Kemal Kılıçdaroğlu dünkü grup toplantısında Nazım Hikmet’ten söz etti. HES’lerden, İstanbul’u teslim alan sellerden söz etti... Tayyip Erdoğan’ın yalanlarından, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in Mardin konuşmasından... Uludere’den, AKP dönemindeki iş ve tren kazalarından, Soma’dan, Soma’da madenciye tekme atan Başbakanlık müşavirinden söz etti. Kısacası güncele dair olan ve olmayan ne varsa her şeyden söz etti.
Ama; Güneydoğu’da, çocukları PKK tarafından kaçırılan analardan... Yakılan kamyonlardan... Yaralanan askerlerden... Hakarete uğrayan devletten... Terör örgütü karşısında fareye dönmüş iktidardan... Tek kelimeyle söz etmedi...
Sebep unutkanlık mı? Yoksa... Yoksa sebep AKP’nin elindeki Washington çıkışlı yol haritasının altına CHP’nin de imza atması mı? O kadar ki, AKP en azından çocukların kaçırılmasını kınarken... CHP çocukların kaçırılmasından, PKK’nin Kürt ailelere yönelik baskısından bile şikâyetçi görünmüyor.
Dünkü yazımızda CHP’deki suskunluğun PKK politikalarına destek anlamına geldiğini yazmıştık. Kemal Bey dünkü suskunluğu ile bizi yine doğruladı.
Kara mizah o ki... CHP ülkenin birliğine ve bütünlüğüne inanmış, ulusal değerlere ve Cumhuriyet’e
Güneydoğu’da ortalık birbirine giriyor... Çocuklar dağa kaçırılıyor... Yollar kesiliyor... Askere ateş açılıyor... Kalekollara yük taşıyan araçlar ateşe veriliyor... Arap kızı camdan bakıyor, diyen şarkıda olduğu gibi .. Türk askeri bütün olup bitenlere camdan bakıyor... Kendi canını korumaya çalışıyor...
PKK’nin Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi şiddet olaylarını tırmandırarak yeni tavizler koparmak istediği belliydi... İktidar tavizde biraz ayak sürüdü... Ama olaylar tırmanınca baktı olmayacak, kolları hemen sıvadı...
Devlet Bakanı Beşir Atalay, BDP ile geçen hafta görüştüklerini, İmralı ile diyaloğun kararlılıkla sürdürüldüğünü ve bir sapmanın söz konusu olmadığını açıkladı:
- Hükümetin yeni yol haritasında silahlı PKK’lilerin yurt dışına çıkması ve eve dönüşe yönelik adımlar var, diye ekledi...
Özetle... İmralı’nın istediği tavizler paketlenmiş...
Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken Güneydoğu’da sükunetin sağlanması için talep edilen adımlar atılmıştır.
Biraz daha özetle... Koca devlet bir terör örgütüne teslimiyetin yeni aşamalarını hazır etmiştir.
Taksim’e çıkan yollar öğleden sonra kesiliyor... Vapurlar çalışmıyor... Kent alarmda... 25 bin polis cadde başlarını ve sokak aralarını tutmuş. TOMA’lar tetikte. Şehirde ölüm sessizliği sürerken Başbakan konuşuyor:
“Tüm halkıma sesleniyorum... Eğer buraya gelme gibi bir duruma gelirseniz kusura bakmayın güvenlik güçleri kesin talimat almıştır gereği neyse a’dan z’ye yapılacaktır. Geçen Gezi olaylarında olduğu gibi oralara gelemeyeceksiniz. Yasalara uymak zorundasınız. İstediğim yerde istediğim gibi yaparım yok, burası yolgeçen hanı değil.”
Avukat Turgut Kazan önceki gün İstanbul Valisi Avni Mutlu’dan randevu istedi, ziyaretine gitti... Vali Mutlu’ya anlattıklarını bize de anlattı... Dedi ki:
- 1982 Anayasası’nda devletin gösteri yürüyüşlerinde güzergâh belirleme yetkisi vardı. Anayasa’nın o maddesi 2001 yılında değişti. Mekân belirleme yetkisi çıkarıldı. Anayasa’dan çıkarılan o kuralı yasada var diye şimdi vazgeçilmez kural sayıyorlar. Öyle bir kural hem bizim Anaysa’nın 34. maddesine hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır. AİHM’nin bizatihi Taksim’deki gösterilerle ilgili kararları var. Avrupa gösteriler için önceden izin almayı ve devletin güzergâh
İstanbul’un fethinin yıldönümü parlak nutuklarla kutlanırken...
Ülkemizin mevcut fotoğrafı maalesef atılan nutuklara pek uymuyor.
Bir terör örgütü ülkenin Güneydoğu’suna el koymuş durumda...
Diyarbakır Bingöl karayolunu 6 gündür elinde tutuyor... 15 yaşındaki çocukları dağa kaldırıyor. Araçları yakıyor... Korucuları vuruyor.
Özetle Güneydoğu terör örgütü tarafından fethediliyor...
Hükümet ise İslamcı terör örgütleriyle Şam’ı fethetme hayalinde...
Yunanlılar gözümüzün içine baka baka Ege’de küçük adaları işgal ediyor. Kıbrıs’ta taviz vereceğimiz yönünde haberler geliyor.
Gezi eylemlerinin yarın birinci yıldönümü...
Devlet 25 bin polis ile 50 TOMA’yı hazır etmiş...
İstanbul Valisi Avni Mutlu Taksim’de toplantıya izin vermeyeceğiz, diyor...
Yani polis yine olay çıkaracak...
Gezi eylemleri sırasında polis yaklaşık iki hafta Taksim’den çekildi. Hiçbir olay çıkmadı. Şimdi yeni olay hazırlığındalar.
Aslında Gezi eylemleri hiç başlamayacaktı...
Gençler Gezi Parkı’nda ağaçlar kesilmesin, oraya Topçu Kışlası kondurulmasın diye parka çadır kurduklarında... Ertesi sabah çadırlar yakılmasa... Başbakan aynı saatlerde Fas gezisine çıkarken gençlere meydan okumasa... İdare mahkemesindeki Gezi Parkı davasının sonucunu beklemeye koyulsaydı... Bu olanların hiçbiri olmayacaktı. Gezi süreci gösterdi ki:
Kemal Kılıçdaroğlu, Haber Türk gazetesinden Muharrem Sarıkaya’ya
çok ilginç bir demeç verdi... Dedi ki:
“Cumhurbaşkanlığı için göstereceğimiz adayın kampanyasını parti olarak yürütmeyeceğiz. Eğer siyasi partiler yarışacaksa baştan cumhurbaşkanını taraflı hale getirmiş oluruz. Hem tarafsız olacak diyoruz hem de başka bir eylem geliştirmiş oluruz ki bu söylem ve eylemimizin örtüşmediği anlamına gelir.”
CHP’li bir dostumuz bu sözleri şu satır başlarıyla yorumladı:
- Yani Genel Başkan şunu mu diyor; benim gösterdiğim kişiyi partinin adayı yapın ama ondan sonra hepimiz kenara çekilelim, adayımız kendi göbeğini kendisi kessin. Böyle bir şey akla, mantığa ve particilik anlayışına sığar mı?
- Diyelim ki Yılmaz Büyükerşen’i aday gösterdik. Arkasında partisi ve örgütleri yoksa hoca çok büyük organizasyonlar ve paralar gerektiren seçim kampanyasını nasıl yürütecek?
- Bizim adayımızın arkasında, kendi imkânları dışında maddi - manevi destek olmayacak... Ama o adayımız, arkasına devletin tüm imkanlarını almış AKP’nin adayıyla yarışacak! Ve biz ondan seçimi kazanmasını isteyeceğiz! Ha, biz bu seçime AKP’nin adayını kazandırmak için gireceksek o başka tabii.
Başbakan bazen çok esprili... Örneğin dünkü şu sözleri...
“15 yaşında çocukları dağa kaçırılan, yürekleri yanan annelerin babaların bu feryadını tüm Türkiye ve dünya medyasının görmesini özellikle arzu ediyorum. Neredesin dünya medyası? Galatasaray Lisesi’nin önünde gelip, oturma eylemi yapanları yazardınız, çizerdiniz. Peki yavruları dağa kaçırılan bu anneleri niye yazmıyorsunuz?
Türkiye medyası - bir kısımını tenzih ediyorum - ama duyarsız kalanlara sesleniyorum: Siz niye yazmıyorsunuz, siz niye görmüyorsunuz? Ey BDP, HDP siz neredesiniz? Hani zaman zaman gidiyorsunuz da anlaşıyorsunuz da alıyorsunuz geliyorsunuz ya... Bu annelerin yavrularını da alıp gelin bakalım. Alıp gelmediğiniz takdirde bizim de B planımız, C planımız devreye girer...”
Bu sözleri dinleyen herkesin kafasından aynı sorular geçmiş olmalı:
İmralı ile barış süreci başlatan siz değil miydiniz? PKK şimdiye dek çoktan silahlarını bırakıp sınır dışına çıkmış olmayacak mıydı? Anaların gözyaşı dinmeyecek miydi? Neden İmralı’daki dostunuzun adamları hâlâ araç yakıp çocuk kaçırıyor? Yoksa barış süreci diyerek sadece halkı mı uyuttunuz? Sözünü tutmadığı için İmralılı dostunuza seslenecek yerde neden
CHP lideri Kılıçdaroğlu, “Nasıl bir cumhurbaşkanı” sorusuna yanıt bulmak bulmak için geçen hafta sonu TBB ve Ziraat Odaları’nı ziyaret etmişti. Bu hafta da Müsiad, Tuskon, Türk-İş, Disk, Kesk, Türkonfed, Tüsiad ve TTB’yi ziyaret edecek... Bu kuruluşların CHP ile ilgisi nedir, halkı ne kadar temsil ederler, takdir okurun. Bu görüşmeler Tayyip Erdoğan’a vakit kazandırmak ve ilerde CHP tercihinin eleştirilmesi halinde Genel Başkan’a “Herkesin fikrini aldık” mazereti sağlamaktan başka ne işe yarar onu da bilemeyiz.
Cumhurbaşkanlığı için nasıl bir aday?
Kemal Bey Anayasa kitapçığını açar 104. maddeyi okursa şu satırları görecek:
“Cumhurbaşkanı, devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil eder; Anayasa’nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir...”
Demek ki cumhurbaşkanı Türk milleti diye bir millet olduğunu bilecek, ayrıştırıcı değil birleştirici olacak, tüm kurumlarıyla birlikte cumhuriyeti savunacaktır. Anayasa’nın 103. maddesini okursanız orada da “nasıl bir cumhurbaşkanı” sorusunun yanıtını bulabilirsiniz... Ne üzerine yemin ediyor Cumhurbaşkanı:
“Devletin egemenliğine ve bağımsızlığına,