Eurovision’a neden yeniden katılmalıyız?

26 Şubat 2017

Evet, son yıllarda daha çok şovun alanına girdi Eurovision. Evet, ülkeler birbirlerini kayırıyor, oylar politik veriliyor. Evet, oylama sistemi bazen işimize yarıyor, bazen yaramıyor. Evet, gayet “uncool” bir şey olarak görenler var, dalga geçenler var. “Ne Eurovision’u ya!” diyenler çoğunlukta belki.

Evet, herkes kıyafete bakıyor, dansa bakıyor, temsiliyete, orada olmaya ve görünmeye bakıyor. Evet, ısmarlama şarkı çok fena bir şey ve “Eurovision şarkısı” diye bir terim hâlâ var. Hepsine tamam.

Önce birkaç bilgi

Ama Türkiye artık Eurovision’la olan küslüğünü bir kenara bırakmalı ve sahnedeki yerini almalı. “Şu gündemde dert ettiğin şeye bak” diye düşünenler de olabilir, hak veririm. Ama bence Eurovision’a yeniden katılmalıyız. Çünkü...

Bu yıl Eurovision Kiev’de yapılacak. Geçen sene Stockholm’de Ukrayna birinci olmuştu. Birinci gelen şarkıyı seslendiren Kırgızistan doğumlu Kırım Tatarı Jamala, “1944” adındaki eserinde şarkının adıyla aynı yıl Stalin tarafından Kırım’dan Orta Asya’ya sürülen Tatarları anlatıyordu. Bir “eh işte” düzeyinde pop şarkısı ve Eurovision gibi sığlığıyla dalga geçilen bir organizasyon için hayli ağır bir içerik.

Ukrayna’nın, tam da Rusya ile savaştığı bir

Yazının Devamı

Ceylan Ertem’in müzikal koalisyonu

25 Şubat 2017

Ceylan Ertem’in yeni albümü “Yine de Amin”, her şeyden önce bir ekip çalışması. Bir defa kendileri de yakın zamanlarda albümleriyle kulakları şenlendirmiş isimler göze çarpıyor. Cihan Mürtezaoğlu “Korsan” adlı şarkının bestecisi ve aranjörü. Can Güngör “İnadına”, “Sevmek Gerekli”, “Kovdum”un düzenlemelerini üstlemiş. Cenk Erdoğan ağırlıklı olarak albüme imzasını atan prodüktör ve müzisyen gibi duruyor.

Bu tabloyu köşede tutalım. Öte yanda, albüme iki bestesini vererek çok iyi eklemlenen Sıla var. Ceylan Ertem’in hayranlık duyduğu, daha önce de bestesini seslendirdiği Yıldız Tilbe’nin bir yeni bestesi var.

Kaliteli pop tadı

Sıla’nın “Esmer” ve “Korsan” adlı iki bestesi sisli, puslu, hafif içli şarkılar. Vokalin ve vokal partisinin ön planda olduğu besteler. Bu durum güçlü bir sesi olan Ceylan Ertem’e tam adrese teslim dikilmiş şık bir elbise gibi oturuyor.

Ertem, albümde söz ve müziğini yazdığı bestelerle bazen caza bazen Latin’e doğru (“İzin”) kayıyor. Çünkü bu şekillerde ses rengini daha iyi ortaya koyabiliyor ve elbette kendini daha iyi ifade ediyor. Sesi buna uygun.

Sıla’nın bestelerini icra ederken ise Ertem, Sezen Aksu tarzı kaliteli pop tadı vermiş. Bunu açıkçası çok başarılı

Yazının Devamı

Zaman aşımına uğramış bir tartışma: Taksim’e cami

21 Şubat 2017

Taksim’e cami yapılıyor. Ve ben de dahil kimse artık Taksim’e cami tartışması duymak istemiyor. Bıktık, bezdik, usandık. Bu tip kangrenleşmiş tartışmaların, kavgaların artık bitmesi gereken bir dönemdeyiz. Çünkü detaylara takılıp asıl meseleyi ıskaladık hepimiz.

Taksim’e cami fikri ortaya atılalı beri yıllar içinde neden buraya cami yapılmalı, neden cami yapılmamalı konuları gerçeklikten uzaklaştı, kuru inada, neredeyse kan davasına dönüştü.

Ben Taksim’e cami yapılmasını lüzumsuz bulanlardanım. Bu fikrin zamanında gösteriş olsun diye ortaya atıldığını düşünüyorum. Ve bunu yapanların bugün artık “Taksim’e cami yaptık” sembolizmine ihtiyaçlarının kalmadığı görüşündeyim. Taksim’e cami, her yönüyle zaman aşımına uğramış bir konudur.

Burada konuşmamız gereken asıl konu Taksim’in kendisi. Cami detay. Biz camiyi tartışırken Taksim kayboldu gitti. Taksim eskisi gibi olsa cami yapılmış ne fark edecek? Varsın yapılsın.

Ama Taksim uzun zamandır Taksim değil ki. Altı üstü delinmiş, insandan arınmış, bir beton yığını haline gelmiş durumda maalesef. Tam göbeğindeki iskeleti kalmış AKM’nin fotoğrafını bile çekemiyorsunuz. Polis gelip kimlik soruyor.

Taksim’de ne sanatçı kaldı, ne öğrenci, ne farklı

Yazının Devamı

Kültür sanatta neden başarısız olundu?

19 Şubat 2017

Toplumun yüzde 49’u hiç sinemaya gitmemiş. Yüzde 39’u hiç kitap okumuyor. Yüzde 66’sı konser, tiyatro ya da opera gibi bir etkinliğe katılmamış. Yüzde 81’i hiçbir enstrüman çalmıyor. Yüzde 47’si dergi okumuyor. Yüzde 85’inin en sık yaptığı etkinlik televizyon izlemek.

İPSOS’un 2016’da Türkiye çapında gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarını içeren “Türkiye’yi Anlama Kılavuzu”na göre durum bu. Bu bilgi İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın (İKSV) hazırlattığı ve yayımladığı “Kültür Sanatta Katılımcı Yaklaşımlar” başlıklı raporda yer alıyor.

Raporda yer alan Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerine göre ise Türkiye’de en yüksek kültür sanata katılım oranı 18-24 yaş arasında ve eğitim seviyesi ile geliri yüksek olarak tanımlanan AB grubunda görülüyormuş. Yüksek dediysem aldanmayın.

“Bilet satın alarak yılda bir veya daha çok kez etkinliğe katıldım” diyenlerin oranı yaklaşık yüzde 20. Bilet satın almaksızın ücretsiz bir etkinliğe katılanların oranı ise yüzde 10 civarında. “Hiçbir etkinliğe katılmadım” diyenler ise yaklaşık yüzde 70 gibi bir oranla ezici çoğunluğu oluşturuyor.

Yine TUİK’in 2014 ve 2015’te 15-24 yaş grubundaki gençlerle yaptığı boş zaman değerlendirme anketlerinde

Yazının Devamı

Gözyaşı Çetesi’nin “Garip Dava”sı

18 Şubat 2017

Haberler, haberler, şok şok şok. El Bab’da gene şehit var. KHK’lar, davalar, gözaltılar... Timeline’da aşağılara kayıyorum.

Trump mı daha komik, taklidini yapan Alec Baldwin mi? Şu kesin ama, Baldwin’in Trump taklidi, Trump’ın gerçeğinden daha iyi başkan olur.

Son dakika! Adana’da iki IŞİD’li yakalanmış. Biri Lübnan uyruklu Danimarkalı, diğeri Irak uyruklu İsveçli. Terör örgütü değil United Colors Of Benetton mübarek. 90’larda umut dolu, farklılıkların ortadan kalkacağı global kardeş bir dünyanın hayalini kuran kampanyalar yaparken, insanlığın bu renkliliği de böyle yorumlayacağını hayal edemezdi tabii reklamcı Oliviero Toscani.

Bilgisayardan kafamı kaldırıyorum. Karşımda “La Haine” filminin afişi. Buraya kadar her şey güzel, her şey yolunda.

Mükemmel bir uyum

O esnada odamdaki eski tip kocaman hoparlörlerde Gözyaşı Çetesi’nin müziği ortalığı inletiyor. Başlayan şarkının adı “Bu An”.

Gözyaşı Çetesi’nin “Garip Davam” adlı albümü geçen eylülde piyasaya çıktı. Açıkçası ilk çıktığı dakika dinlemediğim için çok pişmanım. Ne yapıyordum, aklım nerdeydi hatırlamıyorum. Ama bir yandan da bu albümü dinleye dinleye eskitmediğim için seviniyorum. Şu anda başka bir şey dinleyemiyorum çünkü.

Yazının Devamı

Öldükten sonra Grammy kazanmak

14 Şubat 2017

Geçen yıl aramızdan ayrılan David Bowie önceki gün verilen Grammy ödüllerinin yıldızıydı. Gecenin iki yıldızından biri olduğunu söyleyebiliriz. Diğeri, herkesin kolayca tahmin edebileceği gibi Adele.

Seks pompalayan Beyoncé ve muhtelif pop âlemine nanik yapar gibi, bu sıradan ev kadını görünümlü İngiliz vokal, kendi alanında neredeyse bütün ödülleri sildi süpürdü.

Gerçi nanik falan yapmadı, o benim yakıştırmam. Adele neredeyse ödülü aldığı için sahnede Beyoncé’den özür diledi. Samimiyetin ve alçakgönüllülüğün fazlası sahtelik belirtisi gibi gelmiştir bana her zaman. Neyse...

Adele, “25” ile yılın albümü, en iyi pop vokal albümü, “Hello” ile yılın kaydı, yılın şarkısı, en iyi solo pop performans ödüllerini aldı.

Beyoncé’ye ise “en iyi urban contemporary album” ödülü verildi. Hayatında ilk kez bir “roots” albümü, yani köklere dönüş temalı ve bolca New Orleans esintili siyah müziğin geçmişine odaklanan bir müzik albümü yapan Beyoncé’ye çağdaş şehir müziği ödülü verilmesi sanırım “Sana verecek başka ödül bulamadık çünkü hepsini Adele’e verdik” demenin başka türlüsü.

Dikkatimi çeken ödüllerden biri de “Görsel medya için yazılan en iyi şarkı ödülü.”

Bu ödül ne anlama geliyor tam olarak

Yazının Devamı

Pozitif yazı

12 Şubat 2017

Zorlu Studio’da Bubituzak’ın yani albümü “Boyutlar”ın lansman konserindeyiz. Burası yaklaşık 300 kişilik küçük bir performans salonu. Bu sezon küçük çaplı konserler, performanslar için açıldı. Daha çok kulüp havasında.

Kalabalık çoğalırken Hakan Tamar ortamı ısıtıyor. Sanki 60’ların Manhattan’ındayız veya Michelangelo Antonioni az sonra “Cinayeti Gördüm / Blow Up” filmindeki konser sahnesini çekecek. (Bugünün Michelangelo Antonioni’si kimse onun aklında olsun.) Veya Paris’te 80’li yıllarda adını bilmediğim bir kulüpte gayet avangart hallerdeyiz.

Dışarıda pek çok acayip, ilerde, çoluğumuza çocuğumuza anlatmakta zorlanacağımız, kendi kendimize “Ya ne acayip günlermiş” diye hatırlayacağımız şeyler oluyor.

Yabancılaşma turu

Her gün en az bir kötü haber geliyor. Açıkçası olumlu düşünmek, neşelenmek için giderek daha az sebep bulabildiğimiz günler bu günler.

Ama burada şu anda her şey gayet güzel. Felekten bir gece çalmak böyle bir şey midir acaba? Hümeyra çalıyor Hakan Tamar ve muhtemelen Hümeyra bu şarkıyı ilk söylediğinde doğmalarına en az 20 sene olan bu kalabalık hafiften kendinden geçiyor.

Bir köşeye çekilip izliyorum. Konser izlemeyeli sanırım aylar oldu. Bugünlerde altıncı ayına giren,

Yazının Devamı

Yeniden 60’lar

11 Şubat 2017

Shannon Wise’ın, Françoise Hardy’den etkilenmiş olduğu açıkça belli olan vokali, tek başına bile bizi 60’lara ışınlamaya yeterli. Ama The Shacks bununla yetinmiyor, “The Shacks EP” albümünde 60’lara ışınlanmayı ve orada kalabilmeyi garanti etmek için davul, gitar tonları, klavyeler, ritim ve melodilerle de o yılları yeniden inşa ediyor.

Bu yeniden inşa mühim mesele. Taklit, orijinalinden daha gerçek olabiliyor bazen. “Mad Men”de Megan’ın Don Draper’a evin salonunda şarkı söylediği sahnenin, 1968 yapımı “The Party”de Claudine Longet’nin şarkı söylediği sahneden daha az orijinal olduğunu söyleyebilir miyiz? Bence ayırt etmek zor. Taklit zaman zaman orijinali aşabiliyor ama her zaman orijinali yüceltiyor.

Besteciliği de ilginç

Max Shrager ve Shannon Wise’ın müzikal beraberliği, “The Party”de söylenen şarkıdan 46, “Mad Men”de söylenen şarkıdan altı yıl kadar sonra 2014’te New York’ta Queens’de başlıyor. Big Crown Records çatısı altında gerçekleşen bu tanışma başlarda Elvis usulü rock yaparız diye başlıyor. Shannon Wise’ın Hardy, Bardot ve dönemin avangart Fransız hallerini yansıtan tarzıyla başka yerlere savruluyor belli ki.

Max Shrager bu müzikal yapının arkasındaki mühendis. Mesleğe

Yazının Devamı