Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları


Sokak müzisyenleri meselesi ()


Bu yıllardır devam eden bir durum aslında. Dönem dönem rahat bırakırlar, sonra birden polis veya zabıta gelir, ‘İzniniz bitti, gidin’ der. Hatta üç ay gelmedikleri zaman ‘Başlarına bir şey mi geldi acaba?’ deriz. Ama bu sefer sandalye-masa toplama operasyonuyla çakışınca çok dikkat çekti.”
Sokak müzisyenleri meselesini merak ediyorsanız işin aslı bu. Kim diyor? Alavat isimli grubuyla sokaklarda çalan müzisyen Ahmet Öztürk (Radikal, 18 Ağustos, Elif İnce’nin haberi). Bundan ötesi edebiyata girer.
Ne ilk ayağı masa toplama olan gizli bir operasyon (!) devreye sokulmuş durumda, ne bundan sonra sırada mini etek yasağı gelecek, ne de insanların başları kapatılacak.
Sadece Beyoğlu Belediyesi’nin, eleştirilmesi son derece doğal, yersiz, plansız programsız uygulamalarından biri daha.
Belediye başkanı müzisyenlerle değil gürültüyle mücadele ettiklerini söyledi. Madem derdiniz gürültü o zaman tavsiyem hoparlörlerini sokağa çevirip sesi sonuna kadar açarak dandik müzik yayını yapan Beyoğlu butiklerini de ziyaret etmeleri.
Bu durumu eleştirmek yerine koca koca adamlar, kadınlar Twitter’da Facebook’ta ortalığı birbirine katıyor. Daha ne olup bittiğini bile bilmeden. Sanki bütün sokak müzisyenleri bir anda ortadan kalkmış ve onlarsız yaşayamayacaklarmış gibi (sanki bir kere bile gidip görmüşler gibi) davranıyorlar. Feryat figan...
Facebook’ta “Sokak Sanatlarına Özgürlük” isimli bir grup kurulmuş. Kurulsun. Ne güzel. Ama hiçbir işe yaramayacak ki. Onbinlerce kişi de üye olmuş. Cem Yılmaz’ın dediği gibi acaba hadise çıksa kaçı gelir sokağa? Kaçı gidip baktı acaba müzisyenler orada duruyor mu diye? Kaçı Alavat’ı dinlemiştir? Kaçı Siyasiyabend’i biliyor? Ama mesele “şeriat korkusu” olunca gerek yok. Parmağını kaldırıp “katıl” tuşuna basıyorsun. Tamam. Birisi ortaya yalan yanlış bir laf atıyor, haydi linç başlasın. Asıl meseleyi çözmeye gerek yok. Karşı tarafa vuralım yeter. En fenası da artık öyle bir bölündük ki kimse kimseye kuru kuruya yardım elini uzatmıyor. İşin içinde karşı tarafa çakmak olursa o başka tabii. “Haydi şortları giyelim, haydi sokakta içki içelim, haydi otobüste öpüşelim.” O zaman saçmalamak serbest...
Galiba hepimiz delirdik ve başkalarını da delirtmek için kanırttıkça kanırtıyoruz. Demokrasi değil, Büyük Çıldıray Projesi bunun adı...


“Kartlı” sokak sanatı mı olur?

Sokakta sanat yapanlar, müzik yapanlar, duvarları boyayanlar şehrin doğal birer ürünüdür. Belediye istediği kadar kovalasın, duvarın çatlağında biten çiçek misali onlar kendilerine yaşam alanı bulur. Belediyelere kalsa tek sokak sanatı elektrik trafolarını köy evi gibi boyamak olur ki, o da sizi bilmem ama beni hiç kesmez...
Ne Ahmet Misbah Demircan’ın vereceği karta, ne özenle taradığı saçlarını savurarak bahsettiği sanat kriterlerine ihtiyaç var. Sokak sanatları “rağmen” olur. İzne tabi olmamalı. Banksy’nin Londra belediyesinden duvar boyamak için kart istediğini düşününsenize... O kartı beklese Banksy, Banksy olabilir miydi?
Beyoğlu Belediye Başkanı bunu anlamalı. Gürültü kontrolü tamam,
ama bu işi düzenlemeye girişmemeli.

Sevgili Neyyire Özkan, sizin mahalle zor kurtulur!

* Ayşe Arman’ın köşesine yolladığın mektupta çok haklısın. Kızlı erkekli her milletten insanın
Galata meydanında akşam üzeri ellerinde içkilerle muhabbet etmesi, şakalaşması gerçekten de çok modern ve çağdaş bir görüntü.
* Haklısın, kim oraya gelse “İşte İstanbul’un modern yüzü” diye gururla sunar bu manzarayı.
* Haklısın, gerçekten de insan “Genç olmak ne güzel” diye düşünür. Hele bu şehirde böyle bir ortamda, o 600 yıllık meydanda...
* Ama maalesef senin de söylediğin gibi o kitle saatler ilerleyip gece yarısı yaklaştığında canavarlaşıyor. Küfürler, naralar havalarda uçuşuyor, kavgalar çıkıyor, gürültüden kimse uyuyamıyor. Tarantino’nun “From Dusk Till Dawn” filminde olduğu gibi gündüz farklı gece farklı bir film izliyor senin gibi o mahallede oturanlar.
* Gündüz buradan geçenler geceleri Galata’nın bu modern yüzünün verdiği huzurla evlerinde mışıl mışıl uyurken modernlik adı altındaki bu keşmekeşe siz mahalle sakinleri maruz kalıyorsunuz.
* Son derece haklısın gazetecilere çağrı yapmakta, “Gelin burayı haber yapın, izleyin, hikaye var” demekte.
İyi de Hürriyet’in eklerinin eski yayın yönetmeni, şimdi de dergicilik yapan biri olarak söyler misin, “Ya belediye orayla ilgili bir uygulamaya girişirse ne olur?” diye düşündün mü hiç?
“Şeriat geliyor”cular ayaklanmaz mı? “Galata’ya özgürlük” grupları kurulup on binler size sövmez mi? “Galata’ya bir çekidüzen verilse iyi olur” diyen linç edilmez mi? Bu mahalle baskısı varken sizin mahalle zor kurtulur benden söylemesi...


Single dünyası

Red Hot Chili Peppers: “The Adventures of Rain Dance Maggie” isimli single’ı dinleyince dedim ki kendi kendime, bu grup artık iyice funk ve diskoya kaymış. Enerjisi düşük bir dans şarkısı olarak kayıtlarıma geçti. Sonuç? Isınamadım ben bu şarkıya.
Justice: “Civilisation” isimli single ilk kez Romain Gavras’ın çektiği Adidas reklamında kullanıldı. Dinamik, enerjik ve melodik buldum. Tıpkı ilk albümdeki şarkılar gibi. Yeni albüm “Audio, Video, Disco” 25 Ekim’de piyasaya çıkacak. Bilginize...
Girls: “Vomit” isimli single’ları dolaşımda. Bir an 1970’e ışınlanmış, Budgie’nin “Everything in My Heart” isimli şarkısını dinliyor gibi oldum. Sonra durum değişti. Girls’ün saykodelik folk kafalarını seviyorum ben. Single da okeydir.
Feist: “O kim?” diye soracaklar için bir tüyo: Kings Of Convenience ile söyleyen o şahane ses. İlk albümün de kapağındadır. “How Come You Never Go There” isimli single’da Leslie Feist (Fayst) yine billur gibi sesiyle döktürüyor. Acilen takibe alın...


CUMARTESİ ALBÜMÜ

Bu “çıldıray” gündemde size sakin bir albüm önereyim. Sakin sakin dinleyip tedavi olalım. Ne göbek atıp coşalım ne de yas tutalım. Aslında fazla da aramadım,
şu anda dinlediğim albüm cuk oturdu. Bu yılın nisan ayında piyasaya çıkan “Nine Types
of Light”. New York’lu grup
TV On The Radio’nun yeni albümü. Indie rock hiç bu kadar sofistike ve eğlenceli olmamıştı. Solist Tunde Adebimpe’nin kendine has vokali beni bayağı tedavi etti. “Will Do”dan başlayın dinlemeye...

“Part time” vicdan

Haberin Devamı

12 şehit verdiğimiz gün Twitter ve Facebook yıkıldı. Saat 20.00’de F-16’lar Kandil’i bombalarken savaş naraları, “yıkın oraları, dümdüz edin” mesajları zirve yaptı. Öyle ki arada başka bir konudan bahsetmeye cesaret edenlere nefret mesajları yağdı. Herkes Yılmaz Özdil kesildi. Zaten için yanıyor, tepen atmış, moralin bozuk, bir de işin gücün yoksa ikinci sınıf Yılmaz Özdil’lerden fırça ye...
Şehitler varken neden güldün, neden şunu dedin, neden oraya gittin?
Twitter’da bir-iki küfür sallamadın, ana avrat küfretmedin diye neredeyse vatan haini ilan edileceksin. Diyelim ki anladık, sineye çektik. Milletimiz hassas dedik. Peki sonra ne oluyor?
Gece yarısı itibarıyla Real Madrid-Barcelona maçı başlıyor. Hooop topluca futbola geçiliyor. Her şey unutuluyor. Siz küfür yediğinizle kalıyorsunuz.
Part time vicdan böyle işte. Boş zamanlarında bir-iki tivit at rahatla. Gece uykuya faydalı herhalde.


İTİRAF EDİYORUM...

* Hülya Avşar’ın üç ayda bir single çıkarma kararını çözemedim. Daha doğrusu sistemi çözemedim. Üç yılda bir albüm, iki yılda bir televizyon programı, üç yılda bir talk show, her hafta tenis, kırk yılın başı da bir tane dişe dokunur rol...
* “Black Sabbath bir araya geliyor, albüm de yapacaklar” haberlerini okuyunca kendi kendime gaza geldim. 2005’te Black Sabbath Reunion turnesinde Danimarka’da izlediğim konseri hatırladım. Ozzy, Tommi Iommi, Geezer Butler,
Bill Ward hey babalar dedim... Hemen oradan aldığım tişörtü arayıp buldum giydim ve küfrettim. Resmen kısalmış. Belimde tişört.
* iPad manyağıyım ama not defterimi de seviyorum. Kapağını istediğin kadar açık bırak şarjı bitmiyor.X-ray’de ötmüyor.
* Madem bu boyoz o kadar muhteşem bir şey, neden “boyoz sarayı” yok anlamıyorum.