Notlar, potlar

24 Eylül 2000


       Haftanın flaş olayı Ermeni Soykırım Tasarısı'nın ABD Temsilciler Meclisi Alt Komitesi'nde kabulüydü... Tasarının durdurulması için Türkiye'nin güçlü bir tepki ortaya koyması gerekiyor. Dünkü Milliyet'in baş sayfasında gördünüz. Ermeni yurttaşlarımız ABD Kongresi'ne karşı net ve kesin tavır koyuyorlar. Patrik üç ayrı mesaj yayınladı. Bizim çok milliyetçi, çok vatansever parti ve devlet adamlarından ne bir ses ne bir nefes... Milliyetçiliğin de bir sınırı var tabii.. Neresi mi? ABD sınırının başladığı yer...
       ***
       Marmara fayı tek parça halinde kırılacakmış. Kaderimizde 7 ile 7.6 arasında sallanmak varmış.. 8.6 da olsa farketmez. Biz rahatız. Geçenlerde apartman toplantısı yaptık. Kimse bina kontrolü için daire başı 70 milyon lira vermeye yanaşmadı. (Çatı tamiri için veriyorlar...) Hükümet de insanları kurtarmak için önlem almıyor. Bize de paşa paşa Azrail'i beklemekten başka çare kalmıyor.
       ***
       CHP Genel Başkan

Yazının Devamı

Yaşam beklemiyor

23 Eylül 2000


Dünkü fıkramız, yaşlı bir çiftin yıllardır uzak kaldıkları çocuklarını görebilmek için başvurduğu hinliğe dairdi... Başka şehirlerde yaşayan çocuklara "Ayrılıyoruz!" diye mektup yazıyorlar...
"Aman ha! Hemen geliyoruz, biz gelmeden karar vermeyin!" yanıtıyla "plan" başarıya ulaşıyor...
Benzer bir başka hikayeyi; Marcello Mastroanni'nin o enfes "Herkesin Keyfi Yerinde" filmini de dün anımsadık...
Yaşlı Marcello, yıllardır görmediği çocuklarına sürpriz yapmaya karar verir günün birinde.. Trene atlar; her biri ayrı şehirde yaşayan çocukları ziyaret için yola koyulur.. Sürpriz olacak ya.. Yola çıktığını önceden hiçbirine bildirmez...
Sonra ne mi olur... Biri manken, biri politikacı, biri davulcu, biri santral memuru, biri mühendis; beş koca "bebek", babalarını yıllar sonra karşılarında bulunca ne yapacaklarını şaşırır... Aslında her birinin hazin öyküleri vardır.. Ama belli etmemeye çalışır; "keyifler yerindeymiş" gibi yaparlar.. Bu oyun çok sürmeden yaşlı Marcello acı gerçeği görür.. Çocuklar babalarını üzmemek için kendi mutsuzluklarını gizlemeye çalışmış, becerememişlerdir...
Yaşlı Marcello yıkılır.. Sicilya'ya

Yazının Devamı

Özürlü icraat...

22 Eylül 2000


       Beşiktaş Belediyesi Fulya Parkı'nda sağa sola tabelalar asmış... Yoldan gelip geçen yayaları ve araçları uyarıyor: "Dikkat! Özürlü çıkabilir!"
       Sanırsınız ki... Parkta yoğun özürlü trafiği mevcut ve saniye başı bir özürlü vatandaş tekerlekli sandalyeyle parktan aşağı kaptırmış geliyor!..
       Oysa ne mümkün!.. Özürlü vatandaş bunu istese de yapamaz... "Uyarıcı" tabelaların yanıbaşındaki merdivenlere bakıyoruz... Tekerlekli sandalye inişini kolaylaştıracak türde merdivene hiç benzemiyorlar! Basamak yükseklikleri en az 25 santim... Üstelik caddeye değil, yaya kaldırımına iniyorlar. Yaya kaldırımı da caddeden 2 karış yükseklikte.. Yani öyle bir yer ki, özürlü vatandaşın tekerlekli sandalyeyle gezinmesi zaten mümkün değil..
       Eeee, o zaman bu "uyarı"nın anlamı?..
       Hiiiç... Dostlar alışverişte görsün; "Özürlüler için ne gibi çalışmalar yaptınız?" diye soran olursa da gösterecek bir "icraat" olsun...

Yazının Devamı

Kaleiçi'nden not...

21 Eylül 2000


       Antalya'ya panele gelen bir yabancının "Burada kilise var mı?" sorusuna bir gazeteci arkadaşımızın evet yanıtı veremediğini yazmıştık.
       Antalya Aziz Pavlus Kültür Merkezi Müdür Vekili Nimet Yıldırım geçtiği notta "Antalya'da yalnızca yabancılar için değil aynı zamanda Hıristiyan Türkler için de kilise mevcut" diyor ve ekliyor:
       "Antalya Uluslararası Kilisesi toplantılarını genellikle İngilizce yapar, ağırlıklı olarak yabancılara hitap eder. Antalya İncil Kilisesi ise Türkçe toplantılarıyla yerel inanlılara hizmet veriyor. Her iki kilise de Kaleiçi'nde, Aziz Pavlus Kültür Merkezi'nde yer almaktadır..."

Saray'da temizlik
       Topkapı Sarayı'nda 2,5 yıldır "temizlik" vardı, bitti... Temizliği yapan Cif firması, Kültür Bakanlığı Restorasyon Laboratuarı uzmanları denetiminde Saray'ın tozunu aldı, etrafı ak pak etti.
       Bu arada sürpriz buluntularla da karşılaşıldı...

Yazının Devamı

Coplu demokrasi

20 Eylül 2000


       Suçları genelde "basın bildirisi okumak" oluyor. Kimi F tipi cezaevlerini protesto etmek isteyen mahkum yakını... Kimi hak arayan işçi veya memur... Kimi öğrenci... Cezaları ise polis tarafından tartaklanarak, dövülerek, saçlarından sürüklenerek gözaltına götürülmek...
       Bir yandan Mesut Yılmaz gibi isimler AB'ye girmekten söz ediyor.. Bir yandan Mesut Yılmaz'ın partisinin İçişleri Bakanı dünya televizyonlarına "Bizde demokratik tahammül, toplumsal saygı, insana verilen değer bu düzeydedir" mesajı yolluyor. Yılları protokol görevlerinde geçmiş... Dış dünyayı çok iyi tanıyan bir değerli yazar... İzzet Sedes Akşam'da bakınız ne diyor bu konuda:
       "...Biliyor musunuz, bizi ve uygulamaya çalıştığımız "suigeneris" (kendimize özgü) demokrasi rejimimizi dünyada en çok güç duruma düşüren nedir? Polisimizin, izinsiz gösterileri rastgele cop kullanarak, karşısında kim olursa olsun, kadın ya da erkek, profesör, hoca, öğrenci, işçi ya da başkalarını kıyasıya döverek önlemeye çalışması. Bu sahneler, dünyada TV'lerin ekranlarında görüldükçe ve fotoğraflar gazetelerde

Yazının Devamı

Senfonik başarı...

19 Eylül 2000


       Londra'daki bir arkadaşımızdan gelen kısa notu birlikte okuyalım:
       "...Dün gece Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın konserine gittim. Royal Festival Hall'de çaldılar. Sadece bir geceliğine gelmişler Londra'ya... Mükemmeldi, bütün salon ayakta alkışladı defalarca. Gerçi salonun çoğunluğu Türktü. Ama İngilizler de alkışta bizimkilerden aşağı kalmadı. Şef Cem Mansur harikaydı. Ulvi Cemal Erkin, Wagner ve Beethoven çaldılar. İngilizler Ulvi Cemal Erkin'i çok beğendi.
       Futbol maçlarına onlarca muhabir gönderiyoruz. Böylesi başarıları ise ancak bir arkadaşımız not geçerse tesadüfen öğreniyoruz. Bilvesile kutluyoruz senfoni orkestramızı...

Hoca'nın demokratları
      Necmettin Erbakan kendine yakın bulduğu gazetecileri geçen hafta sonu Hidiv Köşkü'nde topladı. Onları "demokrat gazeteciler" diye niteleyerek demokratik görevlerini anımsattı. Bu görev 312'yi değiştirmek ve Hoca'yı hapisten kurtarmak olacaktı. Malum demokrasi demek Hoca'nın sıkıntılarına çözüm bulmak demekti. Ne var ki son zamanlarda köprülerin altından kimi sular

Yazının Devamı

Notlar, potlar

17 Eylül 2000


       Geçtiğimiz haftanın kahramanı Necmettin Hoca bu defa Dr. Kimble rolündeydi.. Kaçaaaar, kaçaaar, kaçaaar... Sonunda ailece Swissotel'in kral dairesinde bulundular. Güle güle otursunlar. Otursunlar da.. Hoca'nın bir numaralı destekçisi olan Milli Gazete iki günün biri bu otellerde domuz eti ile dana etinin aynı bıçakla kesildiğini, aynı kapta pişirildiğini yazar. Ve müminleri lüks otel sefasından caydırmaya çalışır. Hoca o yazıları hiç okumuyor mu? Diye merak etmez misiniz?
       xxx
       İthal otomobillerde kuyruk varmış. Mercedes C modeline sıraya girenler 6 ay bekliyormuş. Peugeot'da 3 ay, VW'de 2 ay bekleniyormuş. Herkes dar ve sabit gelirlinin küçük dertleriyle meşgul olduğu için bu insanların bu bekleyişler sırasında nasıl acılar çektiğini kimse bilmiyor. Kimse ilgilenmiyor.
       Sadede gelirsek... Komünist dönemde Sovyetler Birliği'nde bir işçi otomobil almış. Parasını yatırmış. Arabaya ne zaman kavuşacağını sormuş:
      - 10 yıl sonra, demiş memur..
 &nbs

Yazının Devamı

Tiyatro ve tiyatro

16 Eylül 2000


İki yıl önce... Ali Poyrazoğlu Eskişehir'de "Eski Çamlar Bardak Oldu" adlı oyunu oynayacaktı. Biletleri satıp paraları toplayan kişi ortadan kayboldu. Ali Poyrazoğlu parasını alamayınca oyunu oynamadan İstanbul'a döndü. Bilet sahiplerinden bazıları vatandaşlık görevini yerine getirdiler. Paraları toplayıp tüyen sahtekar hakkında suç duyurusu yaptılar. Mahkeme iki yıldır sürüyor. Dün yine duruşması vardı. Davacılardan Fatma Doğan Hanım geçtiği notta dedi ki:
- Aradan iki yıl geçmesine rağmen suçlu elini kolunu sallayarak ortalarda dolaşıyor. Herhalde dolandırıcılığa devam ediyor. Özel tiyatrolar biraz da onun yüzünden artık Eskişehir'e uğramıyor. Bu sabah (dün) birkaç arkadaş duruşmaya gittik. Yarım gün bekledik. Yargıç davaya bakmadı. Üstelik orada beklerken adeta suçlu muamelesi gördük. Acaba vatandaşlık görevini yapmak da mı kabahat bu ülkede?

Kafalar ve sesler
Profesör Ömer Kürkçüoğlu dostumuz Siyasal Bilgiler Fakültesi 1964 girişliler arasında her zaman birinciydi. Hem giriş sınavlarında hem okul yılları içinde hem de belki mezuniyette... Kürkçüoğlu dün kendine yakışır birinci sınıf bir espri yollamış...
CHP ile DSP'nin farkına

Yazının Devamı