Fenerbahçe bu sezon 39. resmi maçını Kasımpaşa ile oynadı. Süper Lig'de 21, Avrupa arenasında 10, ZTK'da 8 maçı geride bıraktılar.
Kasımpaşa maçına kadar 4 farklı kulvarda 4 yenilgi aldı sarı-lacivertli takım. Şampiyonlar Ligi 3. ön elemesinde Shakhtar'a, Süper Lig'de Beşiktaş ve Antalyaspor'a, UEFA Avrupa Ligi'nde ise Molde'ye kaybettiler. Bu yenilgilerin 3'ü deplasmanda, 1'i Kadıköy'de yaşandı. Rakipler, kulvarlar, skorlar çok farklıydı ama dört yenilginin de ortak bir paydası vardı; Gökhan Gönül tribünde veya ekran başındaydı...
Gökhan'lı Fenerbahçe ise üç kulvarda 15 resmi maça çıkarken 11 galibiyet ve 4 beraberlik elde etti, hiç yenilmedi. Bu rakamlar, Gökhan'lı ve Gökhan'sız Fenerbahçe'nin hem savunmada hem de hücumda gösterdiği değişkenliğin belgesi adeta. Gökhan'ın sakatlığını atlatıp sahaya çıkması ciddi bir güç kattı sarı-lacivertli takıma. Gökhan ve Nani sağdan, Hasan ve Volkan soldan sert hücumlar yaptılar ilk dakikalarda. Topal-Souza ikilisinin yokluğunda merkeze monte edilen Ozan ve Kadlec de özellikle baskıyı başlatma ve Pereira'nın vazgeçilmezi olan 'agresiflik' konusunda başarılıydı.
Hasan-Volkan ikilisi 15-30 arasında Kasımpaşa sağ kanadının üstüne 'kabus' gibi
Mustafa hoca sürprizlerin adamıdır, şaşırtmaktan çok hoşlanır. Onun kadrosunu 11'de 11 tutturmak imkansız gibidir. Sakat ve cezalılar yüzünden kadrosu çok daralsa bile en az bir sürpriz yapar, hem takımı takip eden muhabirleri hem de taraftarları terse yatırır...
Örneğin siz, Denizli'nin yerinde olsanız, Koray ile Denayer arasındaki tercihinizi kimden yana kullanırdınız? Bu sezon tek lig maçını 29 Ekim'de oynayan ve sadece 9 dakika sahada kalan Koray'a mı, sakatlıktan yeni çıkmış olsa da Denayer'e mi 11'de forma verirdiniz? Chedjou-Koray ikilisi, Chedjou-Denayer'e göre neden daha güven verici Mustafa hoca için... Bu tercih, Semih ve Hakan'ın yokluğuna ciddi bir risk daha eklemek değil mi? Anlamak zor ama hocanın tarzı bu, değiştirmeye gücümüz yetmez ki!
32 puanlı Torku Konya maça büyük bir beklentiyle çıktı. Kazanması halinde Galatasaray ve Başakşehir'i geçerek 3. sıraya tırmanacaktı. Oysa geçen sezon 20. haftayı 23 puanla 11. sırada kapatmışlardı. Aykut Kocaman defansın her iki kenarında ara transferler Skubic ve Douglas'a görev verdi. İkisi de hem defansif hem de ofansif anlamda etkili oldu. Önümüzdeki haftalarda çok daha verimli oynayacaklarını düşünüyorum.
Maçta ilk
Gökhan, Diego ve Nani'nin yokluğunda ilk 11'de sahaya çıkan Şener, Ozan ve Volkan Şen'in ortaya koyacakları performans maçın kaderini belirleyecek gibi görünüyordu Kadıköy'deki kritik randevu öncesinde. Özellikle Gökhan ve Nani'nin, Fenerbahçe'nin hücumdaki "anahtar" oyuncuları olması, Şener ve Volkan'ın kanatlarda sergileyecekleri performansın önemini bir kat daha artırıyordu.
Şener ilk yarıda Ahmet İlhan tehdidi yüzünden 1-2 pozisyon dışında hücuma çıkmadı. Sağ kanadı genelde Markovic kullandı. Sol kulvardaki Volkan Şen istekli bir görüntü verdi ama pozisyonların hemen tamamında koordinasyon sıkıntısı yaşadı. İçeriye doğru çalım denedi kaptırdı, uzun attı koşamadı, ikili mücadeleye girişti genelde kaybetti. Özetle Nani'nin yokluğunu fazlasıyla hissettirdi.
Fenerbahçe için Diego'dan daha önemli bir oyuncu olduğuna inandığım Ozan da tıpkı Volkan Şen gibi sık sık tercih hatası yaptı. Pasa mecburken şutu denedi, şut atması gerekirken pası aradı, hatalar yaptı. Rakip sahadaki pres konusunda ise Josef ve Topal kadar başarılıydı, rakibi birçok kez hataya zorladı.
Hakem Deniz Ateş Bitnel'in, Volkan Şen-Sercan mücadelesinde verdiği penaltı kararı kesinlikle yanlıştı. Pozisyon
Uzun bir tedavi dönemi geçiren Burak ve Sneijder'in maç eksikleri, Sabri'nin sakatlıktan yeni çıkması, Podolski'nin yokluğu, kulübeye çekilen Yasin'in yerinde Olcan'ın görev yapması ve kazanma mecburiyeti, Galatasaray adına kağıt üzerindeki önemli handikaplardı maç öncesi.
Mustafa Denizli'nin, Carole'un yerine sol bekte Hakan Balta'ya forma vermesi dikkat çekiciydi. Denizli, Yasin ve Carole'a karşı Olcan ve Hakan'ın sezonun ikinci yarısındaki ilk tercihleri olacağını da gösterdi.
Donk, Melo misali stoperlerin hemen önünde görev yaptı. İlk yarıda Aatıf ve Beykan'ı kontrol etmekte başarılıydı. Kazandığı topları hiç vakit kaybetmeden Selçuk ve Sneijder'le buluşturması gözlerden kaçmadı. Galatasaray hücuma çıkarken ise takımın liderliğini her zaman olduğu gibi Selçuk üstlendi.
Okan Buruk'un cezalılar Cicinho ve Yiğit'in yokluğunda Aatıf, İbrahim Akın, Beykan ve Hasan Kabze'yi ilk 11'de sahaya sürmesi büyük bir hataydı. Anlaşılır hiçbir tarafı yoktu, saçmalıktan başka bir şey değildi. Sivasspor oyunun başında iyi pas yapmasına rağmen savunmada çok dağınık bir görüntü verdi. İbrahim Öztürk-Oumari ikilisi bir sağa, bir sola savrulunca Galatasaray daha 23. dakikada iki farkı
Kayserispor karşısında Galatasaray 11'inin hücumcuları; Umut, Yasin ve Podolski'den ibaretti. Mustafa Denizli, sakat olduğuna inanmadığım Sneijder ile Burak'ın yokluğunda Bilal'i de yedeğe çekerken, Selçuk ve Chedjou'nun yanına Rodriguez'i monte ederek ciddi bir risk aldı. Öyle ki maçta henüz 10. dakika dolarken Kayserispor 3 kez gole çok yaklaştı. Deniz (2) ve Biseswar'ın kaçırdığı net pozisyonların ardından Mabiala 16. dakikada takımını öne geçirdi.
Kayserisporlu oyuncular 18. dakika geride kalırken Galatasaray ceza sahasında 7 kez topla buluşup tam 6 şut atmışlardı. 21'de Mabiala ve 36'da Biseswar'ın gollük fırsatları kaçırması, Galatasaray'ın maça havlu atmasını engelledi.
Mustafa Denizli'nin devrede kadroya müdahale etmemesi nedeniyle Galatasaray ikinci yarıya da çok kötü başladı, ilk devreye göre değişen hemen hiçbir şey yoktu. Podolski'nin sakatlanması Galatasaray için bir dönüm noktası hatta piyango oldu. Zira sahadaki varlığı ile yokluğu bir olan Podolski sakatlanmasa, Sinan Gümüş'ün 55. dakikada oyuna girme şansı bana göre sıfırdı. Sinan'ın oyunu hareketlendirmesi Denizli'ye ilham oldu, hemen ardından Bilal'i de sahaya sürdü ve Galatasaray oyunda son yarım saate
Maçın ilk 20 dakikalık bölümünde; Gökhan, Kjaer, Alves ve Hasan Ali'den oluşan savunma dörtlüsünün orta sahaya kadar cesaretle gelerek, presi burada başlattıklarını gözlemledik. Özellikle Kjaer ile Gökhan'ın sağ kulvarda orta alanı geçerek kazandıkları topları, Diego ve Markovic'le buluşturmaları da dikkat çekiciydi.
Fenerbahçe sol kanatta ise Hasan Ali ve Nani ile boşluk bulmaya çalıştı. Nani'nin ilk yarıda topu fazla eveleyip, gevelemeden Fernandao'ya gönderdiği ortaların kalitesi yüksekti. Fernandao ilk ortada kaleci Hopf'u geçemedi, ikincisinde ise kaleden çok uzakta kaldı.
Gençlerbirliği, Stancu'nun başrolde olduğu kontratak planını ilk yarıda birkaç kez uygulama şansı buldu. Fakat Mehmet Topal ve Josef tam da Pereira'nın istediği gibi merkezi kapatarak veya stoperlerin arasına girerek olası tehlikeleri engelledi.
Gökhan, Diego, Markovic üçlüsünün hazırlayıp, Fernandao'nun golle bitirdiği atağın Pereira'nın, "hızlı ve kaliteli pas oyunu" planının bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Markovic'in ortası usta işiydi, Fernandao da en doğru yerde bekleyip, ligdeki ilk deplasman golünü atmayı bildi.
Fenerbahçe ikinci yarıya vites küçülterek başladı. Öne geçtikleri birçok
AZ Alkmaar'a elenerek UEFA Avrupa Ligi'ne çok erken veda eden Başakşehir'in, Süper Lig'in ilk 7 haftasını 9 puanla (3 galibiyet ve 4 yenilgi) kapatması herkes için sürpriz olmuştu. Abdullah Avcı'nın takımı ligin son 7 maçında ise bambaşka bir performans ortaya koydu. Bu kritik dönemeçte 5 galibiyet ve 2 beraberlikle 17 puan toplarken tam 14 gol attılar ve kalelerinde sadece 3 gol gördüler.
Fenerbahçe, Başakşehir'in yükselen formu nedeniyle, Beşiktaş-Galatasaray derbisi öncesi "yarım derbi" oynadı adeta. Celtic maçında sorumsuzca kırmızı kart gören Diego'ya bir kırmızı da Pereira çıkardı. Ozan'ın ilk 11'de oyuna başlaması forma adaleti anlamında Pereira'nın hanesine artı olarak yazıldı.
Fenerbahçe'nin ilk yarım saatte kontrolü tam olarak eline geçirememesinin sebebi; Başakşehir'in orta sahada yaptığı etkili pres ve özellikle Visca'yı ciddi bir tehdit olarak kullanmasıydı. Fenerbahçe 35-45 arasında baskıyı daha da fazla hissetti, savunmasından top çıkarmakta bile zaman zaman zorlandı. Oyunun gerildiği anlarda Badji'nin koluyla Caner'in kafasına indirdiği darbenin karşılığı sarı karttı ve çıktı. Bajdi'nin birkaç dakika sonra yine Caner'e bu kez baldırıyla yaptığı sert
Milli takımlar dahil, dünya üzerinde sırtını yere getiremeyeceği tek rakibi olmayan Barcelona'nın birçok silahı bulunuyor. Yıllardır hücum üçlüleri inanılmaz, orta sahaları rüya gibi, Xavi ayrılsa da mükemmel seviyede pas yapıyorlar, skoru erken elde etseler de tempoları düşmüyor, resmen kabus gibiler...
Hepsi tamam ama Barcelona'nın belki de en önemli özelliğinin pek fazla dile getirilmediğini, fazlaca dikkat çekmediğini düşünüyorum ben. Evet, rakiplerini adeta hayata küstüren pres güçlerinden söz ediyorum. Topu kaybettikleri salisede rakip sahada çılgınca bir pres başlatıyorlar, meşin yuvarlağa yeniden sahip olmaları da 3-4 saniyeyi geçmiyor. Nou Camp veya başka bir stat fark etmiyor, bu tablo maç boyunca onlarca kez tekrarlanıyor ve hataya zorlanan rakipler diz çöküyorlar bu öldürücü silah karşısında, nefes bile alamıyorlar...
Fenerbahçe'nin özellikle ilk 45 dakikadaki oyun ve skor üstünlüğünün en belirgin sebebi de Pereira'nın haftalardır sahneye koymak istediği bu yıkıcı presti. Nani ve zaman zaman Van Persie'nin de katıldığı üçlü-dörtlü baskıyla rakip defans ve orta alanı bunalttılar, hataya zorladılar, hem Nani ile çok istedikleri golü hem de pozisyonları buldular.