<#comment>#comment>İstanbul Tabip Odası’nın düzenlediği "Savaş ve Çocuk" konulu toplantı geçen pazartesi yapıldı. Toplantıya, UNICEF’ten de bir konuşmacı davetliydi ama ne yazık ki katılan olmadı. İlk izahları: "ABD’nin, savaş konusunda görüş belirtmeyin, talimatı gereği; toplantıya konuşmacı yollayamadık." şeklindeydi. UNICEF’ten gelen ikinci açıklama ise zevahiri kurtarma yönündeydi: "Noel tatili nedeniyle ABD’ye giden temsilcimiz, toplantıya katılamamıştır."
Kendi onayınız olmadan kimsenin sizi küçük görmeyeceğini bilin.
E.Roosevelt Savaş olasılığı geldi kapımıza dayandı. Irak’ın üzerinde ilk Amerikan bombası patladığında, Türkiye’deki bütün oteller boşalacak. Öyle ya savaşın içindeki bir ülkede kim durur ki?
Burada ilk darbeyi otelciler, ardından turizmciler yiyecek. Sonra bütün ülke... Ama savaşa karşı çıkan kuruluşlar arasında turizmciler yok.
Önceki akşam Taksim’de 15 yürekli üniversite öğrencisi "Savaşa Hayır" diye bağırarak yürüdü. Polisimiz sanki "savaş başlamış" gibi önlem almıştı. Beş otobüs Çevik Kuvvet polisi Taksim’e savunma hattı oluşturmuştu. 100-150 arası Robocop giysili memur arasında bildirilerini okuyan gençler sessizce dağıldılar.
<#comment>#comment>Bülent Arınç’ın Hindistan gezisinden iki anekdot... Hindistan Dışişleri Bakanı’nın kabulünde Hintli garson, görüşmeyi izleyen Türk ve Hintli gazetecilere tek tek yanaşıp, çay mı yoksa kahve mi içersiniz, anlamında sormaya başladı:
-Tea or coffee?
Bizimkiler meşhur Hint çayını denemek istiyorlardı, bu yüzden çoğunun yanıtı;
-Tea, please... oldu.
Soruya Hintli gazetecilerden;
-Çay, please, yanıtı gelince bizimkiler bunu Türk konuklara yapılmış bir jest zannederek sevindiler önce... Sonra öğrendiler ki, ortada yapılan bir jest yokmuş; meğerse Hintliler de "çay"a bizim gibi, çay diyorlarmış.
<#comment>#comment>ABD’nin Irak saldırısına karşı insanlar dünyanın dört bir yanında protesto pankartlarıyla ayaklanıyor. Türk halkı ise ayakta uyuyor. Veya uyutuluyor. Sedat Ergin dün Hürriyet’te, AKP Hükümeti’nin Türkiye’ye ait üslerde keşif yapmak isteyen Amerika’ya bu izni sessiz sedasız verdiğini yazıyordu.
ABD’nin yaptığı savaş hazırlıkları Güvenlik Konseyi’nin ve NATO’nun onayına dayanmayan bir saldırının hazırlıkları... Türkiye, dünyanın görülmemiş katılımla lanetlediği haksız bir savaşa sürükleniyor...
Önceki gece yarısı CNN Türk haberleri arasına acil bir haber sıkıştırıldı.
ABD Büyükelçisi Pearson, Esenboğa Havaalanı’na gelerek İstanbul’a uçmak üzere olan Tayyip Erdoğan’a (içeriği meçhul) acil bir mesaj iletmişti.
ABD Büyükelçisinin muhatabı Dışişleri Bakanlığı’dır. Ancak Washington Türkiye’nin resmi organlarını atlayarak, isteklerini hiçbir resmi görevi ve sorumluluğu olmayan Tayyip Erdoğan’la yürütüyor. Türkiye adına hayati kararlar devletin dışında alınıyor.
Okurumuz matematik öğretmeni Bilgin Canpolat, notunda bize soruyor:
<#comment>#comment>Araştırmacı iktisatçı dostumuz Mustafa Sönmez hükümetin hazırladığı Vergi Affı’nı incelemiş... Vardığı sonuç:
"Bu aftan en çok vergi borcu olan kumarhane sahipleri, Jet Pa ve Sabah Grubu yararlanacak."
Mustafa Sönmez diyor ki:
- Vergi affı, borç takmış büyük kuruluşlar için yapılıyor. Sadece İstanbul’da 22 özel firmanın 1 katrilyon TL borcu var.
Bu miktarın üçte biri iki kumarhane sahibine ait...
Aftan yararlanacak Jet Pa’nın 16 trilyon TL, Fadıl Akgündüz’ün de 15 trilyon TL borcu var.
<#comment>#comment>Televizyon kanalları gibi radyo kanalları üzerinde de reyting ölçümleri yapılıyor. Reklam veren firmalar bu ölçümlere önem veriyor. Ne var ki radyolara, TV’lere takılan "peoplemetre" takılmadığı için reytingler bazı araştırma şirketleri tarafından anketler yoluyla tespit ediliyor. Ancak anketler yasa gereğince yalnızca sokakta yapıldığından en önemli dinleme yerleri olan ev, işyeri ve otomobiller doğrudan devre dışı kalıyor.
Cem Radyo’nun Genel Müdürü Fuat Uğur diyor ki:
- Araştırma sonuçları bizleri Türkiye’de değil "İngiltere ya da Amerika’da yaşıyoruz" diye düşündürtüyor. Çünkü ilk 10’a giren radyoların en az 5 ya da 6’sı yabancı müzik yayını yapıyor. Oysa Türkiye’nin gerçeği böyle değil... Türkiye’de halkın yüzde 60’a yakını Türk Halk Müziği dinliyor. Beyoğlu’nda eğlence merkezlerinin yüzde 85’i türkü bar. Aksi olsaydı yüzde 85’i jazz bar ya da diskotek, clup olurdu. Bizim radyomuz internette Yayınonline’dan yayın yapan 50 radyo arasında en çok dinlenen 5. radyo. Ama araştırma şirketlerine para ödemeyi reddettiği için 19-25 arasından bir türlü kurtulamıyor.
Fuat Uğur "Bu tuhaf sistem bir an önce değişmeli" diyor...
Ölür ölmez unutulmak
<#comment>#comment>Siyasette kıvırtma seanslarının başlaması üzerine Suat Özkaplan dostumuz "örnek olaylar" göndermiş...
Bir süpermarkette müşteri yarım kivi satın almak istiyor.
Tezgâhtar bunun mümkün olmadığını söylüyor. Kavga çıkıyor. Tezgâhtar koşa koşa müdüre çıkıyor:
- Efendim, hayvanın biri yarım kivi almak istiyor, der demez şöyle bir arkasına dönünce ne görsün? Müşteri birlikte gelmiş, ensesinde duruyor... Tezgâhtar hemen müşteriyi işaret ediyor:
- Bu beyefendi de diğer yarısını almak istiyor, efendim...
Müdür bir saat sonra tezgâhtarı çağırtıyor:
<#comment>#comment>ABD başkanlarını ziyarete giden yabancı devlet adamlarının tümünün bülbül gibi İngilizce konuşması söz konusu değil. Bazen hiç İngilizce bilmeyen de "Hello", "How are you?", "Next year" gibi birkaç sözcük ezberleyerek gidiyor... Ki hepten ayıp olmasın...
Japon Başbakanı Mori, birkaç yıl önce Başkan Clinton’la görüşmeye giderken danışmanları ona birkaç sözcük öğretmişler.
- Başkan Clinton’un elini sıkarken "Nasılsınız?" anlamına gelen "How are you?" sorusunu soracaksınız. O size "İyiyim, ya siz?" anlamında "I am fine, and you?" diyecektir. Siz de o zaman "Ben de" anlamına gelen "Me too" diyeceksiniz.... Sonra çevirmenler devreye girecekler ve görüşmenizi onların aracılığıyla sürdüreceksiniz...
Başbakan Mori, Beyaz Saray’da Clinton tarafından karşılandığında kendisine öğretildiği gibi "How are you?" diyecekken küçük bir yanlışlık yapmış ve "Who are you" yani "Kimsiniz" diye sormuş...
Başkan Clinton bu espriye çok gülmüş ve karşı espri olarak:
- Doğruyu söylemek gerekirse ben Hillary’nin eşiyim, demiş...
<#comment>#comment>Abdullah Gül, Kayseri’de "Kopenhag kararlarından memnun olduklarını, ancak taktik icabı hoşnutsuz göründüklerini" açıkladı... Vatandaş Naci Bey dün bu açıklamayla ilgili kimi meraklarını iletti....
- Öncelikle merak ettiğim konu şu: Sayın Başbakanımız Kopenhag kararlarından gerçekten mi memnun yoksa bu da taktik icabı söylenmiş bir laf mı?
Başbakan üç gün sonra AB temsilcileriyle yeniden yüzyüze gelecek. Pazarlıkta zorlanıp yüzünü astığında karşısındaki "numara yapıyor aslında memnun" diye düşünmeyecek mi?
Başbakan iç kamuoyunu uyutmak adına dış pazarlık gücünü yitirmiş olmuyor mu?
Ayrıca bu kadarla memnun olmuşsa 2004’te Avrupalı neden fazlasını versin?
Naci Bey bunları söyledikten sonra ekledi: