Futbolu bilmiyoruz.
Bilmediğimizi de bilmiyoruz.
Çağdaş futbol bizim sandığımızdan başka bir şey aslında.
FB - Glasgow maçını izledik. Ardından spor yorumlarını izledik.
Bizim futbolcuların teknik kapasitesi daha üstünmüş!
Takımlarımız daha kaliteliymiş.
Ama yenilgide yanlış kadro teşkili, antrenör hatası falan rol oynuyormuş.
Şunları göremiyor muyuz?
Genç bir aile... Biri 6, diğeri 8 yaşında okula yeni başlayan iki çocukları var... İstanbul’un Eyüpsultan semtinde yaşıyorlardı, Kırklareli’ne taşındılar. Bir yıldır oradalar. Kırklareli sakin, uygar şehir. Soruyoruz:
- Nasıl sevdiniz mi yeni şehrinizi?
- Evet karı koca biz çok memnunuz, dediler...
- Peki çocuklar?
- Onlar İstanbul’u istiyor...
- Neden?
- Burada AVM yok, diyorlar, eğlenecek yer olmadığı için sevmiyorlarmış...
Biz çocukken doğayı severdik... Şimdikiler AVM seviyor...
“Kırlardan Gelecekler” adlı kitap iki araştırmacı gazeteci tarafından derlenmiş tarım yazılarından oluşuyor. Hazırlayanlar, Özge Güneş ve İlkay Öz...
Türk tarımının dertleri, sorunları, tıkanma noktaları, gıdamıza yansımaları, beslenmemize etkileri... Kitap bu konulara yoğunlaşıyor.
Acaba 85 milyonun karnını doyuran ama kendi karnını doyuramayan çiftçi psikolojik olarak ne durumdadır? Yarınlara nasıl bakar?
Kitaptan okuyalım:
“Çiftçiler var olan ekonomik ve ekolojik kriz koşullarında son derece umutsuzlar. Geleceği göremiyorlar. Çocuklarına çiftçiliği önermiyorlar. Bu durum onlarda bir depresyon yaratıyor. Hasta olan ve hastalığının neden kaynaklandığını bilmeyen bir insan düşünün. Hastalığının nedenini ve bazı tedaviler ile iyi olacağını öğrenirse morali düzelir. Çiftçi de böyle. Bir gelecek görmesi gerekiyor. Görürse daha iyimser olur ve çabalarını arttırır. Şu anda tarım politikasını yönetenler hiçbir gelecek önermiyorlar. Ama muhalefet de ciddi bir gelecek vizyonu ortaya koymuyor.”
Çiftç
Abdullah Öcalan’ın “PKK’nın feshi ve silahların bırakılması” çağrısı hangi tartışmalarla sürecek?
Bu konuda iktidar ilk gün ortaya koyduğu çizgiden sapmıyor:
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve MHP Lideri Devlet Bahçeli gibi, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da, 1 Mart’ta gazetelerde yer alan demecinde aynı kesin tonda konuşuyor:
“Bir pazarlık süreci yok. Hukuk devleti pazarlık yapmaz. Ya silâh bırakacaklar ya silâhları ile gömülecekler.”
Peki örgütün feshi çalışmaları nasıl ilerleyecek?
Kandil’dekiler, Öcalan’ın açıklamasına uyacaklarını ifade ederken şu şartı koşuyor:
“Başarı için demokratik siyaset ve hukuki zeminin de uygun olması gerektiğinin altını çizmek istiyoruz… Parti kongresini toplamak için hazırız. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için uygun güvenlikli ortamın oluşması ve kongrenin başarısı için de Önder Apo’nun bizzat yönlendirmesi ve yürütmesi gerekir…”
Anlamı, Öcalan serbest kalsın, süreci o yönetsin.
Abdullah Öcalan’ın beklenen mesajı, terör yorgunu ülkemizde barışa susamışlığında etkisiyle olumlu yankılar yaptı.
Bu olumlu etki yanında pek çok soru işareti de yarattı.
Öcalan mesajına PKK’nın, yaratılan anti demokratik koşulların, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasının ve Cumhuriyet’in tek tipçi politikalarının ürünü olarak ortaya çıktığını anlattı. PKK örgütlerinin kongrelerini toplayıp, silahları bırakmasını ve kendini feshetmesini istedi.
Öcalan’ın koşulu şudur:
“Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı olabilecektir.”
Demokratik siyaset... Demokratik uzlaşma gibi deyimler sıkça geçiyor mesajda...
Bunların içi nasıl doldurulacak? Bekleyip göreceğiz.
YPG açıklama yaptı... ‘Bu çağrı bizi bağlamaz’ dedi...
Centilmenlik, mertlik, yiğitlik, dürüstlük, etik, ilke, hak, hukuk, adalet...
Takmayın kafanıza bunları!
Hiçbirinin hükmü kalmadı.
Yeni sloganımız:
“Maçı kazanalım da nasıl kazanırsak kazanalım!”
“Seçimi kazanalım da nasıl kazanırsak kazanalım!”
“Koltuğu ele geçirelim de nasıl geçirirsek geçirelim!”
“Parayı kazanalım da nasıl kazanırsak kazanalım...!”
Kıdemli okurumuz Sibel Hanım, 4,5 yaşındaki kızını çalıştığı fabrikaya götürmüş. Kendisi fabrikanın ofisinde çalışırken sevimli kızı da biraz etrafı dolaşmış, çalışanlarla sohbet etmiş, sonra bir köşede oturup kendi kendine vakit geçirmiş...
Okurumuz çocuğunun ne kadar mutlu olduğunu anlata anlata bitiremedi…
***
Türkiye’de pek bilinmez. ABD’de “Çocukları işe götürme” günü diye bir gün vardır. Her yıl 24 Nisan’da büyükler çocuklarını bir günlüğüne iş yerlerine götürür, onların görgülerini bilgilerini arttırmalarını, iş hayatıyla tanışmalarını sağlarlar. Bugün ABD’de 1992 yılında sadece kız çocukları için düşünülmüş. Sonraki yıllarda erkek çocukları da eklenmiş.
Bize sorarsanız böyle bir günün olması kız çocukları için daha önemli. Çünkü dünyanın çeşitli yörelerinde kız erkek ayrımcılığı belli derecelerde yine uygulanıyor. Kızlar ev işlerine yönlendirilirken meslek sahibi olmak ve
Kar yüzünden kimi seferler iptal. Kimi seferler rötarlı yapılıyor. Yolcular alanlarda saatlerce bekliyor. Rötar derken zihnimize Bankacı İbrahim Betil’in anılarından birkaç sayfa düşüyor. Sene 90’lar... Gülümseyerek aktarıyoruz:
“Adana - Mersin banka şubelerini ziyaretimden dönüyordum.
Adana’dan kalkacak İstanbul uçağı 22:15’te hareket edecekti.
Alana geldiğimizde uçağın kalkışına kırk beş dakika vardı.
Uçak daha havaalanına gelmemişti ama nedense tüm yolcuları polis kontrolünden geçirip içeri almışlardı.
İstanbul yolcularının tümü adeta balık istifi, ayakta uçağa girmeyi bekliyordu. Adana Bölge Müdürümüz bana:
“Yukarı çıkıp Nihat Restoran’da bir şeyler atıştıralım,” dediyse de ben zamanımız olmadığını söyleyecek oldum.
Israr ettiler, biz de yukarı çıktık. Kapıda bizi karşılayan şef garsona acelemiz olduğunu söyleyecek olduk ama genç garson: