Ergenekon davasında diğer kararlar doğru da yalnızca Mustafa Balbay’a haksızlık yapılmış diye düşünecek kadar saf değiliz hiçbirimiz.
Sevgili Mustafa’nın yıllarca süren bir mahrumiyetten sonra özgürlüğüne kavuşması çok sevindirici. Ama kesinlikle adaletin yerini bulması değil.
Hapisler hâlâ hukuksuz yargının kurbanlarıyla dolu...
Dün benzer satırlar yazınca malum kişilerden klasik mesajlar geldi:
- Darbeciler sokağa salınsın değil mi... Sanki bu ülkede hiç darbe olmadı... vs...
Bu ülkede tabii ki darbe oldu... Ama darbeciler cezalandırılmadı.
12 Eylül’ün ahı gitmiş vahı kalmış iki darbecisine göstermelik bir dava açıldı.
Gazeteci arkadaşımız Mustafa Balbay’ın özgürlüğe kavuşması bir sevinç ve umut dalgası yarattı... Taş duvar arasında geçen 4 yıl 9 ay... Dile kolay... Üstelik de suçsuz yere... Neymiş... Kalemiyle hükümeti devirmeye teşebbüs etmiş... İlerde başta Mustafa’nın 5,5 yaşındaki oğlu Deniz olmak üzere bütün çocuklar gülecek bu günlere... Suçsuz insanlara ve yakınlarına yaşatılan acılar da tarihin kara sayfalarına ek olacak.
Hapiste en çok gelecek biriktirdim, diyor Balbay... Çıkışta da çok güzel bir konuşma yaptı... “Türkiye’de can güvenliğinden de önce tehlikede olan hukuk güvenliğidir” dedi...
Hukuk yerlerde sürünüyor... Bırakınız sağlam insanları... Ölümcül hastalar derdini anlatamıyor, yargıçlar korkudan hasta mahkûmları hastaneye sevk edemiyor.
Türkiye bir cinnet geçirdi... “Darbe yapacaklardı” yalanıyla, gazeteciler, yazarlar, rektörler, askerler hapislere dolduruldu. Ortak yanları cumhuriyete, laikliğe, ulusal değerlere, Atatürk ilkelerine sahip çıkan isimler olmalarıydı. Mahkûm edilmeleri için sahte kanıtlar, yalancı tanıklar kullanıldı. Dışarda kalanlar üzerinde bir korku iklimi yaratıldı. Bu iklimde TSK, yargı, muhalefet, medya yerle bir edildi. Demokrasi hallolundu.
Başbakan Erdoğan, 2004 yılı MGK kararı ve bazı fişleme kararlarını Taraf gazetesinde yayımlayan Mehmet Baransu’yu “vatan haini” ilan etti... Yargıyı göreve davet etti.
Gizli belgelerin basına sızdırılması bütün ülkelerde suç sayılır. Ancak demokrat ülkelerde bu gibi durumlarda sızdıran kişiler takibe uğrar... Gazetecilerin suçlandığı hemen hiç vaki değildir.
Emekli diplomat Onur Öymen örnekler veriyor:
“Wikileaks örgütü 2010 yılında Amerikan Hükümeti’nin dış temsilcilikleriyle gizli yazışmalarından oluşan 250,000’den fazla belgeyi New York Times, Le Monde, The Guardian, El Pais gibi gazeteler aracılığıyla dünyaya duyurdu.
ABD, Wikileaks ve onun sorumlusu Julian Assange hakkında adli işlem başlattı. Belgeleri Wikileaks’e sızdıran Amerikan askeri Chelsea Manning 35 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ama bu belgeleri yayımlayan gazeteci ve gazeteler hakkında ne ABD ne Avrupa’da yargı yoluna başvurulduğu asla duyulmadı.
Aynı şekilde Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı NSA’nın eski görevlisi Edward Snowden, yabancı ülkelerin devlet adamlarının telefon konuşmalarını da içeren 200,000 gizli belgeyi basına açıkladı. Amerikalılar Rusya’dan Snowden’in iadesini istediler ama onun
Başbakan Kırklareli konuşmasında yine etnik farklılıkları saydı döktü... Artık hemen her mitingde tekrarladığı şu:
- Türkiye; Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Roman, Boşnak, Arnavut vs. 36 etnik unsurdan oluşmaktadır...
- Türklük üst kimlik değil, diğer etnik gruplar gibi alt kimliktir...
- Üst kimliğimiz Türk değil Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır...
- Mustafa Kemal “Anasırı İslamiye” yani “İslami unsurlardan oluşuyoruz” demiştir...
Başbakan, Atatürk ne söylemişse tam tersini söylüyor.
Atatürk her konuşmasında “Türk milleti” sözünü vurgular.
Muharrem İnce, 19 Eylül günü, twitter’da kendisine hakaret eden Abdullah G. aleyhinde tazminat davası açması için avukatına talimat verdi. Talimat yerine getirildi, dava açıldı. Birkaç gün önce Ankara Adliyesi’nden Muharrem İnce’ye ilk duruşmanın hangi tarihte yapılacağını gösteren yazı geldi. Tarih ne miydi? 11 Kasım 2014. Yani tam bir yıl sonrası.
Dava kaç celse sürer bilinmez... Ama sonuçlanması en az bir yılı bulur... Sonra Yargıtay safhası başlar... O da en az iki üç yıl... Ölme eşeğim ölme!
Adalet “saray” gibi binalara taşındı. Ama yargılama kağnı hızında.
* * *
Ergenekon’da yargılanan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, gerekçeli kararın 4 aydır yazılmadığını anımsatmıştı. Soruşturduk... Karar yazılmasının daha aylarca sürebileceği bildiriliyor...
Bu arada İlker Başbuğ dün akıllara durgunluk veren bir açıklama yaptı...
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi; 2011 yılında Başbakanlık Müsteşarlığı’na bir müzekkere (resmi yazı) yazarak, geçmişte alınmış MGK kararları ve benzer belgeleri istiyor. Başbakanlık yazıyı Genelkurmay’a gönderiyor. Ve o sırada... İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Zabıt Katibi Genelkurmay Adli Müşavirliği’ne telefon açarak:
Mehmet Baransu’nun bavulundan AKP’yi güç durumda bırakan MGK belgesi çıkınca savcılar göreve çağırıldı. Soruşturma başlatıldı. Oysa aynı Baransu’nun bavulundan çıkan sahte belgelerle 237 yüksek rütbeli subay bugün hapiste. Yıllarca o belgelerin sahteliği anlatıldı. İktidar hiç oralı olmadı. Nasıl vicdan bu? Soruya Prof. Emre Kongar’ın Cumhuriyet’teki yazısıyla ışık tutalım:
“Yalan söylememek, dürüst olmak, sahte belge imal etmemek, adil olmak, hukuka ve yasalara göre davranmak evrensel değerlerdir...
Vicdanı ve bilinci evrensel değerlere göre biçimlenmiş olan insanlar, hangi görevlerde olurlarsa olsunlar, önce bu değerlere bağlılıklarını sürdürürler...
Ayrıca güvenlik ve yargı görevlileri başta olmak üzere, her meslek sahibi açısından, bunların üzerine bir de ‘meslek ahlakı’ denilen değerler eklenir...
Ama bir insanın vicdanı özel bir alt kültüre göre biçimlenmişse...
Sadece belli bir ırktan, milliyetten, dinden, mezhepten, tarikattan, cemaatten veya cinsten olan insanların özel değerlerini benimsemişse...
Kendinden görmediği insanlara karşı hiçbir ahlaki, vicdani sorumluluk duymuyorsa...
Hrant Dink cinayetinde “Büyük Abi” diye adlandırılan Erhan Tuncel, AKP - Cemaat kavgasının da ortasına bomba gibi düşen açıklamalar yaptı. Cinayetle ilgili polis müdürleri Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer’i suçlayarak “Karşımızda polis yok cinayet şebekesi var” dedi.
Peki bu cinayet şebekesinin arkasında kimler var? Erhan Tuncel şebekenin arkasına ne AKP, ne Cemaati koymadıysa da iki polis müdürünün zevk için şebeke kurup cinayet işlemeyeceği muhakkak... Peki kim var arkada? Acaba mahkeme tetiğin arkasındakileri ortaya çıkarabilecek mi?
Yargının 6 yıldır başaramadığı şeyi bundan sonra başarabileceği kuşkulu... Ancak Erhan Tuncel’in ifşaatı başka ifşaatları tetikleyebilir, umulmadık gelişmeler olabilir.
Bu arada Erhan Tuncel’in ifadeleri “Hrant’ın arkadaşları” nı üzmüş olmalı...
Çünkü o ünvan altında toplanan liberal figürler cinayeti ilk günden beri Ergenekon diye bir belirsizliğin sırtına yüklemeye çalışıyordu... Hem aileyi hem yargıyı yanıltmaya çalıştılar. Şaşırtmaca vermek için kimi ilgisiz kişilere ödül bile verdiler. Dün de Erhan Tuncel’in açıklamalarını gazetelerinde görmezden geldiler. Nihat Genç bir yazısında: “Hrant’ın talihsizliği arkadaşları”
Başbakan geçen hafta grup konuşmasında şöyle demişti:
“Yeni anayasa hedefinden vazgeçmiş değiliz. Komisyondan sonuç çıkmasa da biz farklı yolları denemeye, Türkiye’nin ihtiyacı olan yeni anayasa için samimi şekilde çalışmaya devam edeceğiz.”
Biz bu konuyla ilgili yazımızı:
- AKP tek başına veya BDP gibi bir partiyi yanına alarak yeni anayasayı yapma çalışmalarını sürdürecektir, diye bitirmiştik
Nitekim BDP yeşil ışığı yaktı. BDP’nin önceki gün Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e gönderdiği mektup aynen şu satırlarla bitiyordu:
“Dört partinin uzlaşmasını esas almakla birlikte, belirli bir süreden sonra üç veya daha az sayıda partinin uzlaşmasını temel alan alternatif taslaklar hazırlayarak Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun çalışmalarını sürdürmesinin mümkün olabileceğini düşünüyoruz.”
Üçten daha az parti demek iki parti demek... Teklif özetle: Biz CHP ve MHP’yi dışarda bırakıp AKP ile uzlaşarak yeni Anayasa çalışmalarını sürdürebiliriz, diyor...