ugünün müziğinin en önemli sorunu fazla şık, fazla cafcaflı, fazla cicili bicili, fazla üzerinde düşünülmüş, tasarlanmış, uygulanmış, projelendirilmiş olması. Fazla evcil ve ve fazla kulak dostu olmaya çalışması. Üstelik pırıl pırıl, gıcır gıcır olması. Benim gibi satın aldığı ayakkabıyı sırf fazla yeni diye bir yıl giymeyip dolapta bekleten, herkes unutunca piyasaya çıkaran rahatsızlar için anlaması kolay, geri kalanlar için (yani herkes) anlamsız bir saptama bu. Biliyorum.
Ama işte mesela şu an kulaklığımda cayır cayır ortalığı yıkan Metallica’nın yeni albümü “Hardwired... To Self-Destruct”ı dinleyince bunu düşünmeden edemiyorum.
Bu yeni bir “eski” albüm (lütfen ayakkabı anekdotuyla birlikte değerlendirin). Dinlemek, anlamak, alışmak için eskimesini, zaman geçmesini beklemeye gerek yok. Bu albümü anlamlı kılmak için birlikte vakit geçirip ortak anılarla döşenmenize de gerek yok. Hemen dalabilirsiniz. Çünkü bu albüm hiç naz etmeden haldır huldur girişiyor işine.
İki CD, 12 şarkı
Bu albüm tasarlanmaktan çok uzak bir noktada. Kabalığı, 80’lere -hatta kökleri 70’lere- uzanan işlenmemişliği, hesapsızlığı, ölçüsüzlüğüyle büyüleyici. Tıpkı Metallica’nın ilk zamanlarındaki gibi her şey.
Bu
Yok Öyle Kararlı Şeyler’in (Yökş) yeni stüdyo albümü yayınlandı, masamıza kadar geldi. Adı “Beklenen”. Artık Sony ile çalışan Yökş yeni albümünde daha geniş kitlelere oynadığının işaretlerini vermiş.
“Uykuda Bir Bulut”, genç caz vokalisti Deniz Taşar’ın ilk EP çalışması. Kabak & Lin’den yayınlanan albümde Taşar’ın söz ve müziklerini yazdığı beş şarkı var. Müzik R&B, caz temelli klasik çizgilere sahip ancak Taşar’ın vokalleri aracılığıyla kendine yeni ufuklar aramaya girişmiş. Güzel girişimler.
Deniz Atalay’ın “Denizin Ötesinde” adlı albümü radarımıza girdi. Perdesiz gitarıyla kendine has bir dünyada (ve perdesiz enstrümanların kendisine has dünyasında) müzikal cümleler kurmaya girişen Atalay’ın 10 yıllık bir birikimin ardından yayınlanan enstrümantal albümü dijital platformlarda mevcut.
Bilgi Üniversitesi label kurdu. Adı Bilgi Music Label. Taze firmanın ilk işi, üniversitede araştırma görevlisi ve label’ın kurucusu Can Kazaz’ın single’ını çıkarmak oldu. 4 Kasım tarihli bu single’ın adı “Yine mi Sen İstanbul”. Yeni işler merakla bekleniyor.
Bu plakları bulursanız alın
“İleri Fantezi” - Levni & Sloth Pallas (Tektosag): Düşünce dünyalarını tarif eden isimler arasında Terje Rypdal, Lou
Bu yazıyı kahvaltı masası başında tatlı bir uyku mahmurluğuyla peynir tabağına uzanırken göz ucuyla okuyorsanız öncelikle günaydın, şanslısınız, belli ki dün gece uyudunuz (ve belli ki henüz o kadar aç değilsiniz).
Ve belli ki, muhtelif istatistikleri incelersek, çoğu insan sizin kadar şanslı değil. Spotify’da içinde uyku lafı geçen 1.8 milyon şarkı olduğunu okudum geçen gün. İnsanlar muhtemelen uyuyamadıklarında sadece müzik dinlemiyorlar, bir de oturup “Bu şarkıyla ne biçim uyunur ama” diyerek listeler döşeniyorlar.
Arama çubuğuna “sleep” yazıp çıkan sonuçları saymak da güzel bir uyku yöntemi olabilirdi uykusuzlar için ama benim böyle sorunlarım yok, gece uyuyanlardanım, elime bir kitap almam yetiyor.
Peki ya uyuyamayanlar? Siz uyuyamayanlardan mısınız yoksa? (Güzel Türkçemiz tekerleme gibi.)
Harika şeyler var
Thom Yorke bir süre önce BBC Radio 1 için bir “Radiohead bedtime mix” hazırlamıştı. Uyku listesi diyelim kısaca. Phil Taggart’ın programı için hazırlanan bu liste hayli ilgi görmüştü. Bu habere bakarken bedtime listelerinin hayli fazla olduğunu fark ettim. Oyuncu Jeff Bridges bile bir uyku listesi hazırlayıp paylaşmış. Arada da konuşuyor, sayıklamalar gibi. Biraz garip.
Neyse,
Geçen yıl 13 Kasım’da Paris’te 137 masum insan katledildi.
Müslüman teröristler tarafından yapıldı bu katliam.
Müslümanlık adına, İslam adına yapıldı hesapta.
Bu saldırının birinci yıldönümü olan 13 Kasım’da, o günkü katliamların en kanlısının yaşandığı, 90 kişinin öldüğü Bataclan konser salonu tekrar hayat doldu, insan doldu.
Sting konseriyle açıldı mekân.
Sting bu konserin gelirini saldırıda ölenlerin aileleri tarafından kurulan vakfa bağışlarken “Burada toplanma amacımız hem hayatını kaybeden insanları anmak, hem de hayatı ve müziği onurlandırmaktır” diye konuştu. Öyle de oldu.
Bataclan bu insanlık düşmanı saldırıyı unutmadı ama geride bıraktı.
Ve bakın bu saldırının yıldönümünde yaşanan bir olay vesilesiyle şahane bir insanlık dersi, medeniyet verdi bu mekânın yöneticileri.
Leonard Cohen 21 Ekim’de yayınlanan son albümü “You Want It Darker” vesilesiyle New Yorker dergisine verdiği ve yaşlılıkla ilgili pek çok sağlık sorunuyla boğuştuğu belirtilen röportajda şöyle diyordu: “Ölmeye hazırım.”
Üzgün değildi. Aksine mizahi bir yaklaşımı vardı. 82 yaşında “Bu belki de son albümüm” dediğinde sevenleri çok şaşırmadı. Aslına bakarsanız Cohen, 2008’de uzun bir inzivadan sonra yeniden sahnelere dönüp turneye çıkmaya karar verdiğinde bunun bir veda turnesi olduğunu anlatmıştı herkese. Konsere çıktığında, “Siz beni hayatım boyunca dinlediniz, size hak ettiğiniz biçimde anlamlı bir şekilde veda etmek istedim” diyordu.
Adadan büyülendi
2012’de Berlin’de ön sıralardan izlediğim Cohen konserinde hakim olan duygu da tam buydu. En genç insan 60’larındaydı, daha yaşlı kimileri bastonla, kimileri yardımcılarıyla gelmişti ve o sahneye çıktığında birlikte şarkılarını söylerken hepsi 20’lerini yeniden yaşıyordu. Onun 2008’de başlayan ve 2012’ye kadar devam eden turnesi aslında bir kuşağın son toplanması, son büyük partisiydi.
Elbette Cohen her yaştan dinleyiciye sahip ve zamana yayılan albümlerle her dönem yeni hikayeler anlatmasını bilen bir sanatçı. Kanada’da doğup
Leonard Cohen 10 Kasım akşamı 82 yaşında hayatını kaybetti. 21 Ekim’de yayımlanan son albümü ‘You Want It Darker’da “Hazırım” diyordu. Biz değilmişiz.
Plak şirketi Sony Music Kanada, Cohen’in resmi Facebook hesabından yaptığı açıklamayla haberi doğruladı. Leonard Cohen 82 yaşında hayatını kaybetti. Ölüm haberi ile birlikte cenazenin ileri bir tarihte Los Angeles’ta yapılacağı da duyuruldu. Ailesinin yas döneminde sessizlik talep ettiği de vurgulanan kısa açıklamada 82 yaşındaki sanatçının ölüm nedeni ile ilgili açıklama yapılmadı.
Henüz iki hafta önce 21 Ekim’de on dördüncü stüdyo albümü ‘You Want It Darker’ı piyasaya süren ve artık ölmeye hazır olduğunu açıklayan (hem albümdeki şarkı sözlerinde hem de New Yorker’a verdiği röportajda bundan bahsetti) Cohen, ağustos ayında hayata veda eden eski sevgilisi Marianne Ihlen için de oldukça duygusal bir mektup yazmış ve “Evet Marianne, artık yaşlı vücutlarımızın bizi terk etmeye başladığı bir yaştayız ve sanırım ben de kısa süre sonra seni takip edeceğim. Şunu bil ki, çok yakınındayım ve elini uzattığın anda benimkine ulaşacaksın…” diye devam etmişti.
21 Eylül 1934’te Quebec’in Westmount kasabasında dünyaya gelen Leonard Norman Cohen,
Tektosag’ın (bir değerli yerli label’ımız, bilmeyenlere not) sapsarı, şık, retro tasarımlı acid toplamasını rafta karşımda görünce beynimin çalışmayı unutmuş gri hücreleri harekete geçti. Ne zamandır ziyaretçi yüzü görmemiş uzak akraba gibi toparlanıp kapıya koştular ve sitemle beni içeri buyur ettiler. Bu buyur etme sırasında hayatımın bir bölümü film şeridi gibi gözümün önünden geçti.
Bakırköy - Kadıköy hattında karışık toplama kaset yapmalar, muhtelif plakçılarda güncel pop parçaların remikslerini kaydettirmeler, hatta Shannon’ın “Let The Music Play’ini, “High Energy”yi, “Big in Japan”ı ve Van Halen’dan “Panama”yı remikslemeyi başardığım bir kasetim vardı, o bile aklıma geldi.
Eski dostla karşılaşma
Acid lafını ilk duymam, lisedeki havalı kızlardan birinin çantasında gördüğüm smiley rozetiyle karşılaşmamdan yaklaşık bir ay kadar sonra olmuştu. 1989 baharında İtalya’ya düzenlenen bir lise gezisinde Garda’da bir diskodaydım (göl kıyısındaki tesis ne de havalı gelmişti). Herkes ellerini havaya kaldırıp “Big Fun” diye bağırıyordu. Benim Rainbow üzeri Malmsteen dinlediğim yıllardı. Kültür şokunu siz hayal edin. Sonraları acid denizine balıklama daldım denemez ama kendi çapımda
1999’da, o dönem kısa bir süre çalıştığım ajans bir siyasi partinin seçim kampanyasını alınca, parti teşkilatlarının sorunları hakkında bilgi toplamak amacıyla Anadolu’ya gönderilmiştim. Başkan yardımcıları ve muhtelif siyasetçilerle hızlandırılmış bir Türkiye turu yaptım. Hayatımdaki en öğretici deneyimlerden biriydi.
Net olarak şunu görüyordunuz (bugün de pek farklı olduğunu düşünmüyorum): Her bölgenin derdi farklı ve her bölge sadece kendi derdinde.
Merkezi politikalar ve ideoloji oy vermede sadece büyük şehirlerdeki yüksek eğitimli dar bir kesimi ilgilendiriyor. Bu mesajlarla Anadolu’ya giderseniz karşınızda size boş boş bakan insanlar görüyorsunuz. Çünkü size, sözgelimi, şeker pancarı taban fiyatının ne olacağını, Öcalan’ın asılıp asılmayacağını (o dönem yeni yakalanmıştı), kaçak yapılara tapu-ruhsat durumlarını, kente hangi inşaatların yapılacağını ve bu inşaatlarda kaç kişiye iş verileceğini, belediyelerin sözleşmeli işçileri kadroya alıp almayacağını soruyorlardı. İşsizlik ve sağlık en önemli problemlerdi. Bunlardan başka...
Diyarbakır’da barışçı, Erzurum’da milliyetçi, Adana’da üreticinin ve işçinin sorularına duyarlı olmalıydınız. Samsun’da Karadeniz bölgesinin