Kimi “Rock grubu Eurovision’a gider mi?” diye soruyor, kimi “Gençlik demek rock demektir” diyor. Hepsinin ortak fikri “Rock müzik muhaliftir, isyan eder, dünyayı değiştirmek ister”. Emin misiniz?
Metallica salata ve balık yemeyi seviyor. Konsere maaile özel uçaklarıyla gelip çaldıktan sonra Akdeniz’de kiraladıkları adaya dönüp bir sonraki konsere kadar denize giriyorlar.
Deep Purple, Medvedev ile Putin’in en sevdiği grup oldu. Paso Rusya’dalar. Kadehler kalkınca “Smoke on the Water” çalıyorlar.
The Doors birleşip biraz para yapalım diye turneye çıktı. Küçük bir eksikle, 1970’de ölen Jim Morrison hariç. Ama iyi para yaptılar... Geçen 10 yıl boyunca bir araya gelen onlarca rock grubunu saymıyorum, gerek yok. Çoğu Las Vegas’ta her akşam konsere çıkıyor.
U2’yu son gördüğümde Egemen Bağış ve Hayati Yazıcı’yla köprüyü geçiyordu.
Tindersticks geldi, konserde “Konuşmayın, gürültü oluyor, yoksa çalmam” dedi, herkes sustu.
Patti Smith İstanbul’a geldi, yasak öncesi geleceği gördü, konserinde sigara içirtmedi. İçeni dışarı çıkardılar. Dumandan rahatsız oluyor.
Rolling Stones içkiyi sigarayı her şeyi bıraktı, sağlıklı besleniyor, yoga yapıyor, anılarını yazıyor.
Joe-Lynn Turner (Rainbow) Türkiye’ye geldiğinde tanışmıştım. Bütün gece bana vitamin haplarından, sağlıklı yaşamdan bahsetti.
Guns N’ Roses tek kişi kaldı: Axl Rose. Botoksları yaptırıp konser veriyor. Buraya da geldi. Reina’ya götürdüler, çok sevdi.
Bu ara çok soruluyor bana. Madem merak ediyorsunuz, söyleyeyim. 2011’de popüler müzikte artık trend falan sadece işin detayı, teknik tarafı. Olay modasından klibine, giyim kuşamından efektine 80’lerdir. Hem de derin 80’ler. Torbanın en dibinden en unutulmuş gruplar, zamanında en gözardı edilen isimler bir bir yeniden keşfedilecek. Biz açıkçası 90’ların sonunda bu 80’ler nostaljisi biter sanıyorduk. Bitmedi. Bitmediği gibi büyüdü, her şeyi içine aldı. Sırf 80’ler çalıp kariyer yapan DJ’lere ise kötü bir haberim var: 80’ler artık ayağımıza geliyor. 21 Ocak’ta 360 isimli mekanda Boy George var. 22 Ocak ise Matine 216’da UB40. 80’leri daha çok konuşuruz.
Profesyoneller!
* Yeşim Salkım’ın yeni klibini kocası çekiyormuş.
* Işın Karaca’nın fotoğraflarını, staylingini, sanat yönetmenliğini falan da erkek arkadaşı yapardı.
* Demet Akalın’ın menajeri kocasıydı.
* Tarkan’ın menajeri sevgilisiydi.
* Hande Yener’in saç-makyaj, fotoğraflar, imaj komple sevgilisinin kardeşine aitti.
* Aykut Gürel-Seden Gürel, Eda Özülkü-Metin Özülkü, Ali Kocatepe-Aysun Kocatepe’yi de tarihten yapraklar olarak hatırlayalım (bkz. “Hanıma albüm yaptık”).
Kabul edin. Konu sanatsa profesyonel milletiz. İcabında babamızı bile tanımıyoruz.
PAZAR ALBÜMÜ
“Up From Below” Edward Sharpe and the Magnetic Zeros
İtiraf ediyorum, yeni hippi akımı 2009’da sona erdi sanıyordum. Yanılmışım. Devendra Banhart, Sufjan Stevens gibi isimler en popüler yüzleriydi bu tarzın. Şu ara yeni yükselen isim ise Edward Sharpe & The Magnetic Zeros. Folk altyapılar ve karakter sahibi bir ses. “Simplest Love” ve “Home” en çok çalınanlar listemde yükseliyor. Albüm 2009 tarihli ama grup ivmesini yeni kazandı. Rolling Stone’de Nicki Minaj, Bruno Mars gibi isimlerle birlikte 2010’un parlayanları arasında gösterildi.
Meraklısına...
“Black Falcon” geçen hafta ilgimi en fazla çeken albümdü. Tarhu isimli özel çalgısıyla kabak kemane, yaylı tambur ve çello arasında bir ses veren Ros Bandt, gitar ve elektronik altyapılarda avangart yanıyla da tanıdığımız Erdem Helvacıoğlu’yla birlikte dikkate değer bir müzik üretiyor. Avustralya’da nadir türlerden göçmen kara doğanın evcilleştirilmesinin hazin öyküsünü anlatıyor albüm.
Sıra dışı, dikkat çekici, biraz da “hazin”. Ama çok güzel. Dinlemenizi tavsiye ederim.
“Black Falcon”- Erdem Helvacıoğlu & Ros Bandt / Pozitif