Son aylarda yayınlanan albümlerden ve yeni isimlerden ana akım dışında dikkat çekenler, kulağımıza takılanlar...
- “Bloom Forever” - Thomas Cohen: Şarkıcı ve besteci Thomas Cohen, Brit folk ve rock geleneğinin genç nesil temsilcilerinden. S.C.U.M. dağıldıktan sonra kendi adıyla yoluna devam eden Cohen’in ilk albümü “Bloom Forever”’ın çıkış tarihi 6 Mayıs. Şu ana kadar yayınlanan üç şarkı; “Bloom Forever”, “Hazy Shades” ve “Honeymoon” çok etkileyici besteler. Cohen kaybettiği eşi Peaches Geldof’un ardından şekillenen bu albümde bu döneme dair hislerini anlatıyor ve açıkçası magazin basınının bütün dikkatini de üzerinde toplamış durumda. Müzikal açıdan Lou Reed ve Tim Buckley’yi takip ettiğini söyleyen Cohen, ilk albümüne Geldof’tan olan oğlunun (Phaedra Bloom Forever Geldof-Cohen) adını vermiş.
- “Manual” - Boogarins: Bu albümün adı tam olarak “Manual ou Guia Livre de Dissoluçao dos Sonhos”. Türkçesi rüyaları tasfiye rehberi. Brezilyalı saykodelik rock’çılar Boogarins’i dinlerken insan Caetano Veloso-Tame Impala arasında bir yerlerde hissediyor kendini. Birkaç yıl önce ABD’nin Kaliforniya kıyılarından yayılmaya başlayan ve Allah-Las gibi güzel gruplarla tanışmamıza vesile olan
Dünyanın en popüler üçüncü sporu. Birinci futbol, ikinci basketbol. Üçüncü tenis.
Mesela, voleybol 13’üncü popüler spor. Bisiklet 14, yüzme 15, at yarışı 23, hentbol 25, güreş 27, halter 36’ncı sırada.
Sanıldığının aksine “elit sporu” falan değil tenis. Beyzbol ya da kriket gibi gezegenin sadece belli bölgelerinde popüler değil, her köşesine yayılmış durumda. Dünyada 3 milyar futbol takipçisi olduğu hesaplanıyor. 1 milyar kadar da tenis takipçisi var.
Tenis, ekonomisi bakımından da iddialı bir spor. Forbes’un 2015’in en çok kazanan sporcuları listesinde ilk onda Ronaldo (79.6 milyon dolar) ve Messi’nin (73.8 milyon dolar) hemen altında Roger Federer var (67 milyon dolar).
Bir ölçü olsun diye söylüyorum. Aynı listeye göre Neymar’ın iki katı, Lampard’ın üç katı, ilk 100’deki tek Türk (ki Alman aslında) Mesut Özil’in dört katı ediyor bu rakam.
Tenis sporunun bir dünya kupası var: Davis Cup. Futbolda Dünya Kupası neyse tenis için Davis Cup o. 1900 yılından bu yana düzenleniyor ve bugün 130 ülke yer alıyor bu kupada. Türkiye an itibarıyla 58’inci sırada.
Futbol ya da basketboldan farklı olarak tenis her yaşta oynanabiliyor. 10 yaşında da oynayabilirsin, 80 yaşında da.
eksenlerde yükselen gençlik trendlerini anlamak için bakmanız gereken yıl 1984’tür. Bu yıl içinde inceleyeceğiniz bir-iki albümden biri de Prince’in “Purple Rain”i.
Hayata veda ettiğini öğrendiğimde fark ettim ki aslında Prince’i anlamak için de bakmanız gereken yıl 1984. Bu albüm onun belki en popüler işi. Ama bu, onun aynı zamanda en samimi ve en güçlü albümlerinden biri olduğu gerçeğini de değiştirmiyor (bir diğeri 1993’teki “Diamonds and Pearls” olabilir).
Dünya pop tarihinin en tanınmış şarkılarından bazıları; “Kiss”, “Purple Rain”, “When Doves Cry”, “Let’s Go Crazy” bu albümde yer alıyor. Prince bu albüm sayesinde zirveye çıktı, şöhret oldu ve kariyerinin devamını bu albüm sayesinde getirebildi.
Popüler işlerden hep uzak durdu
Prince Roger Nelson, 7 Haziran 1958’de Minneapolis, Minnesota’da dünyaya geldi. Babası caz müzisyeni, annesi caz şarkıcısıydı. Adı babasının caz âlemindeki lakabından ve grubundan geliyor (Prince Roger Trio).
Müzik yaza yaza okurlarla birlikte büyüdük, yetişkin olduk. Sorular, zevkler ve beklentiler değişmeye başladı. Pek çok okur artık çoluk çocuk sahibi oldu ve öncelikle kendi dinledikleri müzikleri çocuklarıyla paylaşma arzusunda. Şimdiden metalci, rock’çı ufaklıkların yetiştiğini görebiliyorum sağda solda.
Öte yandan birçok okur da “Çocuklar ne tür müzik dinlemeli?” sorusunun yanıtını ciddi ciddi merak ediyor. Madem öyle 23 Nisan’ı fırsat biliyorum.
Müzikle ilgilenen çocuğun beyni gelişiyor
Pek çok araştırma çocukların küçük yaştan itibaren müzikle ilgilenmesinin, müzik dinlemesinin, müzik yapmasının onun gelişimi için faydalı olduğunu ortaya koyuyor. İlla dâhi olacak diye bir şey yok ama müzikle ilgili çocuğun beyni daha iyi çalışıyor. Daha yaratıcı ve sosyal oluyor.
Anne karnındaki bebekler dahi çevrelerindeki müzikleri algılayabiliyor ve ayırt edebiliyor. Daha sonra anne karnında dinledikleri müziklere yönelik seçici oluyorlar. Bu müzikleri diğerlerinden farklı bir yere koyuyorlar.
Monocle dergisi nisan sayısında yeni bir yazı dizisi başlattı. Bu dizi, ülkeleri çeşitli özelliklerine göre değerlendiriyor, puanlandırıyor.
İlk bölümde Fransa ele alınmış. Bu ülkeye dair pek çok bilgi, rakam, istatistik yanında farklı alanlardaki başarılar, faaliyetlere göre puanlar verilmiş. Bir tür karne gibi düşünebilirsiniz.
Mesela büyüme hızı 1.2. Zayıf. Nüfusa göre işsizlik oranı Almanya’nın iki katı. Zayıf. Azalacak gibi de durmuyor çünkü ücretli maliyeti çok yüksek. Ayrıca Avrupa ülkeleri ortalamasına göre yüzde 80 daha fazla göçmen alıyor. Bu göçmenlerin uyum sorununu halledemiyor. Ve bu sorunları gelecekte çözecek politikaları üretmede başarılı değil. Göçmenlerle sıradan Fransız arasındaki makas giderek açılmakta.
En büyük 500 şirket arasında 30 Fransız firması var, buna rağmen ülkenin ekonomi karnesi zayıf.
Ama Fransa’nın güçlü olduğu yerler var. Kültür. Fransa kültürünü, yaşam tarzını, dilini, modasını, sanatını dünyaya ihraç ediyor. Mesela yıllık 80 milyon turist ağırlıyor ve bu konuda açık ara dünya lideri. Terör saldırılarına rağmen bu rakamda sarsılma yok. Moda sektörü ekonomik durgunluğa rağmen hâlâ çok güçlü. Yıllık 34 milyar euro’luk bir büyüklüğe
Albüm kapağında yer alan isimlere şöyle baktığımızda karşımıza adeta bir “Best of Classical Turkish Rock Vol. 1” albümü çıkıyor. Elbette yeni şarkılarla...
Ogün Sanlısoy, Harun Tekin, Şebnem Ferah, Hayko Cepkin, Aylin Aslım, Murat İlkan, Umut Kuzey, Pamela Spence/Ray Rizzo albümde yer alan isimler.
90’lı yılların ruhunu karşımıza getiriyor
Üç şarkı dışında besteler Metin Türkcan’a ait. Bu üç şarkıdan biri, Şebnem Ferah’ın sesinden dinlediğimiz “Dilektaşı”. Beste Gülden Karaböcek. “T’As L’Air D’Une Chanson” enstrümantal olarak akustik bir düzenlemeyle icra edilmiş. Serge Reggiani’nin meşhur ettiği bu şarkıyı Türk müzikseverler Tanju Okan’ın sesinden “Kadınım” olarak hemen tanıyacak. Son olarak Aylin Aslım’ın sesinden dinlediğimiz, söz ve müziği Selim Öztürk’e ait “Yanımda Sen Olmayınca”.
Metin Gürcan “Vakti Geldi” adlı albümünde artık ilgili müzikseverlerin yakından tanıdığı imza niteliğindeki gitar sound’unu yansıtıyor. “Mars” isimli şarkıyı da kendi seslendiriyor Türkcan.
Şarkılardan kısaca bahsetmem gerekirse Ogün Sanlısoy’un enerjik girişini, Harun Tekin’in hayat verdiği gayet Brit tınlayan duygusal şarkısı “Vakti Geldi” izliyor. Şebnem Ferah’ın yorumladığı “Dilektaşı”
Öyle “uncool ki o yüzden çok cool” şeklinde tarif edilebilecek sound’lar, şarkılar vardır. Yalnızca plaklarda bulabileceğiniz modası geçmiş ya da unutulmuş şarkılar, vokaller, sesler. Bunları bir araya getirdiğinizde, üstelik bunu “elektronik düşsel” bir ortamda yaptığınızda romantik saksafonla syhnthesizer birbirine karışır, üzerine giren melankolik kadın vokali sizi hayallerinizde yaşattığınız çocukluğunuza götürür.
İşin ilginci çoğu insanın hiç yaşamadığı, zihninde sonradan oluşturduğu anıları bu tip müzikal uyarılarla “hatırladığı” bilimsel bir vakadır. Hayal kurmanın insanı beslediğini düşünen biri olarak sakınca görümüyorum.
Sevdiği temalar
M83, namıdiğer Anthony Gonzales’in müziği bestelerin değil ambiyansın müziği. Hayalleri tetikleyen, duyguları harekete geçiren bir yanı var. O malzemeyi kullanarak kendince kuralları ve estetiği olan bir dünya yaratıyor ve bu dünyanın kendi gerçekliğinde değerini bulacak şarkılar dinletiyor. Bazen dans ediyor, bazen bulutları karartıp yağmur yağdırıyorsunuz.
Ben bu tür albümlerin ilk örneği olarak tarihi Röyksopp’un “Melody A.M.”iyle (2001) başlatırım. Ancak 15 yıl sonra hâlâ burada gidecek yol var. 2000’lerin başında müzikal tema
Şu sıra çok popüler bir konu var: “Ne yapacağız?”
Herhangi bir mesele, olumsuz bir gündem, siyasi bir skandal ya da üzücü bir terör olayı gündeme geldiğinde ortalık ‘sessiz kalmayın’ mesajlarıyla doluyor. İnsanların zihninde ve dilinde şu sorular var:
“İyi güzel de gerçekten anlamıyoruz, sessiz kalmamak ne demek? Sessiz kalmamak için ne yapmak lazım. Her gün sokağa çıkıp yürüyüş mü yapalım? Oy veriyoruz olmuyor. Bir daha oy veriyoruz gene olmuyor. Bizden ne isteniyor, ne bekleniyor?”
Eskiden gazeteciler işleri gereği toplumun kalan kısmından farklı olarak haber kaynaklarına ulaşımda ayrıcalıklıydı.
İnternetin paylaşımın olmadığı, tek paylaşımın gazetedeki haber ya da köşe yazısı olduğu zamanlarda, medyada çalışan birine gidip “Ne olacak bu memleketin hali, ne yapacağız” dediğinizde alacağınız yanıtın bir ağırlığı olabilirdi belki (ki ben eskiden de bunun her zaman mümkün olduğuna inanmıyorum).
Bugün hiçbir gazeteci ya da köşe yazarı gündemdeki gelişmeler konusunda bilinçli bir okurdan çok daha bilgili, çok daha güncel değil. Böyle bir algı olsa da, gerçek değil.
Hiç kimsenin hiçbir şeyi kesin olarak bilmesinin mümkün olmayacağı bir bilgi bombardımanı çağında yaşadığımızı