Yedi yaşındaki kız çocuğuyla evlenilebilir, diyenler... Annesinin dizi göründüğünde tahrik olanlar... Hamile kadınların sokağa çıkmasına karşı çıkanlar... Kadının kahkaha atmasını iffetsizlik sayanlar... Kadın cinayetlerini “namus cinayeti” kabul edip derhal “hafifletici nedenler” bularak ceza indirimine giden yargıçlar bir yana... Bir ülkenin cumhurbaşkanı, “Ben zaten kadın - erkek eşitliğine inanmıyorum“ diyorsa... O ülkenin Maliye Bakanı, ülkedeki işsizliğin büyüklüğünü “kadınların iş aramasına” bağlıyorsa... Orman Bakanı kendisinden iş isteyen kadına, “Evdeki işler yetmiyor mu?” diye sorabiliyorsa... Eski Sağlık Bakanı, “Tecavüze uğrayan doğursun. Gerekirse devlet bakar” şeklinde konuşabiliyorsa... Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur“ diyebiliyorsa... Bir başka bakan “Kız erkek öğrenci aynı evde kalmasın” diye saçmalayabiliyorsa...
Yaratılan kültürel iklim kadını tamamen erkeğin yönetimine bırakıyor... Ona cinsel obje olarak bakılıyor. Bizim istediğimiz gibi giyinen ve yaşayan kadınlar iyi... bizim sözümüzü dinlemeyen kadınlar kötüdür... Onları cezalandırmak meşrudur gibi bir hava yaratılıyorsa...
Özgecan’ı
Kuşadası’nda salı günü Cumhuriyet tarihinde çok önemli yeri olan bir hukukçunun, Mahmut Esat Bozkurt’un heykeli açılıyor. Aydın Belediyesi tarafından Ferit Özşen’e yaptırılan 2 metre 20 santim boyundaki heykel, mermer kaide üzerinde yükselen bronz gövdeden oluşuyor.
Mahmut Esat Bozkurt, Türkiye’nin modern hukuk sisteminin kurucusudur. İsviçre’de hukuk doktorası yapmış, 1919 yılında yurda dönerek doğum yeri olan Kuşadası’nda milli mücadeleye katılmış, 1922’de 30 yaşında iktisat vekili olmuş, 1923’te İzmir İktisat Kongresi’ni toplamış, 1924 yılında Adliye vekilliğine getirilmiş, 1925 yılında Ankara Hukuk Mektebi’ni kurmuştur.
17 Şubat 1926 günü TBMM’de oybirliği ile kabul edilen ve kadın erkek eşitliğini sağlayan Medeni Kanun’un mimarıdır. Türk Ceza Kanunu, Kabotaj Kanunu, Ticaret Kanunu, Hukuk Mahkemeleri Usulü Kanunu gibi temel yasalarımız onun bakanlığı döneminde, 1926 yılında hazırlanıp yürürlüğe girmiştir.
Mahmut Esat Bey dünya çapında ününü Bozkurt - Lotus davasıyla yapmıştır.
1926 yılında Ege’de Lotus adlı Fransız yolcu gemisinin Bozkurt adlı şilebe çarparak batırması sonucu Fransız kaptanın yargılanması ve 80 gün hapse çarptırılması büyük olay olmuş, iki ülke
Yargıdaki en büyük sorunlardan biri bilirkişi kurumu... Okurumuz anlatıyor:
“Bakırköy adliyesindeki imarla ilgili davamızda bilirkişi ilk raporunu kanunun emredici hükmü olan 3 ay içerisinde vermesi gerekirken 19 ayda verdi. Hâkim raporu okudu, ikna olmamış olacak ki, ek rapor istedi.
Ek rapor da bitti, mahkeme kalemine verildi. Ancak heyetteki iki kişi imzaladığı halde üçüncü kişi imzasını atmayı unutmuş. Bir türlü gelip imzalamıyor. Kalem müdürü son aradığında verdiği cevap:
“Ben Muğla’dayım, İstanbul’a gelemem, o raporu bana kargo ile gönder, ben öyle imzalayayım.”
Neticede 10 Ocak 2015 mahkeme kalemine verilmiş olan ek bilirkişi raporu bir imza eksikliğinden ötürü 2 Şubat’taki duruşmaya yetişemiyor ve duruşma Nisan 2015’e erteleniyor.
Kalem müdürü imza atmayan bilirkişiyi aramaktan bıkıyor ve o kişinin iletişim bilgilerini davacıya vererek şöyle diyor:
- Lütfen siz uğraşın bu adamla, ben söz dinletemiyorum...
İktidar, yargıyı kendisine bağlamaya doyamıyor. HSYK üzerinden sivil yargıyı bağladı, Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın başına istediği kişileri getirdi. Geriye bir tek askeri yargı kalmıştı, şimdi de onu bağlamaya çalışıyor. Nasıl mı? CHP milletvekili Ali Özgündüz anlatıyor:
- İktidar, bundan bir süre önce Askeri Hâkimler Kanunu’nda yaptığı değişiklikle askeri hâkimlerin mesleğe alınmasına, yer değiştirmesine, cezalandırılmasına, meslekten ihracına karar verme yetkisini tek başına Milli Savunma Bakanı’na vermişti. Anayasa Mahkemesi bu yasayı iptal etti. Aynı iktidar, şimdi aynı düzenlemeyi ufak! bir değişiklikle yeniden Meclis’e getirdi...
- Nedir o değişiklik?
- Askeri hâkimlerin mesleğe alınmasına, yer değiştirmesine, cezalandırılmasına, meslekten ihracına karar verme yetkisi artık tek başına Milli Savunma Bakanı’na verilmiyor. Adı Yüksek Hâkimler Kurulu olan, başkanlığını Milli Savunma Bakanı’nın yapacağı... En düşük rütbeli üyesi binbaşı olan dört kişilik bir kurula veriyor.
- O kurul nasıl ve kim tarafından seçiliyor?
- Tamamı Milli Savunma Bakanı’nın önerisiyle Başbakan tarafından atanıyor. Tasarı bu şekilde geçerse askeri yargı, sivil yargıya bile rahmet
Milletvekili adaylığı için istifa eden bürokratlar bu dönem rekor sayıya ulaştı. Çoğu AKP’ye başvuran bu bürokratların önemli bölümünün bırakın seçilme, aday gösterilme şansları bile düşük. O zaman nedir bu ilgi ve hevesin nedeni? Soruya bir bürokrat dostumuzun yanıtı:
- Hesapları şu; aday gösterilmesek ya da seçilemesek de iktidar yandaşı olduğumuzu böylece tescil ettiririz. Ettirince de görevimize geri döndüğümüzde tıpkı bizden önceki bürokratlar gibi terfi basamaklarını daha hızlı yükseliriz. Topu topu 4 milletvekili çıkaracak bir ile 10 bürokratın aday olmasının nedeni bu. İstifa edenlerin bir bölümü de iktidarın yasa dışı emirlerini yerine getirmiş, haklarında soruşturma açılmış bürokratlar. Bunlar da dokunulmazlık için istifa ettiler.
Seçim yasasına göre TSK ve yargı mensupları seçimlerde aday olamıyor... Görevden istifa ederek aday olamayanlar veya aday olup seçimi kaybedenler bir ay içinde gerekeli başvuruyu yaparak eski görevlerine dönebiliyor. Uygulama malum... Eğer kişi AKP’den aday olmuşsa yeri boş tutuluyor, geri dönmesi sağlanıyor. Eğer muhalefet partisinden aday olmuşsa bu özen gösterilmiyor. Ülkemizde seçilme hakkı da adaletli kullanılmıyor. Durum onu
132 maddeden oluşan İç Güvenlik Tasarısı eşi görülmemiş bir baskı yasası olarak Meclis’in gündeminde. Barolar ayakta... İstanbul Barosu avukatları Adalet Sarayı’nda protesto nöbetine başlıyor. Avukat Turgut Kazan iktidarın gizlediği amacı ve sonuçlarını şöyle değerlendiriyor:
- Bu düzenlemeyle yurttaşların güvenliğini sağlamak değil, siyasal iktidara karşı çıkılmasını yasaklamak amaçlanıyor. Artık, toplantı ve gösteri yapılamayacak, slogan atılamayacak, pankart taşınamayacak. Yasaya aykırı toplantı tanımı iyice belirsizleştirilerek, polisin şiddete başvurması kolaylaştırılacak. Ve silah kullanan polis özel olarak korunacağı için, yeni cinayetlere ortam hazırlanacak.
Özetle... Hitler Almanyası’na kardeş geliyor...
İstanbul Barosu’nun tespiti şudur:
“İç güvenlik paketi altında yapılmak istenen, bir rejim değişikliğidir.”
Aydın, Balıkesir, Bursa, Burdur, Çanakkale, Denizli, İzmir, Kırklareli, Manisa, Muğla, Kütahya ve Uşak barolarının ortak bildirisinde:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin 92 yıllık tarihinde hiç bu kadar özgürlük karşıtı bir yasal düzenlemeye yer verilmemiştir” deniyor...
Haziran seçimlerine doğru pupa yelken giderken... Ülkeyi yönetenlerin kafasındaki antidemokratik hevesler ve toplumu bekleyen fırtınalar ürkütüyor insanları...
İnterneti, yani sosyal medyayı kullanılmaz hale getirmeyi hedefleyen yeni internet yasası... Demokratik gösterileri adeta terör yaratarak bastırmayı öngören güvenlik yasaları seçim öncesinde bir büyük yasaklar ülkesi yaratabilir... Seçimden sonraki dört yılda başka seçim olmaması ülkeyi yönetenleri faşizan özentilere sürükleyebilir...
Bu arada toplumun sesinin kısılması, “çözüm süreci” adı verilen çözülme sürecini gözlerden saklamak yolunda elbet yararlı bir işlev görecektir!
Cumhurbaşkanı halktan 400 milletvekili istiyor... Bu kadar milletvekili çıkarabilmek için AKP’nin yüzde 60’ın üzerinde oy alması gerekiyor.
Bu hedefe varmak için baskılar, polisiye tedbirler, yasaklar ile zorlamaya gidilirse... Demokrasinin bağlandığı pamuk ipliği biraz daha incelebilir.
Ülkenin dengede durabilmesi için yüzde
50 oyun yetmediği, diğer yüzde 50’nin yönetenlere nefretle bakmasının ortamı kırılgan hale getirdiği, Bülent Arınç tarafından ifade edildi. Tespit yerindedir.
Hazirandaki seçime 31 partinin gireceğini ancak bunların bir kısmının seçime girmeye hak kazanmadığı halde ilçe seçim kurullarını aldatarak kendilerini kadroya dahil ettiğini dün yazdık... Seçime girmeye hak kazanmayanlar dahil çok sayıda partinin seçimlere katılması ne gibi sıkıntılar yaratır. Bu skandalı ortaya çıkaran eski milletvekillerinden Yılmaz Hastürk’ü dinliyoruz.
“7 Haziran’da yapılacak seçime 31 partinin katılması önce oy pusulalarının 1 - 1.5 metre gibi hayli uzun olması sonucunu doğurur. Basım maliyeti artar. Pusuladaki parti sayısı arttıkça özellikle yaşlı ve eğitim düzeyi nispeten düşük olan seçmenler oy verecekleri partinin yerini bulmakta ciddi sıkıntı çekiyorlar, çok defa da amblemleri birbirine yakın olan partileri karıştırıp mühürü istemedikleri partiye basıyorlar. Uzun oy pusulaları katlandığında mühür sık sık arka tarafa bulaşıyor, bu da o pusulayı geçersiz hale getiriyor. Oyların sayımına geçildiğinde çok sayıda partinin oy tasnifi yüzünden hem hata yapma ihtimali artıyor hem de sonuçların alınması süreci uzuyor. Bütün bunların sonucunda hem paradan hem zamandan kaybedilmiş oluyor, asıl önemlisi seçmen iradesi sandığa yanlış aksedebiliyor.”
Hakları