Mehmet Tezkan

Cuma günü ilk işim; The King’s Speech filmine gitmek oldu..
Bu ne acele derseniz..
Merak işte..
Cumhurbaşkanı, ‘twitter’da, çok güzel bir film diye tavsiye ettiğine göre..
Cumhurbaşkanı, film vizyona girmeden, ABD’de bile DVD’si çıkmadan özel kopya getirterek izlediğine göre..
Vardır bir hikmeti dedim..
Cumhurbaşkanı evde izlediği her filmi twitter marifetiyle duyurmuyor ki.. Cumhurbaşkanı izlediği her filmi övmüyor ki..

Üniversite işi ciddi iştir.. Üzerinde kafa yorulması gereken iştir..
Kurdum deyince üniversite kurulmuyor, açtım denilince fakülte açılmıyor..
Sabah’ta Haşmet Babaoğlu çok güzel yazmış; “Bu ülkede büyük bir üniversite yalanı var” demiş..
Var!
En büyüğü, üniversiteye giren gençlerin yalandan okutulmasıdır..
Haybeye de diyebiliriz..
Haybeye olmasının nedeni şu.. Memleketin ihtiyacı var mı, yok mu diye düşünülmeden ha babam fakülte açıldı..

Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı aile sigortasının özeti bu.. Biz para vereceğiz diyor; yasal bir zemine oturtacağız. Markete gitsin ister pirinç alsın, ister mercimek alsın. Ne alacağına kendi karar versin..
Kısaca markete gitme hakkı diyelim..
CHP, yoksullara aile sigortasıyla ulaşacağını söylüyor..
Akla gelen ilk soru.. Kömür yardımı ne olacak?
Kılıçdaroğlu kömürden söz etmedi, doğalgaz ücretsiz olacak dedi..
Kömür out.. Doğalgaz in..
Kurmaylarıyla oturup hesabını kitabını yapmış.. Kısaca 3.5 milyon aile..

Demokrasinin normaliyle yetinsek diyorum.. Almanya’daki gibi, Norveç’teki gibi, İngiltere’deki gibi.. Niye diyeceksiniz?
İlerisi, yüksek tansiyon yapıyor..
Ne zaman bir hükümet adamı ‘ileri demokrasi’ lafı etse..
Peşinden seyreyle gümbürtüyü..
Ya sabaha karşı operasyonlar yapılıyor.. Gözaltılar, tutuklamalar, cezaevleri..
Ya sokak ortasında insanlar yüzükoyun yere yatırılarak sorguya çekiliyor..
Ya olmadık bir yasa değişikliğine gidiliyor.. İşçisi mişçisi sokaklara dökülüyor..

90’lı yılların ilk yarısı.. 15-16 yıl oluyor.. Türkiye yine sıkıntılı günler yaşıyordu.. Kim ne söyleyeceğini, kim ne diyeceğini bilemiyordu..
Akşam televizyonu açtım..
32. Gün başladı..
Haberci Deniz Arman ekrana geldi.. Evinin mutfağında, üzerinde önlük, kuru fasulye yapıyor..
Ciddi ciddi.. Hem yapıyor, hem de tatlı tatlı anlatıyor.. Protein değeri şudur, yararı budur gibi ansiklopedik bilgileri de araya sıkıştırıyor..
Gözlerim fal taşı gibi açıldı.. Merakla bekliyorum, sonunu nereye bağlayacak?
Sadesi vardır diyor, kıymalısı şöyle yapılır, diye tarif ediyor; pastırmalısı şahanedir, sucuklusu yabana atılmamalıdır..

Polise askerlikten muafiyet getirdi diye.. Başbakan’a polisler tarafından tabanca hediye edilince.. Polis kimliği verilince.. Polis rozeti takılınca..
Emniyet Genel Müdürü bizi savunmanız yok mu, o bizi bitiriyor efendim diye konuşunca eyvah dedim..
Niye mi?
Böyle durumları bilirim. Üst kademede bu tür jestler alt kademelerde daha farklı yorumlanır..
Polis, daha hoyratlaşır..
Başbakan’a karşı yapılan herhangi bir protesto eyleminde daha sertleşir..
Muhaliflere daha katı davranır.. En ufak bir ihbarı abartabilir.. Şüphelendiği kişiyi cezalandırabilir..

Adana
Havaalanında, uçakta, dönüşte; CHP Lideri Kılıçdaroğlu’yla uzun uzun konuştuk..
Sohbet ettik..
Sohbet sözünün altını çizerim.. Ne teyp açtık, ne not tuttuk..
Sohbet demem bundandır.. Dağarcığımda kalanlar aşağıdadır..
*
CHP ile başladık.. Gerçekten her kafadan bir ses mi çıkıyor?

Dün televizyon tartışmalarının tek konusu vardı.. Süheyl Batum’un sözleri.. Demek ki; ‘yanlış anlaşıldım’, ‘maksadım o değildi’, ‘ kastını aşan ifade olmuş’ klişeleriyle geçiştirilecek bir durum değil..
‘Koca askeri yıktılar, meğer kâğıttan kaplanmış’ sözünün ne anlama geldiği, nasıl algılandığı ortada..
Tartışmaya katılanları dinledim, ‘yazıklar olsun’ dediği biçiminde algılamış; AKP iki omuz atınca gümlediniz şeklinde..
*
Diyelim ki, böyle değil.. Diyelim ki, Batum’un zihninin köşesinden bile geçmedi.. Diyelim ki, çok farklı manada söyledi..
Yine de fark etmez.. Çünkü algı daha da önemli..
*