Arda Deniz Dokuzoğlu ve Cihan Uğur Otçu. 20’lerinde bu iki genç adam Türkiye’de nadir rastlanan bir şey yapıyorlar. İleri teknoloji geliştiriyorlar. Böyle söyleyince tam anlaşılmıyor. Açıklayalım.
Arda lisans eğitimi süresince örümceklerle ilgileniyor. Bir gün durup dururken “Ben yapay örümcek ağı üretmek istiyorum” diyor, “Yapabilir miyiz? Cihan yanıt veriyor: “Yaparız abi, neden yapamayalım”. Her şey böyle başlıyor.
O sırada nanoteknoloji üzerine çalışıyorlar. Biri biyomühendislik öğrencisi, diğeri biyoloji mezunu, sinirbilim çalışıyor. Nanoteknolojiden sıkılınca genetiğe merak sarıyorlar. Örümcek ağına kafayı takınca işler gelişiyor. Teşvik alıyorlar ve yapay örümcek ağı üretiyorlar.
Ancak bunun iplik haline gelmesi gerekiyor. Bunu için AR-GE yatırımı lazım. Yatırım için para lazım. Bunun için şirketleşme ve finansman bilmek, girişimcilik öğrenmek lazım. Tıkanıyorlar. Yeni bir şirket kuruyorlar. Adı Geen Biyoteknoloji.
Bu defa ekip kalabalıklaşıyor. Çağatay Mert Tözün laboratuvar şefi olarak ekibe katılıyor. Hande Özkan liderliğinde bir genetik tasarım ekibi kuruluyor. Ekipten Cihan Uğur Otçu iş modelleri geliştirmekten sorumlu. Zira iş geliştirme olmazsa sadece zevk için deney
Kariyerine eski blues şarkıcılarına benzemeyi isteyerek başlayan, yaşlandıkça eski bir blues şarkıcısına dönüşen hırslı bir genç adam... Onunla 2006’da röportaj yapan yazar Jonathan Lethem, Bob Dylan’ı böyle tanımlamış.
Aslında olan biten Dylan açısından da basitçe bu. Ama olaylar geliştikçe Dylan, sivil hakları ve bireysel özgürlükleri savunan yeni bir gençliğin ahlaki, kültürel haritasını ve siyasal duruşunu belirleyen kendi kuşağının sanatçılarının en güçlülerinden biri haline geldi. Bunu da gitarı ve şiiriyle yaptı.
Bir dönemin cinsellik sembolü, gençlik idolü, folk şarkıcısı, ozanı ve şairi, şimdinin bilge adamı Dylan, Nobel Edebiyat Ödülü’nü boşuna almamıştır. Müziğin edebiyata, edebiyatın müziğe etkisinin geçen yüzyıldaki en bariz kanıtlarından biridir kendisi.
Müziğin dünyayı değiştirebildiği bir çağın yıldızıdır. Ve müziğin bu gücünü borçlu olduğu insanlardan biridir. Onun şiiri ve müziği kendinden sonrakilere de bu gücü vermiştir.
Bana bu albümü kim, nerede, nasıl önermişti? Ben nerede bulup da almıştım? Zaten bu soruları hakkıyla yanıtlayabiliyorsanız hikayeleriniz hazır demektir. Carl Barat’ın, Daniel Miller’ın (Mute’un kurucusu), Andrew Weatherall’un, Boy George’un (Nico’nun “Chelsea Girl”ünü önermiş), Ian McCulloch’ın (kendi albümünü önermiş, Echo & The Bunnymen “Porcupine”) ve nice dostunun önerileri var.
Türkiye’de üç plakçıya gitmiş. Kontraplak, Lale Plak ve Deform.
Açıkçası Kadıköy’e de geçmeliymiş dedim kendi kendime okurken ama konserden önce birkaç saatiniz varsa elbette Beyoğlu’nda aynı cadde üzerinde üç tane plakçı gezmek en pratiği.
Deform’da içerde sürekli zeytin yiyen birinden bahsediliyor. Burgess buna takılmış. Ya rahatsız olmuş ya da çok egzotik bulmuş. Konuşurken bir yandan da zeytin çekirdeği tüküren biri ne kadar egzotik bulunabilirse tabii.
Önce bir bilgi vereyim. Doublemoon, yani Pozitif’in plak şirketi yeniden canlanma yolunda. Kataloğundan 10 albümü plak formatında bastı. Çok güzel bir gelişme olarak görüyorum. Bu vesileyle bir iki laf etmek isterim, zira konu sadece müzik/plak değil, bir kültür meselesi olarak bakmamız gerekir. Pozitif’in gelişimi ve macerası, İstanbul’un, dolayısıyla Türkiye’nin çağdaş kültürel iklimini anlamada çok önemli bir göstergedir.
H
Pozitif’in en bilinen markası, İstanbul’da ve Türkiye’de kültürel açıdan Türkiye’de çok önemli bir devir başlatan müzik kulübü ve konser salonu Babylon. Bugün her şeye rağmen canlı bir kültür sanat dünyası varsa bunun temelinde Babylon vardır.
Babylon’un yükselişine paralel, heyecan verici bir diğer kültür hizmeti daha vardı Mehmet ve Ahmet Uluğ’un. 1998 yılında, Babylon’un Asmalımescit’te açılmasından bir yıl önce kurulan Doublemoon. Babylon kadar popüler olmadı ama önemliydi.
Bir plak şirketi olan Doblemoon’un anlamı ve üretmeye giriştiği içerikler, o dönemin kültürel iklimini ve hevesini de yansıtıyor. Bu albümlere bakınca, o yıllarda geleceğe nasıl bakıyormuşuz onu görüyor insan.
Solange’ın yeni stüdyo albümü öncekilerden birkaç yönden farklı. Bir defa politik bir mesaj üzerine inşa edilmiş. Bu mesaj siyahların gördüğü sistematik ayrımcılıkla ilgili. Tarihte yaşamış oldukları, halen yaşadıkları ve muhtemelen yaşamaya devam edecekleri ayrımcılık. Her ülkenin kendi sistematik ezilenlerinin içinde bulunduğu durumlar (sözümüz meclislerden dışarı).
Evet, hayli yol katedildi ama Amerika’da ırkçılık yok olmuş bir şey değil. 20 yılda bir hortlamakta, kendini hatırlatmakta ve peşi sıra toplumsal hareketler yaratmakta. 70’lerde Black Power hareketiydi, 90’larda Rodney King protestolarıydı, 2010’larda Treyvon Martin protestoları.
Siyahların ortak gündemi
60’lardan bu yana uzunca bir süre siyah hakları açısından kazanımlardan söz edildi. Ama kazanımlar yetmiyor. Eşit olmak, zihinlerdeki bariyerleri kaldırmak neredeyse imkansız.
2012’de polis tarafından vurularak öldürülen siyah genç Treyvon Martin’in ardından başlayan ve sistematik devlet şiddetine karşı siyahları korumaya yönelik bilinç yaratmayı amaçlayan Black Lives Matter (Siyah Hayatlar Önemlidir) hareketi bugün müzikte etkilerini giderek daha fazla gösteriyor. Siyah müziğin bu çerçevede ne kadar fazla protest şarkı
Harun Kolçak’ın “Çeyrek Asır” adlı albümünü dinliyordum. Yaşar’dan Bedük’e, İrem Derici’den Kubat’a, Aşkın Nur Yengi’den Işın Karaca’ya konuklarıyla şarkılarını yeniden yorumluyor Harun Kolçak. Albüm son dönemde Türkçe pop albümü kategorisinde karşıma çıkan en güzel en temiz, en net albüm.
Benim iflah olmaz bir Türk popu dinleyicisi olmadığım malum. Ama her Türk gibi benim de içimde bir yerlerde gizlenmiş bir popçu var illa ki. Böyle zamanlarda ortaya çıkıyor.
Laf olsun diye yapılmış düzenlemeler, efektler yok. Solistlerin Harun Kolçak ile yorumları bir yana, bu albümün Umut Kuzey ile birlikte prodüktörü ve müzik direktörü İskender Paydaş’ta bitmiş olay. Her şarkıyı ayrı ayrı ele alıp her birine uygun düşeceğine inandığı ayarları vermiş. Mesela “Gir Kanıma” bir kulüp şarkısı olarak gayet iyi. Bedük’ün downbeat electronica soul sularındaki “Sensiz Olmam”ı, Tuğba Yurt’un yer aldığı “Deli Et Beni”nin 80’ler synthesizer tonlarıyla zenginleşen dans sound’u zevkle dinleniyor. Yaşar’ın yer aldığı “Hak Etmedim Ayrılığı”, 90’ların klasik pop sound’unu hak ediyor, birkaç ince ayarla bu da yakışmış. “Müptelayım Sana”da (Umut Kuzey ile birlikte) Türkçe rock sound’u gayet güzel.
Kaliteli ve özenli
Geçenlerde bir Fransız kanalından, teniste dünya kupasına eş sayılan Davis Cup karşılaşmalarını izliyorum.
Hırvatistan’da gerçekleşen Hırvatistan (Coric) Fransa (Gasquet) mücadelesinin molalarında Hırvatistan tanıtımı yapılmakta.
Ama söz konusu olan bir reklam ya da cafcaflı prodüksiyonlu bir film değil.
Canlı yayında sunucu, o sırada karşılaşmayı izleyen Hırvatistan’ın Fransa kültür ataşesini yayına alıyor.
Ataşe hanımefendi akıcı Fransızcasıyla neden Fransızlar Hırvatistan’a daha çok gitmeli bunu anlatıyor.
Öte yandan, Hırvatistan’a dair turizm rakamları veriliyor.
4 milyon nüfuslu ülkeye 2015’te 15 milyon turist gitmiş.
Bu ülkenin gerçeği nedir sorusunun yanıtı herkese göre değişken midir? O halde bana göre şöyle: Biz siyasi ve yapısal olarak oradan oraya savrulan bir ülke olabiliriz ama çok derin, engin, binyıllardan süzülerek gelen bir kültürel birikimimiz, zenginliğimiz var. Bununla dünyada bambaşka bir yere sahibiz. Biz toplumca aslında bu birikim sayesinde var oluyoruz. Günlük siyasetin habire kılık değiştiren, laf değiştiren, doğru değiştiren, kutsal değiştiren dayatma gündemi sayesinde değil.
Bizim ülke olarak, toplum olarak dünyada bambaşka bir algımız var. Dünyaya bıraktığımız bambaşka izler var. Güzellikler var. Siyaset ne kadar olumsuz izler bıraktıysa kültürüyle, sanatıyla, edebiyatıyla bu coğrafyanın insanı o kadar güzellikler bırakmıştır.
Sanat tek umuttur
Siyaset kendini sıfırladıkça, insanları umutsuzluğa öfkeye, düşmanlığa sürükledikçe ve neticede tökezledikçe, savruldukça, çıkmaza girdikçe bu toprağın insanı güzellikler içinden sanatıyla, kültürüyle yeniden doğmuştur. Zalim vardır ama halk edebiyatı vardır, her şeyi kontrol etmek isteyen devlet aygıtı vardır ama karşısında protest kültür vardır, alternatif sanat vardır. Bu alternatif ifade bazen arabesk olur, bazen rock müzik,