İstanbul Üniversitesi İktisat Mezunları Vakfı’nın yaptığı “Ekonomik Krizin Toplumsal Etkileri İstanbul Araştırması” hayli çarpıcı sonuçlar sergiliyor...
İşsizlik konusunda diyor ki araştırma:
“Dünyanın en yüksek işsizlik oranı Güney Afrika’dadır... Çünkü bu ülkede iç siyasi kargaşa sermayenin kaçmasına neden oldu. Bugün de siyasi belirsizlik devam ediyor. İkinci sırada yüzde 13.7 işsizlik oranı ile Hırvatistan... Üçüncü sırada da yüzde 13.6 işsizlik oranı ile Türkiye var.
Aslında Türkiye’de gerçek işsizlik daha yüksektir. Çünkü Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Aralık 2008 ayı için ilan ettiği işsiz sayısı 3 milyon 274 bindir... Ancak işsiz olduğu halde çeşitli nedenlerle ve iş umudu kaybolduğu için iş aramayan 2 milyon 298 bin işsiz daha var.
Bu şartlarda Türkiye’nin 2008 Aralık ayında toplam işsiz sayısı 5 milyon 572 bindir. Oranlarsak, işsizlik oranı yüzde 20’yi geçiyor.
* * *
Bunca işsize nasıl iş bulunacak? İktidar partisi ülkedeki kriz tablosunun bile farkında değil, nerede çözüm bulacak. Ülkenin iş alanları olan devlet kuruluşları babalar, hatta ak babalar gibi satıldı. Bunları satın alanlar işçi sayısını azalttı. Birçoğu kelepir fiyata satın aldığı devlet kuruluşunu kapatıp arsasının üzerine alışveriş merkezi yaptı... Yabancı sermaye şavullediği kârı alıp götürüyor. Burada yatırıma ayırmıyor. Haliyle... İktidarın da işsizleri sadakaya bağlamak dışında bir çözümü gözlenmiyor... Gelinen nokta burası...
Bugün yaşanan ekonomik kriz sırf “Ekonomide istikrar sürsün” diye AKP’ye oy
verenlere Tanrı katından bir uyarı olabilir mi?
Allah bilir...
Haldun Ertem
Sihir...
Kürt sorunu ve Kuzey Irak’la ilişkilerin, sihirli el değmişçesine, çözümlenme yoluna girdiği konusunda ortak bir görüş var. Bu yolda umutlu bir sona ilerliyorsak elbette buna sevinmeyecek kimse olamaz. Peki ama yıllar yılı hem ülkeye hem Kürtlere kan kusturan sorun nasıl oldu da birden umutlu bir çözüm yoluna girdi?
Bu konuda görüşler muhtelif ...
Acaba Irak’tan çekilme sürecini başlatan ABD, Irak Kürtlerini Türkiye himayesine verme operasyonunu başlatmış olmasın? Kürtlerin yakın gelecekte Sünni ve Şiilerin şerrine karşı ABD’nin yerini tutacak bir fedaiye ihtiyaçları olacak. O biz olmayalım... Bu yeni konum başımıza yeni dertler açacak olmasın...
Medya engizisyonu...
İkinci iddianame de açıklandı. Yargılama 4 ay sonra başlayacak. Fakat medyamız bu açığı kapatacak, yargılamayı hayırlısıyla hemen bugünden başlatacaktır!
Tabii “hukuku” anımsatanları da Ergenekoncu diye damgalamayı ihmal etmeden!
Altan Öymen, Radikal’de “Evvelden komünist damgası vardı” diye başladığı enfes yazısında günümüzde yaşanan ve yaşatılan medya faşizminin çok net bir fotoğrafını çekiyor:
“Eskiden, işçi haklarından, emeğin üstünlüğünden, gelir dağılımı adaletinden söz ettiniz mi, ‘Komünist’ diye damgalanırdınız.
Şimdi de, hukukun temel ilkelerinden, ‘şüpheli’nin, ‘sanık’ın haklarından, soruşturmanın ve gözaltına almanın kurallarından söz ettiniz mi, gelsin ‘darbe yandaşı’ lafları...
* * *
O laflardan kurtulmanın tek çaresi var: Soruşturmayla ilgili her ‘tutuklama’yı alkışlayacaksınız. Her ‘serbest bırakma’ kararını yuhalayacaksınız...
Yaşlıların, hastaların, muayene edilmesine, hastaneye kaldırılmasına karşı çıkacaksınız. Ölmeleri ihtimali olsa bile, hapishanede kalmalarını isteyeceksiniz.
Gene de hastaneye kaldırılmış olan varsa, eşinin özel telefonlarının dinlenmesini destekleyip, onu yeniden hapishaneye sokmanın yollarını arayacaksınız.
Ayrıca, hapishanede de, tüm sanıkların tek tek hücrelere sokulması gerektiğini savunacaksınız. Başkalarıyla beraber kalırlarsa savunmaları için birbirlerine yardım etmeleri ihtimali olduğunu söyleyeceksiniz. Bunun önlenmesi için tek kişilik hücre usulünü önereceksiniz....
Ki, ‘demokrat’ olduğunuzu, her türlü ‘darbeye karşı ’ olduğunuzu kanıtlayabilesiniz...
Yoksa, ‘Ergenekon’u sulandırma’, ‘darbecileri destekleme’, ‘demokrat olmama’, ‘darbeden menfaat bekleme’ gibi suçlamalara hazır olun...
* * *
Bu anlayışın örneklerine bazı gazetelerde hemen her gün rastlayabilirsiniz.
Hukuk, kanun, kural, savunma hakkı, TCK, CMK... Hepsi onlar için ‘ayrıntı’dır.
Onlar için esas olan, gazetelere yansıyan, (iddianamede yer alıp almayacakları daha sonra belli olacak olan) iddiaların doğru olduğu varsayımıdır.”
Kimlik
Okurumuz M. Bamsı Tür Akdeniz Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. Önceki gün posta kutusunda bir zarf bulmuş. Açmış, içinden çıkan kâğıtta, adı, soyadı, vatandaşlık numarası ve hangi sandıkta oy kullanacağı yazıyormuş. Bunu Antalya İl Seçim Kurulu ya da bağlı bulunduğu muhtarlığın bir hizmeti diye düşünerek sevinmiş. Ancak kâğıdın arka yüzünü çevirdiğinde sevincin yerini öfke ve kuşku almış. Çünkü ikinci yüzde Tayyip Erdoğan’ın elle yazıp daha sonra çoğaltıldığı anlaşılan ve Antalya’da AKP’li adaylara oy isteyen yazısı yer alıyormuş. Okurumuz gönderdiği nokta; kimlik numarası kişiye ait özel bir bilgi değil midir? Bu bilgiyi elinde bulunduran kurumların bunu bir siyasi parti ile paylaşmaya hakkı var mıdır? Bundan da öte, bu numara üzerinden benim sandık numaramın bir siyasi parti tarafından takip edilip bulunmasının anlamı nedir, diye soruyor.
Sorulara yanıt verebilecek bir yetkili var mıdır? Varsa yanıtını bekliyoruz.
Kadir Topbaş, “Görev yaptığım süre içinde asla bilerek kimseye bir şey yedirmedim” demiş.
Bilmeyerek yedirmiş olduğunu biliyor gibi bir izlenim veriyor...
A. Nedim
Özay Şendir
‘Diyalektik bir şey’ olarak Lozan tartışması...
16 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Sosyolojik hatalar!
16 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Sanatçılar ‘Terörsüz Türkiye’ istemiyor mu?
16 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Krizler, görüşmeler ve sonuçları
16 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
İttifak’ta görüş ayrılığı çıkmadı
16 Mayıs 2025