Murat Belge, Yemek Kültürü kitabında şöyle der.. ‘İtalyan yemekleri lezzetlidir, ama daha da önemlisi İtalya’da yemek yemek çok keyifli bir iştir’
Yıllar önce Show TV’nin ‘anchorman’i Korcan Karar’la Venedik’e gitmiştik..
(İtalya Korcan’ın ikinci vatanı gibidir. İtalyancası o kadar mükemmeldir ki, İtalyanları Türk olduğuna inandırmak için ekstra çaba sarf eder. Gizli bir gurmedir.)
En pahalı mekânlarda oturuyoruz, harika yemekler yiyoruz...
Her şey güzel..
Korcan; İtalyadaki yemek kültürü bu değil dedi.. Aradı taradı, buldu.. Bir öğlen bizi gerçek bir İtalyan lokantasına götürdü..
Ortamıyla İtalyan.. Şefiyle İtalyan.. Sohbetiyle İtalyan.. Ağırlama geleneğiyle İtalyan..
Güler yüzlü bir hanımefendi kapıda karşıladı, evine konuk olmuşuz gibi ağırladı..
O gün Murat Belge’nin; ‘İtalya’da yemek yemek çok keyifli bir iştir’ sözünün ne anlama geldiğini anladım..
Formül şuymuş:
Yemeğin lezzetli olacak, mekân adam gibi olacak, ama en önemlisi güler yüzlü biri seni ağırlayacak..
*
Arnavutköy’de açılan Antica Locanda’da da bu havayı buldum.. Korcan’ın işte İtalyan lokantası budur dediği ortamı..
Şefiyle, yemeğiyle, mekânıyla, sohbetiyle, güler yüzlü hanımefendinin ağırlamasıyla..
Zaten Şef Gian Carlo menüyü takdiminde burası tipik bir İtalyan lokantası demiş..
Dediğini yapmış da.. Keyif aldım..
Tabii ki yemek kadar yer de önemli..
Taksiarhi Kilisesi’nin dibinde metruk bir yerdi, yıkıldı yıkılacaktı desem yalan olur; resmen yıkıktı..
Sıfırdan yapmışlar, mekânı çok iyi değerlendirmişler, Yüksek tavanlı sevimli bir yer olmuş..
Gelelim yeme içme meselesine..
‘Risotto’sunu, ‘spagetti’sini çok övüyorlar, özellikle pizzasını.. (pizza sadece öğle servisinde varmış) ben size yediklerimi anlatayım..
Kızarmış enginarlarla başladım, patates çorbası içtim..
Şahaneydi.. Hele fırında somon balığa var ya..
Mükemmel diyebilirim..
*
Yeme, içme notu vermek haddim değil, onu gurmeler versin.. Ben yazılması gereken yerleri yazıyorum, bu kah kebapçı oluyor, kah kokoreççi, kah meyhane. Bu kez bir İtalyan!..
*
Gelelim yazının finaline..
Uzun yıllar İtalya’da yaşayan bir arkadaşım demişti ki; aşçıyı sınamak istiyorsan spaghetti alla puttanesca ye!
(Türkçesi orospu usulü makarna.. Domates , soğan, sarımsak, domates , maydanoz, zeytin vb..)
Haydaaa!. Niye dedim..
En kolay spagettidir, ama en zor olanıdır dedi..
Ekledi; yapımı 20 dakikadır, yemesi 10 dakika, hazmetmesi 10 dakika.. Toplam 40 dakika..
10 dakikada hazmetmezsen; o makarna, makarna değildir; o aşçı da aşçı değildir derler.. Yani vakit paradır..
Orospu makarnası demeleri bundandır..
Doğru mu bilmem..
Bildiğim şudur; iyi makarna mutluluk verir.. Hele yanında kaliteli şarap varsa..
İyi pazarlar..
Kilyos yolu sizlere ömür!..
Hava güzeldi, kış yazıydı.. Sabah sabah nereden aklımıza geldiyse, kahvaltıya Garipçe’ye gidelim dedik..
Galiba üçüncü köprüyle birlikte Garipçe’nin, Garipçe olmaktan çıkacağını bildiğimiz için geldi..
Atladık gittik.. Yol uzundur, ama güzeldir.. (Sarıyer’den Kilyos yoluna vurursanız, tabelalar sizi köyün göbeğine kadar götürür. Yolda Boğaz’ı en güzel gören yerde, kartalların göç yolunda durmayı ihmal etmeyin.)
Topu topu üç mekân var.. İkisi deniz kenarında, boğaza karşı, biri asma altında.. Adı da Asmaaltı zaten.. Koç Üniversitesi’nde okuyanların gözde mekânıymış..
Deniz kenarında oturduk..
Ne mi var?
Açık büfe kahvaltı; ayrıca mıhlama, menemen, sucuklu yumurta..
Nasıldı derseniz; eh derim.. Şahane değil, vasat! Kötü demiyorum, aman aman değil diyorum.. Biraz daha özen gösterilmeli, en azından menemene, sucuklu yumurtaya..
Çok da ucuz ama..
Onca yolu tepenler tadı damağımızda kaldı demeli..
*
Oraya kadar gitmişken Demirciköy’ü de ihmal etmemek lazım.. Uzunya da harika bir yerdir.. Orada da hafta sonları açık büfe kahvaltı var..
Garipçe’nin iki çıt üstündedir.. Kahvaltısı kahvaltı gibidir.. Farkı şöyle anlatayım; Garipçe halk işi, öğrenci işi derler ya öyle..
*
Benim anlatmak istediğim buraları değil.. Sarıyer’den, Kilyos’a uzanan yol..
Yıllar öncesinden söz etmeyeceğim, beş-on yıl öncesine kadar yeşillikle kucaklaşma mekânımızdı.. Kilyos’a doğru giderken Doygun tesisleri vardı; mayıs ayında mutlaka gider kuzu çevirme yerdik.. Zaten kuzu çevirmeciler dizi diziydi..
Yeşilliklere baka baka süt kuzusu yerdik..
Oraları ev oldu, beton oldu..
O tesisler de inşaat malzemecisi..
*
Gerçi, hâlâ üç beş kır lokantası var.. Zekeriyaköy çıkışıyla Kilyos arasında.. Ama son günleridir, son demleridir..
Gitti gider..
Seneye yeni bir site yükselir o topraklarda..
*
Üçüncü köprü yapılırsa, yan yollarıyla bağlantı sağlanırsa, gazetelere yansıtılan Karadeniz projesi hayata geçilirse orası nasıl olur derseniz..
Hadi Mecidiyeköy demeyeyim ama Beylikdüzü olur!..
Yeşil meşil kalmaz..
*
Gümüşdere’ye kadar gittim.. Moralim bozuldu, İstanbul’dan umudumu bir kez daha kestim..
Kilyos yoluna El Fatiha dedim..
Bütün o güzelliklere, o kır çiçeklerine, papatyalara, süt kuzusuna, tandıra, yayık ayranına, tarla domatesine, biberine, hıyarına..
El Fatiha..