Mehmet Tezkan

Mehmet Tezkan

mtezkan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Referandumdan beri üzerinde ıslarla durduğum konuydu.. Çünkü ortaya çıkan siyasi manzara bize çok farklı şeyler anlatıyordu..
O evetler.. O hayırlar..
Anayasa oylamasının ötesinde bir anlam taşıyordu.. Farklı yaşam biçimlerini simgeliyordu..
Çeşme, Çeşme gibi kalmak istiyordu.. Bingöl de Bingöl gibi.. Gümüşlük’ü, Datça’yı, Ayvalık’ı, Gölçük’ü.. Gölçük’ü de Cunda yapmaya çalışmak anlamsızdı.. Herkes yerinden memnundu..
Referandum sonucu bize bu gerçeği göstermişti..
Herkes istediği mahalleyi seçsin.. Seçtiği mahallenin şartlarına uysun.. Herkes mahallesinde mutlu yaşasın.. Çünkü gördük ki; muhafazakâr liberalle.. Mütedeyyin radikalle aynı sokağı paylaşmaktan rahatsız oluyor..
* * *
Referandum sonrası bu konuda epey yazı yazdım.. Dün Radikal gazetesi de bu konuya el atmış.. İki şehir iki dünya başlığıyla Ataşehir ile Başakşehir’i mercek altına almışlar.. Berrin Karakaş iki sitedeki, iki yerleşim yerindeki yaşam farkını ortaya koymuş.. Dört dörtlük yazı çıkmış..
Biliyorsunuz; Başakşehir İslami kesimin, Ataşehir laik kesimin site kenti..
Birinin yüzde 80’lerle evet dediğine..
Öteki yüzde 80’lerle hayır diyor..
O zaman hemen akla şu soru geliyor..
İstanbul gibi devasa kentler farklı kültürlerin gettolarından mı oluşacak? Galiba öyle..
Prof. Dr. Binnaz Toprak diyor ki; Ataşehir ile Başakşehir İstanbul’un gelecekteki yaşantısının habercileri. İnsanlar, bu gettolarda kendileri gibi yaşayanlarla daha rahat daha huzurlu olduğu kesin. Buralarda mahalle baskısı yok çünkü herkesin kimliği ve yaşam tarzı birbirinin benzeri.
* * *
Bence, bu ayrışma sadece sitelerle sınırlı değil, semtler, ilçeler bazında çoktan yapıldı..
Herkes kendi gibi yaşayanlarla aynı mahallede olmayı çoktan seçti.. Referandum haritası aynı zamanda kültürel bloklar haritasıdır..
Kabul etmemiz gereken gerçek bu; farklı kültürler aynı sokakta yaşayamıyor..
* * *
Bir noktaya daha işaret etmek istiyorum..
Herkes kendi mahallesinde yaşamaktan mutlu ama.. Israrla diyorum ki; türbanlı bir genç, mütedeyyin mahallede yaşayan delikanlı, öteki mahalleye gidince kendini daha özgür daha mutlu hissediyor..
Uydurmuyorum.. Görüyorum..
(Not; bu meseleleri konuşmaktan neden ısrarla kaçıyorlar anlamış değilim)


Tuncay’ın cevabı yüreğimi dağladı..
İmkânımız var, elimizde kalem var, köşemiz var diye hep biz eleştirecek değiliz ya..
Bizi de kıyasıya eleştirecekler..
Geçenlerde Tuncay Özkan’ın hapishanede yaptığı parti toplantısına dokundurmuştum..
Sıcağı sıcağına cevap geldi..
Tuncay diyor ki..
* * *
Yasal izinle; 850 günde bir kere ve partinin yasal çalışmalarını yapmak zorunluluğu nedeniyle, 60 dakikalık bir görüşmenin nesi sana ‘Yok artık daha neler’ dedirtti? İnan anlamadım.
Sokakta siyaset yapamıyorlar ne yapayım? Neyi aşırı buldun? Sana ‘bu kadarı da fazla’ dedirten ne gördün bu 60 dakikada?
Seni, önce şaka yapıyorsun sandım. Adam siyaset demiş, parti kurarken içeri alıyorsun, suçunu söylemiyorsunuz “bu kadarı da fazla” diyorsun sandım.
Benim tutukluluğuma yakıştıramadığın başka fazlalıkları da belirt. Geçen, üç kitaptan fazlası bir fotoğrafta görülüyor diye ifade verdim. Mustafa Balbay buradaki aşırılıkları ‘Zulümhane’ kitabında anlattı. İnan eksik çok fazlası yok anlattıklarında. Sen; domatesle, marulun yemekte kullanılmasının “cezaevinin verdiği zerzevatın amaç dışında kullanılması” aşırılığını biliyor musun Mehmet?
‘Tuncay ne der?’ demişsin. Canın sağ olsun..
* * *
Tuncay’ın mektubunda iki önemli nokta daha var..
Birincisi Selam ve sevgilerimle dedikten sonra Silivri Toplama Kampı F/ 12 demiş imzalamış.
Cezaevi değil, toplama kampı.. (Balbay da kitabında böyle diyor)
İkincisi de yazının sonuna düştüğü not..
Yazıya anında yanıt verdi diye bir aşırılık aklına gelmesin, avukat gelmişti. Yoksa 10 güne eline geçerdi mektup.
Burası mezarlık. Mezarlık ziyareti gelenektendir.
Ayıplanmasın.
* * *
Ne cevap vereyim ki; yazdıkları, özellikle mezarlık benzetmesi yüreğimi dağladı..
Boğazımı düğümledi..


Dinler dünyaya iyilik getirdi mi?
Ateizmin ateşli savunucusu yazar Christopher Hitchens ile İngiltere eski Başbakan’ı dindar Tony Blair Kanada’da bu konuyu tartıştılar..
Hürriyet’ten İsmet Berkan dünkü yazısında bu konuyu enine boyuna işledi.. Çok yararlı, çok güzel yazıydı; sağ olsun.. Ben de ondan öğrendim.
Din savaşlarına, din uğruna ölümlere atıf yapan Hitchens’in temel tezi dinlerin ‘Uhrevi Diktatörlükler’ olduğuydu.. İnsanlar koyun gibi davranmaya zorlanmıştı..
Blair ise; dinin olmadığı dünyanın ahlaken çökmüş olacağına dikkat çekerek; binyıllara dayanan kutsal metinlerin bugünün dünyasına göre yorumlanması gerektiğini söylemiş..
* * *
Ben de Blair gibi düşünüyorum..
Bizim dinimiz son dinse.. Kur’an’da yazılanlar kıyamete kadar geçerliyse.. Allah insanlara akıl verdiyse.. O akıl sayesinde bugün dünden farklı yaşanıyorsa.. 500 yıl önceyle bugün, bugünle 500 yıl sonraki yaşam farklı olacaksa.. İlişkiler ona göre şekillenecekse, o ayetlerin her çağa göre yeniden yorumlanması gerekmiyor mu?..
Din alimleri ne der bilmiyorum..
Soru şu:
1010 yılında dinini yaşamakla..
2010 yılında dinini yaşamak arasında çağın zorladığı fark var mı?
Olmalı mı?