspanya seferi sonunda ölümünden evvel dikilen Roma’daki Ara Pacis- Barış Sunağı’nın frizleri de onun hayatını resmeder.

Yönetim konusunda bir dahi
Genç yaşta inanılmaz kurnazlıklarla Roma tarihinin çakallarını da aslanlarını da atlatmayı bildi. Yeri geldi kendi de yırtıcı bir kaplan oldu. Yeri geldi sırtlanlar gibi başkasının devirdiğine son darbeyi vurdu. Talih yardımcısıydı ama ak bahtı kara bahta da dönebilirdi. Sezar’ın akıbetine uğramamak için devletin imkanlarını da, kanunları da iyi kullanmayı bildi. Eski çağlarda tarihin kaydetmediği, ancak efsanevi hükümdarlar için söz konusu olacak kadar uzun 58 yıllık bir hükümranlık yaşadı. Roma üst sınıfının mutfağına iltifat etmediği açıktı, yoksa erkenden ölürdü. Devlet ancak dahilerin kurabileceği bir mimari eserdir.
Ne Sezar veya İskender gibi büyük bir komutandı ne de en büyük kanun koyucuydu. Ama bu özellikleri şahsında birleştiren tarihin iyi tersim ettiği bir dahiydi. Senato sevdiği bu diktatöre yaptığı gibi yılın bu ayının adını tahsis etti: Augustus.


Denizcilik tarihimiz
Ağustos ayının sahibi
Bu yıl 30 Ağustos’ta Deniz Kuvvetleri Komutanı oramiral Metin Ataç emeklilik hayatına başlıyor. Gerek Deniz Kuvvetleri’nde gerekse müttefik ve komşu devletler denizcilik çevrelerinde saygı duyulan bir komutandır. Denizcilik bilgisini değerlendirecek durumda değiliz ama bilgili bir bahriye subayı olduğu, denizcilik tarihi üzerindeki merakından, okumasından asıl önemlisiyse bu konularda bilimsel bir örgütlenmeye gitmesinden bellidir. Kuvvet komutanlığı ve daha önce de donanma komutanlığı döneminde Deniz Kuvvetleri; tarih araştırmaları, müzecilik ve tarih yayınları konusunda önemli bir dönem geçirmiştir.
Türkiye son yıllarda gemi inşasında ve denizcilik teknolojisinde önemli ilerlemeler kaydetti. 19’uncu asırda Sultan Abdülaziz devrinde Osmanlı bahriyesi bir ara Britanya bahriyesinden sonra geliyordu. Ne var ki tersanelerimizde ne bu gibi gemileri inşa edecek çağdaş teknoloji mevcuttu -hatta tamirleri bile güç başarılıyordu- ne de deniz kuvvetlerinde donanmayı sevk edip mürettebatı eğitecek yeter sayıda subay ve astsubay vardı.
Gerçi 19’uncu yüzyılda modernleşen donanmamız bu konuda yer yer komşu Rusya’yı kıskandıracak atılımlar göstermiştir ama genelde donanma 19’uncu yüzyıla intibakta güçlük çekiyordu. Nitekim donanmayı Haliç’e çekip çürüttüğü söylenen
II. Abdülhamid’in bu kızağa çekme işleminde siyasi evhamının mı, yoksa mali ve teknik ve personel yetersizliklerin mi rol oynadığı tartışılır. Nitekim Balkan Savaşı başladığında donanmanın feci durumu ortadaydı ve her şeye rağmen, Birinci Cihan Savaşı’nın bilhassa Gelibolu-Çanakkale safhasına deniz kuvvetleri gereken katkıyı yaptı.

Seminerler, yayınlar arttı
Bugünün Deniz Kuvvetleri şüphesiz ki dünyadaki konumu itibarıyla çok daha iyi bir yerdedir. Galiba dünyadaki ilk altı donanmanın içinde yer almaktadır. Kuşkusuz bu dönem içerisinde Türk ticaret filosunun da büyümesi, yaygın bir ticari taşımacılık yapması ve son olarak Somali’de görülen olayların yanı sıra dünyada gelişen olumsuzluklar; Deniz Kuvvetleri’nin önemini artırmaktadır.
Türkler esas itibarıyla 12. yüzyılda Küçük Asya’ya yerleştiler. Bu sekiz asırlık tarih içerisinde deniz kuvvetleri ve denizin etkin ve devamlı kullanımı ancak 6,5 asrı kapsar. 2000 yıldır denizi kullanan bir millet değiliz. Ama denizler üzerindeyiz. İlk amiralimiz Çaka Bey’den beri bu konuda kayda değer başarılar da gösterildi.
Denizcilik alanında en az iltifat gören bölüm denizcilik tarihidir. Bazı kıymetli yazarlarımız ilgisizlikten dolayı bir köşede kalmıştır. Marifet iltifata tabidir. Metin Ataç Paşa’nın komutanlığı zamanında denizcilik tarihi üzerinde tertiplenen seminerler, tarihi harita tetkikleri (ilginç bir görünüm de Kara Kuvvetleri’nin haritacılarından olan Tümgeneral Cevat Ülkekul Paşa’nın haritacılık tarihinde önemli çalışmalar yapmasıdır), ortak seminerler, yayınlar sayıca arttığı gibi; İstanbul Deniz Müzesi’nin yenilenmesi başta olmak üzere, bildiğimiz kadarıyla Çanakkale’de ve İskenderun’da deniz müzeleri kurulmuştur.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa üzerine Kurmay Albay Rıza İşipek ve Koramiral
L. Sancar, Prof. İdris Bostan, Prof. Salih Özbaran, Prof. Zeki Arıkan gibi meslektaşların editörlüğünde yayımlanan “Türk Denizcilik Tarihi” ilginç kitaplardır. Amiral Çetinkaya Apatay’ın kaleminden Ertuğrul Fırkateyni’nin öyküsü, Piri Reis araştırma merkezinin yayınlarını da bu değişikliğin ve gelişmenin ürünleri olarak görmek mümkündür. Bu çalışmaların devam edeceği muhakkaktır.