Claude Lefvre imzalı XIV. Louis portresi. Bu ay Paris’te Versailles Sarayı’nda XIV. Louis ile ilgili saraydaki bazı koleksiyonlar teşhir ediliyor. Mektuplar, ama asıl onunla ilgili portreler, kullanılan eşyalar, sayısız sanat eserlerinden ve ilgili heykellerden seçmeler göz alıyor Serginin katalogları çıkmış. Beş yaşından 77 yaşında ölene kadar 72 yıl Fransa kralı olan bu hükümdarın hiç şüphe yok ki muhtelif zamanlarda yapılan portreleri bırakınız bir hükümdarı, bir insanın geçirdiği fizikî değişim açısından çok önemli. IV. Murad gibi değildi ama Louis spor yapmayı bütün Fransız asilleri kadar gerekli görür ve severdi. Askerlikten anlardı; Bonaparte dönemi hariç Fransa tarihinin en ünlü mareşal ve komutanları da onun devrinde faaliyet göstermiştir. Portrelerinden bu genç, endamlı hükümdarın yavaş yavaş yaşlandığını da görüyorsunuz.
Kral kumaş ve porselen üretimini teşvik etti
Bilhassa Antoine Benoist’nın 1700’de yaşlı kralın saçlarını ve kıyafetinden kumaş parçalarını kullanarak yaptığı bir portresi fazla realisttir. Ama Lorenzo Bernini’nin 1665’te yonttuğu mermer büstteki genç ve gösterişli adamın yaşlılıkta ne hale geldiğini görürsünüz. Claude Lefevre’in o yıllarda yaptığı portre sahibinin “Güneş Kral” ünvanını hak ettiğini gösterir. XIV. Louis Fransa’da kumaş üretimini, bijuteriyi, porselen üretimini teşvik etti, bunu bir ihraç metası haline getirdi. En baş tüketici de kendiydi. Fransa’daki üst sınıfın giyimindeki israf ve pahalılık, sokaktakilerin sefaleti ile mutlak tezat teşkil ediyordu.
Parlak XIV. Louis Fransası ve Bourbon Hanedanı onun 1715’teki ölümünden sonra ancak 70 yıl dayanabildi. Prusya krallığı gerekli sosyal reformlarını ve israfta kısıntıyı yapmış, hayatta kalmıştır. Avusturya, Fransız ihtilalinin dehşetini görerek Marie Antoinette’in kardeşi imparator II. Joseph’in reformlarıyla hayatına devam edebilmiştir. Rusya Çarlığı’nın ise böyle reformlar yapmasına hiç lüzum yoktu; adaletsizlik ne Çar’ın ne de halkın umurlarında dahi değildi, ta ki 1917 kışına kadar.
XIV. Louis Fransa’ya Kardinal Richelieu devrinden miras aldığı iki akademiyi geliştirerek açtı. 1637’de kurulan Fransız Akademisi ve 1648’de henüz o çocuk kralken kurulan Kraliyet Akademisi. Her ikisi de dilin ve sanatların gelişmesini kontrol eden, mutlaka bir devlet sansürünün ama daha önemlisi katı akademik kuralların Fransız medeniyetine öncü olmasıyla, kültürel gelişimi sağlayan kurumlardı.
5 yaşında tahta geçen ve 77 yaşında ölen kral Fransa tarihine damgasını vurdu. Richelieu ve Mazalin’in bıraktığı sağlam bir merkezi mali sistemin üstüne Colbert gibi akıllı bir başbakan ve maliye nazırının teşviki sayesinde Fransa sanayiini kurdu.
Bu gelecekteki ağır sanayinin temeli olan ve 17. asır için öncü bir sistem sayılan devlet manifaktürüydü. Fransa’nın kumaşları, mobilyası, porseleni giderek silahları bütün Avrupa’nın ordularını ama asıl önemlisi doymak bilmeyen ve Avrupa’nın her yerinde kalkınan ziraatın zenginleştirdiği hükümdarlar ve soyluların saraylarını doldurdu. XIV. Louis ise, 18. yaşından itibaren evvela soy yakınlığı olan İspanya Habsburglarıyla evlilik yoluyla kurduğu bağ, ardından kendinin ömür boyu hizmetkârı olan Colbert’in temellerini attırdığı mali sistem sayesinde zenginleşip ortaya çıkan burjuva sınıfından aldığı destekle aristokrasiyi kendine bağladı.
Fransız asillerinin boyunları zaten Mazarin dönemindeki Fronde Savaşları’nda bükülmüştü. XIV. Louis’ye kalan, onların kırılan gücü üzerinde teatral bir ihtişamla mutlak monarşiyi sağlamlaştırmaktı. “Teatral ihtişam” sözü lafın gelişi değil, Louis gösterişi seviyordu. O François Girandon’un heykel grubunda görüldüğü gibi bazen Apollon’du, bazen aynı sanatçının yontusunda bir savaş tanrısı Mars’tı. Versailles’daki balolar kabul resimleri bu ihtişamı ifade ediyordu. XIV. Louis ve XV. Louis Fransası’nda ilginç kıyafetleriyle ve zenginlikleriyle gelen Osmanlı ve İran elçileri dışında hiçbir sefaret heyeti majestelerinin maiyyetini ve Versailles halkını büyüleyememişti. Avrupa’nın en iddialı ve gösterişli sarayı Versailles’dı.
Ünlü Voltaire “XIV. Louis Asrı” adlı eserinde Fransa’nın bu döneminde sanatların, ilimlerin ulaştığı noktayı haklı olarak metheder ve Yunan, Roma ve Rönesans devirlerinden sonra beşeriyete yol gösterecek son safhanın XIV. Louis asrı olduğunu söyler. Bu asır artık ulaşılacak en mükemmel safhadır, bundan sonra Avrupa ve medeni dünya bu dönemin kurum ve ilkelerinin ışığında yoluna devam edecektir. Voltaire’in bu felsefi yaklaşımdan sonra herkesin kendi çevresini ve devrini “tarihin sonu” diye göstermesi moda oldu. Hegel, Prusya devleti için aynı şeyi söyledi. Fukuyama denen zavallı adam da tarihin sonu olarak kendi Amerikan düzenini gösterdi.
Savaş sanatı onun döneminde ilme dönüştü
Aslında “Güneş Kral” belli belirsiz istikbalinin ne olacağı belli olmayan bir Fransa’da dünyaya gelmişti. Babası XIII. Louis ölünce daha beş yaşında Fransa tahtına oturdu. Anası Kraliçe Anna Avusturya prensesiydi. İtalyan asıllı başbakan Kardinal Mazarin ile yaşadığı aşk malum; bu yakınlık devletin tepesindeki diğer uzlaşmaları sağlayan ruhi bir uzlaşmaydı. Mazarin’in adamı Colbert Fransa’yı daha da ileri götürecektir. Bu dönemde Fransız diplomatlar en beceriklilerdir. Osmanlı İmparatorluğu’na yolladıkları Girardin, Guilleraque gibileri Türkçe de bilirlerdi. Colbert’den aldıkları talimatları başarıyla da yerine getirdiler. XIV. Louis’nin sefirleri kadar imparatorluğumuzu açıkça ve vukufla tasvir edenler azdır. Louis Fransa’nın ve İtalya’nın sanatçılarını krallığına celb etmekle kalmadı; Versailles Sarayı gibi yapılanmalar birçok sanatçıyı besledi. Habsburglar yani Avusturya-Almanya İmparatorluğu ve Habsburgların öbür kolu olan İspanya ile başarılı bir şekilde mücadele etti.
Savaş sanatı XIV. Louis’nin ünlü mühendisi ve strateji ustası Vauban sayesinde bir ilme dönüştü. Ünlü savaş adamlarından çok ünlü mühendisler Fransız ordusunun gözdeleriydi. Askeri strateji dehası gelişen diplomasi ustalığı ve teknikleriyle tamamlanıyordu. 1659 Pireneler Antlaşması ile İspanya’nın Avrupa’daki üstünlüğünü bertaraf etti.
Doğu bölgesindeki savaşlar ve başarılı diplomatik manevralarla Fransa’nın bugünkü doğu sınırlarını tespit etti. Başaramadığı şey, İngiltere ve Hollanda’ya karşı Fransız donanmasını üstün duruma getirmektir. Bu Fransa’nın yeryüzünde okyanus aşırı kolonilerde İngiltere karşısında ikinci plana düşmesi demek olacaktır. Osmanlı imparatorluğu ile başlangıçta geleneksel dostluğu devam ettirdi. Ama başarısız
II. Viyana Kuşatması’nı izleyen savaşlar sırasında Hıristiyan koalisyonda yerini aldı ve karşımıza geçti.
Türkiye’de bu serginin benzeri Fatih Sultan Mehmet Han için düzenlenmeliXIV. Louis 1648 Vestfalya Antlaşması’nın tespit ettiği bir Avrupa bulmuştu. Onu kendine göre değiştirdi. Dönemi barışta geçecek israf ve gösteriş kadar, savaşlarla da doludur. Fransız soylularının beli kırılmıştı, onları Versailles denen kafese hapsetti. En tanınmışları orada yaşamaya zorlandı ve genç soylular da Versailles’in sayısız apartmanları arasında kapı kapı dolaşıp, itaat etmeyi öğrenen bir sınıfın üyeleri haline geldiler. Kral sofrada yalnız yemek yerdi ama etrafında bekleyen soyluların ortasında; sabahtan akşama yatana kadar saray halkı onun etrafında dikilip dururdu. XIV. Louis yerken, gezerken, avlanırken, dans ederken portreleri ve heykelleri yapılırken kendini “Güneş Kral“ diye uyruklarına ve soylularına kabul ettirmeyi başardı. Güneş Kral büyük bir Fransa kurdu ve ardından sarsılacak bir maliye ve müsrif bir devlet bıraktı; ama Fransız toplumu üretiyordu.
Bu yıl Versailles, sarayı kurucusuna ilk defa bir sergi yapmayı ve şükranlarını sunmayı akıl etti.
Bizim Topkapı Sarayı acaba ne vakit muhteşem kurucusu, şarkın ve garbın efendisi olan Rönesans’ın büyük adamı Fatih Sultan Mehmet Han için böyle bir sergi düzenleyecek? Galiba serginin giderleri için birilerinin destek olması, yardım etmesi gerekiyor.
Bu kadar kusur kadı kızında da olurNTV Tarih dergisi bu Kasım ayında onuncu sayıya ulaştı. Geçen sayılara bakarak bu dergi üzerinde artık bir yorum yapabiliriz. Sayfa düzeni ustaca, muhtelif arşivlerden topladıkları resimler ilginç. Bu son sayıda Ekim Devrimi ile ilgili bir yazı var. Yanıbaşında da şehzade Osman Ertuğrul Efendi’nin cenazesi ve kardeşi Şiar Yalçın’la ilgili daha aktüel haber ve yorum. Daha daha ilginci derginin ilavesinde Ermeni bestekârların eserlerinden oluşan ilginç bir CD var. Daha evvelki sayılarda çıkan Şeyh Bedreddin üzerine zıt fakat dikkati çeken okuyucu mektupları yanında bu ve derginin faydalı tarafını belirtelim; Bodrum-Milas yolundaki eski eser tahribine dayanan yapılaşma ve tahrip edilen antik kentler, Türkiye’nin antik mirasını oluşturan mesela Erzurum’daki Engüzek Kalesi, Çanakkale Ezine civarındaki bir mermer ocağında antik kentler için sütunların yontulduğu bir ocak üzerine ve Tarsus civarındaki Roma yolunun göze batan kalıntıları gibi bilgileri zikretmeliyim.
“O kadar da değil”NTV’nin özel bir yönü de tarih ve kültür dünyasından haberleri içermesi; Haluk Abbasoğlu’nun Perge kazılarında bulduğu antik para definesi, İspanyolların Lorca’nın cesedinin kalıntılarını araması, Mısır’ın bazı freskleri Louvre’dan geri alması gibi ilginç haberler var. Derginin kaba ideoloji aşılamaktan çok, sıkıcı olmayan bir üslub ve dozda bilgi ve haber verdiği görülüyor. Derya Tulga ve Mina Gümrükçüoğlu’nun “yıldızları en doğru okuyan on müneccim” başlığı altında astronomi tarihinden kesintileri anlatan bölümünü de ilginç buldum.
Hazzetmediğim bir yönü de söylemeliyim; Derya Tulga’nın “O kadar da değil” sayfası, Halil İnalcık hocanın bir konferanstaki dil sürçmesi, İnebahtı yerine Preveza demesini mal bulmuş Magribi gibi diline dolamış. Bu sayfada bazen doğruların yanlış diye eleştirildiği de oluyor. Bu şık bir eleştirmenlik değil. Ama o kadar kusur kadı kızında da olur misali NTV Tarih’in Batı Avrupa ve Rusya’daki başarılı örneklere paralel bir popüler tarih dergisi olduğunu söylemeliyiz. Atlas dergisi tartışılmaz üstünlükte, Avrupa çapında bir coğrafya dergisi; NTV Tarih bu yolu izler inancındaydım.