* Gezi’de penguen gösteren kanallar: Yılın kanalı!
* Geri çekilen PKK’liler: Yılın sanalı.
* ‘Camide içki içtiler’: Yılın yalanı.
* Örtülü Ödenek: Yılın talanı.
* Fatih Terim: Yılın elemanı.
* RTE: Yılın “el aman”ı
* Halkbank: Yılın bankası!
Ey Kavmim, sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin. Dönüp de bakmazsın ölülerine.
Lut Kavmi’nden de değilsin sen, hazdan olmayacak mahvın. Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın.
Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz kendi ağıdını.
Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını ve sen bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlarına.
Tanrı’ya yakarır ama firavunlara taparsın. Musa Kızıldeniz’i açsa önünde sen o denizden geçmezsin.
Ey Kavmim... Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.
Korkarsın kendinden olmayan herkesten. Ve sen kendinden bile korkarsın.
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş geniş bir yolsuzluk dosyası hazırlıyor... Soruşturma için çoğu Başbakan yakını işadamı olan 40 dolayında kişinin evlerinin aranması ve gözaltına alınması için mahkemeden karar çıkartıyor... Derken Başsavcı Turan Çolakkadı dosyayı Savcı Muammer Akkaş’ın elinden alıyor, soruşturmadan el çektiriyor.
Peki mahkeme kararıyla polise verilen ev arama ve gözaltı kararları ne oluyor? Emniyet uygulamıyor...
Oysa savcıdan dosyanın alınması yargıcın ev arama ve gözaltı konusundaki kararını ortadan kaldırmaz... Açıkça suç işleniyor.
Bu arada hakkında arama ve gözaltı kararı bulunan isimler medyada çarşaf çarşaf yayınlanıyor.
Başsavcı ve Emniyet yargı kararının önünü kesince... Şüpheliler kanıtları karartmak veya kaçmak için muazzam vakit kazanıyor...
* * *
Başsavcının dosyayı Savcı Akkaş’tan almasının gerekçesi nedir?
Türkiye tekin ülke değildir... Hesaba kitaba gelmez. Plana, programa uymaz.
Keyiflerin zirveye ulaştığı, kibir ve gücün doruklara çıktığı bir anda herşey yerle bir olabilir...
Her şey bitti sanılan bir anda ufkun umulmadık yerinden bir umut ışığı parlayabilir.
Bilimde, kültürde, sanatta, felsefede, sporda şurada burada gözle görülür bir başarımız yoktur.
Hatalarımız başarılarımızdan çoktur.
Ama kitaplarda şu dize de yazılıdır:
“Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız”
Kirli tezgah, tuzak, nifak, ittifak, komplo gibi senaryolar ağır kokulu rüşvetin üstünü örtemedi...
O yüzden bakanların istifasını almak şart oldu.
Eğer bu işlem ilk günden yapılsaydı, iktidara güven bu denli sarsılmazdı.
Başbakan önce rüşvet soruşturmasının önünü kesti.
Polisi darmaduman ederek savcıları çalışamaz hale getirdi. İstifalara sonra geldi.
Anlaşılıyor ki Başbakan soruşturmanın yukarı doğru ilerlemesinden endişeliydi. Önce o yolu kapattı.
Ancak üçüncü istifada umulmayan bir şey oldu. Çevre Bakanı Bayraktar'ın Karadenizli damarı tuttu:
- Beraber yürüdük bu yollarda, dedi Bakan, eğer yürüttüysek birlikte yürüttük, beni rüşvetçi göstermeye hakkın yok...
Başbakan Başdanışmanı Yalçın Akdoğan Star’daki köşesinde dün diyor ki:
“Başbakan... Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir...”
Başbakan Başdanışmanı böylece TSK ve MİT’e cemaatçilerce kumpas kurulduğunu itiraf ediyor.
Başbakan da ne demişti geçen hafta sonu Ordu’da:
“Devlette paralel yapı kurmak isteyenler devletin kurumları içerisine sinenler şunu bilesiniz ki istediğiniz kadar oralara yerleşin. İninize gireceğiz ininize. Didik didik edeceğiz ve devletin içindeki bu örgütleri teşhir edeceğiz.”
Nerede kurulmuş bu paralel yapı? Emniyet ve yargıda..
Şimdi sormak gerekiyor:
Gezi’de gençler gözlerini, beyinlerini, hayatlarını kaybetti ama... Görülmek istenmeyen bir gerçeği de görünür kıldılar... AKP 10 yılda medyayı pasifleştirmiş... Yandaş medya ile halka yalan pompalarken... Dış hükümetler taviz beklentisiyle desteği sürdürüyor... Dış basın Türkiye’deki gerçek tabloyu görmezden gelebiliyordu.
Gezi görüntüleri dış dünya halklarına AKP demokrasisinin gerçek yüzünü gösterdi.
Dış kamuoyu uyanınca dış basın ve hükümetler de devekuşu politikasını sürdüremez oldu. Dış dünya artık ağır konuşuyor. Alman gazetesinin dünkü sözüne bakın.
- Erdoğan ‘Yakalayın hırsızı’ diye bağıran hırsız gibi davranıyor....
Hafta sonunda Karadeniz’de verilen mesajlara baktık. Makarna bulgur beklentisindeki vatandaşı bile doyuracak cinsten değildi:
“Yolsuzluk kisvesi altında, son derece hukuksuz, çirkin, aynı zamanda da son derece karanlık bir tuzak kuruluyor... Yolsuzluk bu işin sadece kılıfıdır ve bizim yolsuzluk konusundaki hassasiyetimiz zaten bellidir...”
O ne hassasiyet ki, yapılan bütün tasfiye ve alınan kararlar yolsuzlukları örtmeye yöneliktir. Yalnızca iktidardakilerin değil yandaşların yolsuzluklarını da örtmeye.
Türk basın tarihinin önemli isimlerinden Bedii Faik, geçen ay Bağımsız dergisine verdiği röportajda Menderes dönemiyle bu dönemin kıyaslamasını yapıyor ve bakınız ne diyordu:
- Menderes iktidarı yargıya asla dokunmamıştır. Polise dokunmamışlardır. Ben Dünya gazetesinde ‘Gestapo istiyoruz’ diye bir yazı yazdım. Namık Gedik’in olduğu dönemde uzun uzun yazdım. Bugün de yazıyor olsam aynı fikirleri yazarım. Bakınız Hitler’den sonra yakılan, yıkılan, berbat bir Almanya. İkiye bölünmüş bir Almanya. Ancak her iki Almanya’da, Alman geleneğindeki polise hürmet aynen devam etmekteydi. Bunu Almanya Gestapo’ya borçludur. Neden mi? Hitler her meselede Alman polisini kullansaydı, her meselede kirlenen Alman polisi nefret abidesi haline dönecekti. Hitler kendi polisini, Gestapo’yu kurdu. Yargıya dokunmadı ama kendi yargısını yarattı. Şimdi AKP de kendi polisini kurmuş olsa ve başka bir üniforma giydirse bu memlekete çok daha faydası dokunurdu.
* * *
Günümüz Türkiyesi’nde polisi ve yargının tarafsızlığını korumak gibi kaygı yok. Tam tersine Cemaat ve hükümet polisi kendi tarafına almak çabasında.
Cemaatçiler hızla pasif görevlere çekiliyor.
Polis şimdiden ikiye bölünmüş olup kısa