Boston Flarmoni Orkestrası'nın ünlü şefi Benjamin Zander, "orkestrasını almadan" İstanbul'a geldi ve Lütfü Kırdar Kongre Merkezi'nde piyano başında "müzikli" bir konferans verdi. Parlak müzik kariyerinin yanında "liderlik" ve "yönetim" konularında felsefi derinlikler içeren fikirleriyle de tanınan Zander, vakit buldukça dünyayı gezip şirket yöneticilerine konferanslar veriyor. Zander'in "hayata dair" küçük derslerinden bir bölüm aktaralım:
...Boston'da ders verdiğim okulda 45 öğrencim var. Çok yetenekli gençler. Güzel de çalıyorlar. Ama çalarken gerginlikleri yüzlerinden okunuyor: "Daha iyi olabilecek miyim", "Başkaları benden daha mı iyi acaba?" "Ya beğenmezlerse!."
...Çünkü bizim kültürümüzde herşey "başarı"ya endekslenmiş. İlkokulda bir koro düşünün: Çocuklardan biri beceremiyor şarkı söylemeyi... Öğretmen gelip kulağına fısıldıyor:
- Dudaklarını kıpırdatıp söyler gibi yap, ama sakın sesini çıkarma!
"Lider"e yakışır öğüt değildir bu... Muhtemelen o çocuğu yaşamın arka sıralarına itecektir. Lider, çevresindekilerin kapasitelerine inanan, bunları açığa çıkarıp geliştirmenin yollarını arayan kişidir.
Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin farklı bölümlerinde okuyan 100 genç, "ülke gerçeğini" gidip yerinde görmek amacıyla bugün "Şark Ekspresi"yle Güneydoğu'ya hareket ediyor... Geziyi düzenleyen ODTÜ İletişim Topluluğu'nun Başkanı Yıldıray Oğur, "Geleceğin Türkiyesi, Türkiye'nin Geleceğine Gidiyor!" başlıklı etkinlik hakkında şu bilgileri verdi:
- 36 milyonluk seçmen kitlesinin 20 milyonu "genç" olan bir ülkede, "genç" nüfusun en bilinçli kesimi olan üniversite gençliğini olumlu yönde kullanamıyoruz ne yazık ki.. Üniversitelinin potansiyeli şimdiye dek hep marjinal hareketlerde sınandı. Üniversite merkezli terör girdabına düşen Türkiye, altın değerinde yıllar kaybetti. Bizim amacımız bu süreci tersine işletmek... Sesleri çok çıksa da sayıları aslında çok az olan aşırı uçları bir kenara bırakırsak üniversite gençliğinin büyük çoğunluğu ortak beklentilere sahip: İyi bir yaşam, toplumsal barış, sağlıklı iletişim, dürüst siyaset, temiz toplum.. Önemli olan; ortak paydaları öne çıkarıp o yönde (ve bir arada) çalışma ortamını sağlamak.. "Şark Ekspresi" projemiz bu yönde atılmış bir ilk adım...
- Neden ilk durak Güneydoğu?
- Ülkemizi 30
Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a çıktığında ülkenin manzarası tek kelimeyle umutsuzdur. Padişah tahtını koruyabilmek için işgalcilerle işbirliğine yönelmiş, ordunun silahları elinden alınmış, İstanbul, İzmir ve Güney illeri işgale uğramış... Halkın çoğunluğu aynı zamanda halife olan Padişah Efendi'nin hainliğinden habersiz. Din ve gelenek bağlarıyla onun peşinden sürükleniyor. Okumuş yazmış kesim İngiltere ve Fransa'yı karşımıza almayalım havasında. Saldırgan devletler bundan aldıkları cesaretle Anadolu'yu paylaşma planları yapıyor.
Mustafa Kemal Samsun'a, kurtuluş umutlarının böylesine karardığı bir günde ayak basarken ne düşündüğünü şöyle anlatır:
"Bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak.
Gerisini Büyük Nutuk'tan okuyalım:
"Bir an için bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Tutsaklık...
Peki efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak mıydı?
19 Mayıs coşkusuyla her yaştan "genç"lerin bayramını kutlarken Uygur Kocabaşoğlu'nun "İki Arada Bir Derede" adlı kitabına; bugünün nasıl "bayram" olduğuna dair ilginç notlara bir göz atalım...
Oradan öğreniyoruz ki... 27/5/1935'te kabul edilen "Ulusal Bayram ve Tatiller Hakkında Kanun"un belirlediği bayramlar hiyerarşisi içinde Gençlik ve Spor Bayramı'na yer verilmemiş. Oysa... Atatürk'ün milli mücadeleyi başlatmak için Anadolu'ya ayak basış tarihi olan 19 Mayıs, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Samsun'da "Gazi Günü" adı altında kutlanıyor. 1930'larda kutlamalar giderek yurda yayılmış. (Ama resmiyet kazanmış değil hala.) 1937 yılı 19 Mayıs'ında yayımlanan bir gazete haberini okuyalım:
"19 Mayıs milli tarihin ilk sahifesidir. Büyük halaskar o gün anavatana ayak bastı. (..) Türk milletinin gençleşmesinin sembolü olan 19 Mayıs, en isabetli bir karar olarak gençliğin spor bayramı olmakla beraber bu seneden itibaren bütün millete mal edilmiş bir bayram mahiyeti almaktadır."
Anlaşılıyor ki, "çok kapsamlı" kutlamalara 1937'den itibaren başlanmış. Kocabaşoğlu'nun notlarından okuyoruz:
"İki yıl önce çıkarılan yasada
Askeri havaalanlarımızı NATO uçaklarının kullanımına sunduktan bir adım sonra... Savaş uçaklarımızın da "ateş hattı"nda göreve çağrıldığını öğreniyoruz. Gelişmeler üzerine Sivil Toplum Kuruluşları Birliği Başkanı Prof. Bülent Berkarda, bütünüyle paylaştığımız kaygılarını dün şöyle dile getirdi:
"Giderek tırmandırılan savaş kışkırtıcılığından; halkımızı ve ordumuzu sonu bilinmez bir maceraya sürükleme girişimlerinden kuşku duymaktayız. Avrupa'nın ortasında yaşanan insanlık dramının sonuçlandırılmasına katkı sağlayabilecek her türlü insani girişimden yanayız. Ancak bu görüntü altında, sonu belirsiz uluslararası senaryolara alet olmayalım.
Yaşamını sosyalizm mücadelesine adamış eski tüfeklerden biri daha sonsuzluğa göçtü... 81 yaşında yaşama veda eden sendikacı - yazar Zihni Anadol, Feriköy Mezarlığı'nda toprağa verildi önceki gün...
Sekizde biri hapislerde geçmiş çileli ömrünün hiçbir döneminde "insanın insanca yaşayacağı günler" hayalini yitirmemiş bu ihtiyar delikanlıyı saygı ve rahmetle anarken sözü oğlu Kemal Anadol'a bırakalım:
- Yıl 1953 ya da 54... Ortaokul öğrencisiyim. Sınıf arkadaşlarımın bana karşı tavrı bir gün aniden değişti. Kimse konuşmuyor; vebalı gibi bakıyorlar. Meraktan çatlayacağım. Bir arkadaşıma sordum:
"Yahu n'oldu? Niye konuşmuyorlar benle?.."
"Bir Cumhuriyet gazetesi al" dedi arkadaşım usulca.
Gidip aldım. Birinci sayfada saçı sakalı birbirine karışmış 10 - 15 genç adamın vesikalık resimleri var. "Büyük Komünist Tevkifatı" başlığı altındaki fotoğrafları dikkatle inceleyince ne göreyim; içlerinden biri de babam... Arkadaşlarım o yüzden konuşmuyormuş benimle. Yıllar sonra aklım erdiğinde "Neydi o?" diye sormuştum babama... Meğer Amerikan Dışişleri Bakanı John Foster Douglas Türkiye'ye gelecekmiş o günlerde. Sırf "
Dış dünyada tanıtım eksikliğinden, kendimizi yeterince anlatamadığımızdan yakınır dururuz. Peki tanıtım fırsatlarını nasıl kullanırız? İşte örneği...
Emekli Büyükelçi Tevfik Ünaydın, Cumhuriyet'teki yazısında, en şaşaalı "tanıtım" etkinliğimiz sayılan New York'taki "Türk Günü Yürüyüşü"nden bahisle bakınız neler anlatıyor:
"Her yıl Mayıs ayında düzenlenen `Türk Günü Yürüyüşü', 1980 yılında özellikle New York'ta bulunan 20'yi aşkın dernek arasındaki oldukça gevşek olan bağları sıklaştırmak, Amerika'daki Türklerin birlik ve dayanışma duygularını güçlendirmek için (sadece ABD'deki Türklere yönelik bir etkinlik olarak) başlatılmıştır. Etkinliğin Türkiye'nin tanıtılması gibi bir amacı yoktur. Ancak sonraları amacı saptırılmış ve `yürüyüş' Türkiye'nin Amerika'da tanıtılmasına yönelik bir etkinlik haline dönüşmüştür..."
Emekli Büyükelçi Ünaydın, bu vesileyle New York'a gönderilen mehter takımlarından, TBMM'den "kura" yöntemiyle seçilip gönderilen milletvekillerinden, 1991'de Cumhurbaşkanı Özal'ın programa alınmış olmasına rağmen "güvenlik gerekçesiyle" gerçekleşemeyen katılımından da söz ederek devam ediyor:
"...Bu `yürüyüş'
MHP'nin geçmişe göre ne kadar değiştiği, ne kadar değişmediği merak ediliyor. Bu yüzden MHP sözcülerine sık sık 12 Eylül öncesi ile ilgili düşünceleri soruluyor. Örnek olarak Abdullah Çatlı'nın adı gündeme getiriliyor. Bu sorular karşısında MHP'li yetkililerin tavrı değişmiyor: 12 Eylül öncesine ilişkin bir özeleştiri yapmayı gereksiz görüyorlar. Abdullah Çatlı'dan söz edildiğinde, onun 12 Eylül sonrasındaki faaliyetlerine olmasa da 12 Eylül öncesi kimliğine sahip çıkıyorlar.
Bu tavır, Parti'nin daha önceki Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in ölümüne yakın yıllarda aldığı tavırdan farklı... Alparslan Türkeş, partisini, 12 Eylül öncesinin kimi görüntülerinden ayırmaya çalışıyordu son dönemde... Ölümüne yakın aylarda Kanal 7'de Zahit Akman'la yaptığı bir röportajda bu konuda çok açık mesajlar vermişti. Bakınız 15 Ocak 1977'de Kanal 7'de yayınlanan röportajda neler söylüyor Türkeş:(Banttan aynen alınmıştır)Zahit Akman: "Devletin 12 Eylül öncesinde bazı kişileri kullandığı... Özellikle ülkücü kesimden Abdullah Çatlı'nın MİT tarafından kullanıldığı iddiaları konusunda ne düşünüyorsunuz?"Alparslan Türkeş: "Bu mesele,