Hayatın temposu çoğu zaman nefes almaya bile fırsat bırakmadan bizi bir yerlere sürükler. Yetişmemiz gereken insanlar, tamamlamamız gereken işler, bitmek bilmeyen listeler ve sürekli hız… Bu hengâmenin içinde çoğu kez kendimizi kaybederiz. Bir şeyleri eksik yapmaktan korkar, durduğumuzda ise geride kalacağımızı sanırız. Oysa bazen gerçek ilerleme, hiçbir adım atmamakla mümkün olur. Durmak, kaybetmek değil, içsel dengeyi yeniden kurmanın en bilinçli yoludur.
Durmak, illaki pes etmek anlamına gelmez. Aksine, bazen yönümüzü yeniden bulabilmek için hayatın ortasında bir süreliğine geri çekilmektir. İç sesimizin bastırıldığı, dış seslerin birbirine karıştığı bir dünyada, bir anlığına sessiz kalabilmektir. O sessizlikte kalbimizle konuşmak, zihnimize “Bir de şimdi dinle” diyebilmektir. Çünkü bazı cevaplar, gürültünün içinde duyulamaz, ancak ve ancak dinginliğin içinde yankılanırlar.
Hep güçlü görünmeye, üretmeye, çözmeye alıştık. Oysa hiçbir
Yaşamda bazı durumlarda başkalarının beklentileri ön plana çıkabilir. Böyle zamanlarda kendi ihtiyaçlarınızı geri plana atmak size kolay gelir. Oysa kendinizi seçtiğinizde, öz saygınızı beslediğiniz bir alan açılır. Bu alan, kendi merkezinizde kalmanıza katkı sağlar. İlişkilerinizde daha dengeli bir akışın önünü açar.
Kendinizi seçmek, kesinlikle bencillik değildir; aksine, öz değerinizi onurlandırmanın en doğal yoludur. Başkalarının taleplerine sürekli evet demek, kendi iç sesinizi bastırmanıza neden olur. Oysa “Bugün kendimi seçiyorum” dediğinizde, içinizde çok güçlü bir sessizlik uyanır. Bu sessizlik, kararlarınıza daha fazla netlik katar.
Kendi yanınızda durduğunuzda, auranızda berraklık oluşur. Enerjiniz daha düzenli yayılır. Çevrenizdeki insanlar bu berraklığı hisseder ve yaklaşımlarını ona göre şekillendirirler. Böylece seçimleriniz yalnızca sizi olumlu etkilemekle kalmaz, ilişkilerinizin de daha sağlıklı bir zemine taşınmasına destek olur.
Bu süreçte küçük anların önemi
Hayat, yanı başınızda sessiz adımlarla yürüyen görünmez bir yol arkadaşı gibidir. Ne elinize bir harita verir ne de belirgin yollar çizer ama attığınız her adımda kendi titreşiminizin yankısını duyarsınız. Bu yankı bazen hafif bir melodi olur bazen de derin bir çağrı. Yolun asıl öğretisi de buradadır ve her anın içinde farklı bir frekansla buluşma ihtimali vardır.
İnişler ve çıkışlar, yolun doğal ritmini oluşturur. Zorluklar, alanınızı daraltıyor gibi görünse de çoğu zaman sizi genişlemeye davet eden titreşimler yayıyor olabilir. Kaygı ya da belirsizlik anlarında içinizde yükselen frekansı fark etmek, önünüzde yeni bir yol açabilir. Belki de düşük gibi hissettiğiniz titreşimler, daha yüksek bir uyuma geçişiniz için gereken birer eşiktir.
Yorulduğunuzda yolun sizi beklediğini hissedebilirsiniz. Çünkü hayatın daveti, ilerlemeye zorlayan bir ses değil, titreşiminizi yeniden duyabilmeniz için açılmış bir alan gibidir. Dışarıda gördüğünüz bazı engeller ise kendi frekansınızın yansımaları olabilir. Frekans
Eylül, yalnızca takvimlerdeki sıradan bir ay değildir, yaşamın kendi ritmini yeniden hatırlattığı ince bir eşiktir. Yazın hızını, telaşını, savruk coşkusunu geride bırakırken içimizde bir sessizlik uyanır. Bu sessizliğin içindeyse çoğu zaman görmezden geldiklerimiz belirir: Yorgunluklarımız, yarım kalan işlerimiz, söylenmemiş sözlerimiz… İşte eylülün bize verdiği ilk ders budur: Dur ve gör. Görmeden değiştiremezsin, yüzleşmeden bırakamazsın.
Bu ayın en güçlü titreşimi, bitişler ve yeni başlangıçlar arasında bir köprü kurmamızdır. “Bitiş” dediğimiz şey, çoğu zaman kayıp gibi algılanır oysa gerçekte yeniye yer açmanın doğal yoludur. Dolabımızda yer açmadan içine yeni bir giysi koyabilir miyiz? Zihnimizde eski düşüncelerimiz hâlâ kalabalıkken yeni bir fikre alan açabilir miyiz? Bırakış, eksilmek değil, özgürleşmektir. Eylül, bu farkındalığı tüm doğasıyla bize öğretir. Ağaç, yaprak döker ama köklerini toprağın daha derinlerine salar.
Aynı anda bir başlangıç
İçinde yaşadığınız dünya gitgide hız kazanıyor. Artık zihinler daha dolu, ekranlar daha parlak, sesler daha yüksek... Böyle bir çağda sadece zamanınızı değil, enerjinizi nasıl yönettiğiniz de yaşam kalitenizi belirliyor. Günümüzde çok şey yapabilmek değil, kendinizi yormadan odaklanabilmek önemli hale gelmiş bulunuyor.
Gün içinde pek çok şeye maruz kalıyorsunuz. Sadece işler, toplantılar, ilişkiler değil; aynı zamanda düşünceler, duygular, haber akışları, sosyal medya içerikleri ve başka hayatlara ait görüntüler de sürekli zihninize nüfuz ediyor. Ve çoğu zaman fark etmeden hem zihinsel hem duygusal kaynaklarınızı tüketiyorsunuz. Birçok kişi, günü bitirdiğinde neden o kadar yorgun olduğunu anlayamıyor. Oysa meselenin özünü, gün boyunca ne kadar çok şey yaptığı değil, neye ne kadar enerji harcadığı oluşturuyor.
Enerjiyi doğru yönetebilmek için önce neyin sizi tükettiğini fark etmeniz gerekir. Sizi aşağı çeken konuşmalar, sürekli geçmişi kurcalayan düşünce
Bazen öyle anlar gelir ki insan sessizce içinden “Buraya kadarmış” der. Ne yaşananlara tam olarak anlam verebilir ne de geleceğe güven içinde bakabilir. İşte bu anlar, birer kırılma noktası gibidir. Zihin yorgundur, kalp suskundur, yaşam ise akmaya devam etmektedir. Tam da bu noktada, görünmeyen bir çağrı duyulur: “Yeniden başla!” Bu çağrı, çoğu zaman bir çığlık gibi değil, fısıltı gibidir ve belirsizliğin ortasında, duyabilen için yeni bir yol açar. Çünkü her şeyin değişmesi gereken o noktada aslında kişi, kendini yeniden tanımaya davet edilmektedir.
Yeniden başlamak, sanıldığı gibi çok büyük adımlar atmak, ani kopuşlar yaşamak, radikal kararlar almak anlamına gelmez. Aksine, bu süreç, küçük ama köklü fark edişlerle ortaya çıkar. Geçmişte yaşananların bugünü yönetmesine izin vermemekle, eski tanımların içinden özgürleşmekle gerçekleşir. Zihinde sık sık dönen bir cümle vardır: “Ben hep böyleyim.” Oysa kişisel gelişimin en temel
Hayatta bazı karşılaşmalar vardır ki sessizce gerçekleşirler ama etkileri kalıcı olur. Ortam aynı kalır, insanlar değişmez, diyaloglar sıradandır ama bir şey farklılaşmıştır. Bunun sebebi ise çoğu zaman davranışlarımız değil, taşıdığımız frekanstır. İnsan, sadece sözleriyle değil, enerjisiyle de çevresiyle etkileşim hâlindedir. Bu yüzden bazen kişi farkında olmadan, yalnızca varlığıyla etrafındaki alanı değiştirir.
Frekans dediğimiz kavram, fiziksel bedenin ötesinde düşünce, duygu ve niyetle şekillenen bir titreşim halidir. Her birey, içinde bulunduğu andaki içsel durumuyla etrafında bir enerji alanı oluşturur. Bu alan sayesinde karşısındakiyle gözle görünmeyen bir iletişim kurar. İşte bu nedenle bir ortamda kimse size bir şey söylememesine rağmen gerilmeniz ya da rahatlamanız mümkündür. Çünkü sessiz ama etkili bir iletişim çoktan başlamış durumdadır.
Frekans değişimi, kişisel gelişimin de görünmeyen adımlarından biridir. Genellikle bir karar anı, içsel bir uyanış, bir bırakış ya da derin bir yüzleşme sonrasında meydana gelir. Birey,
Herhangi bir ortama girdiğinizde, henüz hiçbir şey olmadan bile “Burada bir gariplik var” dediğiniz oldu mu hiç? Veya tam tersi… Oldukça sıradan bir yerde, sıradan bir anda huzur veren bir duyguyla sarıldığınızı hissettiniz mi?
İnsan, düşünüldüğünden çok daha fazlasını hisseder. Bazen kelimelere bile ihtiyaç yoktur, çünkü her şeyden önce, her şeyin ötesinde bir alan vardır. O alanın adı da enerjidir.
Enerji dediğimiz şey, sadece soyut ve manevi bir kavram ya da yakıştırma değildir. Her geçen gün daha fazla bilim insanı, evrendeki tüm maddelerin bir titreşime sahip olduğunu söylüyor. Maddelerin, düşüncelerin, hatta duyguların bile kendine has birer frekansı olduğu tartışılıyor. Ve bu, insanı çok temel bir farkındalığa götürüyor: Acaba bizler de, yaşadığımız, düşündüğümüz ve hissettiğimiz her durumda etrafımızda bir titreşim alanı mı oluşturuyoruz?
Bazen zorlu bir günün ardından yaşanan yorgunluk, sadece fiziksel olarak hissedilmiyor. Belki bir mesaj, bir bakış, bir ortam bile