Nedir bu ‘cannabis içeceği’ meselesi?

9 Ekim 2018

Coca Cola’nın cannabis özlü içecek piyasasıyla ilgilendiğine dair haberler ekonomi basında yer almaya başladığından bu yana bu bitkiyi, yani cannabis’i üreten firmaların değerlendiği konuşuluyor. Haberleri biraz takip eden herkesin dikkatini çekmiştir. Özetlemeye çalışayım. Ama önce bir bilgi vermem lazım. Söz konusu içeceklerde bitkinin insanı etkileyen psikoaktif kısmı değil, tedavi edici diğer aktif maddesinin kullanılacağı belirtiliyor. Yani bu içeceklerin psikoaktif bir etkisi olmayacak. Bu tedavi edici, iyileştirici bir tür sağlık içeceği olacakmış. Bu şekilde bir kategori ve pazar oluşacağı söyleniyor. Çok uzak bir gelecekten de söz etmiyoruz.

Coca Cola’nın Kanadalı Aurora Cannabis adlı firmayla görüşmelere başladığı biliniyor. İki taraftan da net açıklama gelmedi ama sözcüler bu haberi destekleyen açıklamalar yaptı. Coca Cola sözcüsü Kent Lander, Bloomberg’e iyileştirici içecekler pazarının çok hızlı gelişeceği açıklamasını yapmış. Aurora Cannabis’in sözcüsü de firmasının içecek sektörüne girmekle ilgilendiğini söylemiş. Bu elbette tek örnek değil. Rakipleri de var.

Bu bitkiyle ilgilenen bir diğer firma da bira üreticisi Corona. Bu firma 3.8 milyar dolar harcayarak cannabis

Yazının Devamı

Bilet alıp konsere gelmeyenler!

7 Ekim 2018

Bizde pek olacak iş değil ama Batı’da böyle bir kategori varmış. Bilet alan ama konsere gelmeyenler kategorisi. Üstelik büyüyormuş bu kategori.

Müzik sektörüyle ilgili analizler içeren bir raporu okurken karşıma çıktı. Bilet alan ama konsere gelmeyen bir kitle varmış ve giderek büyüyormuş. Bunun nedenleri araştırılıyor. Bizde genellikle en büyük sorun biletliler değil davetiyelilerdir. Çünkü bilete para ödemiş biri konseri ciddiye alır ve muhakkak zamanında gelir. Hatırlarsanız bir dönem “Konserlerde herkes çok konuşuyor kimse konseri dinlemiyor” tartışması vardı (ne kadar da lüks tartışmalarmış). Bu tartışmada “Davetiyeliler konuşuyor çünkü onlar ne sanatçıyı doğru dürüst tanıyor ne de bilete para ödemedikleri için saygıları var” deniyordu. Elbette bu doğru değildi çünkü biletli davetli herkes ilk iki şarkıdan sonra ya sigaraya çıkıyor ya da muhabbeti koyulaştırıyordu. Biz böyle bir dinleyici türüyüz. Ama şu doğru, hesaplarınıza göre dolması gereken bir yerin yarısı boş kalınca tatlar kaçar. Türkiye’deki konserlerde davetiyelilerin oranı hayli yüksektir. Ve konsere gelmeyenler genellikle davetiyelilerdir. Sorun biraz da buradan kaynaklanır.

Halbuki Batı’da böyle bir şey de yok.

Yazının Devamı

Gogol’un paltosu, Nile Rodgers’ın gitarı

6 Ekim 2018

Dostoyevski “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” demiş. O zaman Nile Rodgers’a disco’nun Gogol’u dememiz lazım. Bugünkü pek çok dans beat’inin de temelinde onun gitarı var. Yeni albümü 26 yıl sonra geldi.

Daft Punk’ın 2013 tarihli “Random Access Memories”i, herhalde dans albümleri tarihinin en büyük ticari başarılarından birine imza atmıştı. Albüm baştan aşağı ‘70’lerin disco müziği ve bu müziğin kahramanlarına bir saygı duruşu niteliğindeydi. Bir nesil Alman disco efsanesi Giorgio Moroder ile tanıştı. Onun, disconun ilk yıllarına dair anılarını anlattığı dokuz dakikalık “Giorgio by Moroder”nı nasıl unutabiliriz? Moroder bu albümden sonra yeniden prodüktörlük yapmaya başladı. “Deja Vu” adlı bir albüm çıkardı. Sia, Kylie Minogue, Britney Spears, Charlie XCX, Kelis gibi isimlerle çalıştı. Ancak çok büyük bir ses getirmedi. Hadise “ustaya saygı” boyutlarında kaldı.

Halbuki “Random Access Memories”in asıl starı, gitarıyla “Lose Yourself to Dance”, “Get Lucky” gibi büyük hit’lere hayat veren Nile Rodgers’tı. Yeni nesiller Nile Rodgers adını bu şarkılarla duydu (yani müziğe meraklı olanlarımız). Oysa Rodgers’ın tarihi ‘70’lere uzanıyor. Prodüktörlüğünü yaptığı ve gitarıyla dokunduğu

Yazının Devamı

Kahve sadece kahve değildir

2 Ekim 2018

Dünyadaki en yaygın zincir hamburger-cilerden birinin kahve reklamında film boyunca türlü türlü lokal kahve dükkânından kahve siparişi ve servisi manzaraları izliyoruz. Üçüncü nesil kahvecilerle dalga geçen reklamda, sunumların abartılı olmasından, insana yok artık dedirtecek kahve fincanlarından, kimya laboratuvarı gibi ortamlardan ve hayli yaratıcı demleme tekniklerinden örnekler görüyoruz. Ardından tabii ki baristaların kıyafetleri ve tarzları ve tavırları inceden alay konusu görünüyor.

Bu mekânlarda gördüğümüz müşteriler genellikle önlerine gelen kahveye hayretle bakıyorlar. Kimi karmaşık menüler arasında kaybolduğundan ne içeceğini bir türlü bilemiyor. Kimisinin yanlış siparişi verdiğini önüne gelen kahveye bakışından anlıyoruz. Sonunda zincir hamburgercinin kasasındayız, müşteri “Kahve lütfen” diyor. Ve kahvesi hemen önüne konuyor. Son.

Reklamı gülümsemeyle izledim çünkü gerçekten de bu tip durumlarda hepimiz kalmışızdır. Seçenekler iyi güzel ama gerçekten de bazen yırtınıp çırpınmadan önünüze bir fincan kahve konması çok daha büyük ve değerli bir hizmet olabilir.

***

Dünyanın hemen yer yerinde lokal olan olmayan onlarca yüzlerce kahveciye gitmişimdir. Benden daha fazla “kafeci”

Yazının Devamı

En cool semt Kadıköy

30 Eylül 2018

Bugünlerde herkes Kadıköy’den bahsediyor. Bu semti özel kılan pek çok şey var. Bazılarını ben anlatayım.

Time Out, New York Times ve LA Times’ta aynı dönemde Kadıköy ile ilgili yazılar çıktı. Time Out, yeme içme mekanları ve eğlence hayatı açısından ele almış. New York Times, turistler tarafından ıskalanan halbuki mutlaka görülmesi gereken orijinal bir semt olarak değerlendirmiş. Geleneksel mekanlarını anlatıp ucuzluğuna (herhalde turistler açısından) değinmiş. LA Times ise semtin gençler için liberal bir yaşam tarzı sunduğundan bahsediyor. Özellikle son bir iki yılda bu yönüyle cazip olduğunu ve göç aldığını anlatmış. Ben de Kadıköy’ün son 10 15 yılda hızla değişerek kazandığı bu cazibenin nedenlerini, değişimin içerisinden bir gözle anlatmaya çalışayım.

Her şey Moda’yla başladı. Yaklaşık 10 yıl önce Moda’ya taşınma nedenim ne popüler olması, ne de şehir içinde sevimli bir sahil kasabası hayatı sunmasıydı. Evet, Moda şehir içinde bir sahil kasabasıydı, muhteşemdi. Hele yağmurlu çamurlu kara kış günlerinde sokaklarda kediler ve köpekler dışında kimse yokken sadece size aitmiş gibi gelir. Yalnız başınıza yürür, Adalar’a doğru uzun uzun bakar, bulutlanan hava gece gibi karardığından

Yazının Devamı

Yılın en iyi pop albümü

29 Eylül 2018

Christine and the Queens’in yeni albümü “Chris” şu mesajı veriyor: Zekice hazırlanmış, zevk sahibi, derinliği olan, ilginç, sıra dışı işler de popüler olabilir.

İlginç, zekice hazırlanmış, derinliği olan, azıcık zevk sahibi her şeyin marjinal kabul edilip kenara itildiği bir çağdayız. Bu önyargılı refleks her zaman vardı. Ama günümüzde yepyeni boyutlar kazandı. Daha güncel bir tabirle anlatmam gerekirse, aşağı yukarı bahsettiğim özelliklere sahip şeylere bugün daha ziyade “elit” deniyor. Elitin sözcük anlamını boşverin. Çünkü kimse artık bu anlamıyla kullanmıyor. “Elit” küfür gibi bir şey. Yeni çağın erdemi, ilginç şeylere kulak kabartmak, öğrenmek, gelişmek daha iyiye, daha güzele ulaşmak değil. Hep aynı kalmak. Nasıl doğduysan, nerede hangi çevredeysen o çevrede kalman lazım. Sınırları aşmazsan sırtını sıvazlıyorlar. İstenen, takdir gören bu. Ben müzikten bahsediyorum. Konu pop müzik.

Halbuki zekice, ilginç, sıra dışı ve “marjinal” işler de popüler olabilir. Sözü burada Christine & The Queens’e ve albümü “Chris”e getirebilirim artık. Fransız müzisyen, şarkıcı ve besteci Heloise Letissier elit bir çevreden gelen (eliti sözlük anlamıyla kullanıyorum), iyi yetişmiş bir müzisyen.

Yazının Devamı

Bilet fiyatları artacak, star isimlerin gelmesi zor

25 Eylül 2018

Ara ara yazıp anlatıyoruz. İstanbul’un 2000’lerin başında kültür ve sanat şehri olarak yakaladığı ivme maalesef son yıllarda büyük darbe aldı.

Güvenlik, toplumsal olaylar, darbe girişimi, terör şu bu derken olan müzik âlemine, konserlere oldu. Elbette herkes gelişmelerden etkilendi ama benim konum sanatçılar ve müzik sektöründe çalışanlar. En ufak tatsızlıkta “Ne konseri şimdi” dendi. Sanatçısından ses teknisyenine, şoföründen, temizlikçisine, teknik elemanından, tedarikçisine herkes ama herkes çok
büyük bedel ödedi.

Son dönem bir toparlanma yaşanıyor. Bir canlanma var. Festivaller, konserler gene ufak ufak kendilerini göstermeye başladı. Bundan sanırım herkes çok memnun. Ama
bu defa da döviz kurları
büyük darbe vurdu.

Sektörün önde gelen isimleriyle sohbet ediyorum, konuşuyorum. Fikirlerini, görüşlerini alıyorum. Son dönemdeki canlanmayla gelecek için umutlanılmıştı ancak dolardaki ve euro’daki artışın sahnelere yeni bedelleri olacak. Bana aktarılanları özetlemeye çalışayım.

Bir defa bilet fiyatları mutlaka artacak. Döviz bazında nominal olarak Avrupa’daki bilet fiyatlarından daha pahalı değil Türkiye’de biletler. Alım gücünü hesaba katarsanız o ayrı. Şimdi bir de yeni kura uyarlan

Yazının Devamı

2019’da müzik dünyası

23 Eylül 2018

Konser ve canlı müzik endüstrisinin bugün müzik sektörünü sırtladığını, bilet satmanın albüm satmanın yerini aldığını artık sanırım herkes biliyor. Bu gözlükten bakınca canlı müzik endüstrisinde olan bitenin bütün müzik dünyasını ilgilendirdiğini söyleyebiliriz. O halde şu ana kadar yayınlanan anlizlere göre yıl nasıl geçiyor, 2019’da neler bekleniyor bir bakalım.

Rakamlara bakarsak konser endüstrisi büyümeye devam ediyor. Bir süre önce bilet satışlarının doyma noktasına geldiği konuşuluyordu. Ancak bu eşik aşılıyor. Bilet satışlarınden elde edilen gelirin global büyüklüğü 2015’te 7.2 milyar dolardı. 2021’de bu rakamın 9.1 milyar dolara yükselmesi bekleniyor. Geçen yıl yüzde 8 büyüyen müzik endüstrisinde konserler ve stream’in payı büyük. Görünen o ki insanlar önümüzdeki yıllarda daha fazla konsere gidecekler. Daha fazla bilet satılacak.

Nasıl olacak? Öncelikle turne rotalarının genişlemesi bekleniyor. Konser durağı haline gelen yeni “değerli” şehirler bekleyebiliriz. Ortadoğu’da, Afrika’da, Doğu Avrupa’da, Uzak Doğu’da konser izlemeye meraklı ve henüz tatmin olmamış kitleler var. Ancak gelirler büyürken salonların küçüleceği öngörüsü var. Live Nation, AEG gibi devlerin stadyum

Yazının Devamı