Çetin Yetkin’in “Ben Bir Türk’üm” adlı kitabı özellikle bu günlerde okunmaya değer... Diyor ki:
- Türküm diyecek olursanız sizi şovenizmle suçlamaya kalkışanlar kol geziyor. Ama Kürdüm, Ermeniyim demek insan haklarının gereği sayılıyor. Bir tek Türkler için bu “insan hakkı” yok...
Cumhuriyet öncesinde durum aynıymış... Neden mi? Kitaptan okuyoruz:
“Osmanlı Devleti’ni Türkler kurmuş olduğu için, köküne yabancılaşan bu devlette Türkler kalkıp da ‘Bu devlet bizim devletimizdir’ filan diyecek olurlarsa, öteki uluslar ve etnik gruplar da kendi devletlerini kurmak amacı ile Osmanlı’dan kopacaklarından korkulduğu için, Türkler’in Türk olarak devlete sahip çıkmaları engellenirdi. Buna karşılık, öteki ulus ve etnik gruplar devletten kopmasın diye, onlara Türkler’in sırtından ayrıcalık üstüne ayrıcalık tanınırdı...”
Ziya Gökalp daha net ve kısa anlatıyor durumu:
“Bu milletin yakın zamana kadar kendine mahsus bir adı bile yoktu. Tanzimatçılar ona: ‘Sen yalnız Osmanlısın. Sakın başka milletlere bakarak sen de bir milli ad isteme! Milli bir ad istediğin dakikada Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına sebep olursun’ demişlerdi. Zavallı Türk, vatanımı kaybederim korkusu ile, ‘Vallahi Türk değilim’ demeğe mecbur edilmişti.” (Türkçülüğün Esasları, Varlık yayınları, s. 34)
Döndük dolaştık... Aynı yere mi geldik? Hayır... Arada Anadolu ihtilali var. Cumhuriyet devrimleri var... “Türk” ortak adı çevresinde kurulmuş bir ulus ve birlikte yaşanmış 86 yıl var. Eşitsizlikler, haksızlıklar vardır, giderilir. Çağa ayak uydurulur. Ama tekrar geriye gidemeyiz...
“Demokratik açılım” için “Devlet kadrosu” kuruluyormuş.
Teknik direktör demokrat değilse bütün bunlar boşuna gayret...
Haldun Ertem
85 kuruş için...
Avukat Mustafa Adıgüzel, müvekkili hakkındaki bir kararla ilgili olarak Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne başvuruyor, bilgi istiyor.
Emniyet Müdürlüğü’nden arka arkaya üç kez telefon edilerek avukat Adıgüzel’in oraya gelmesi isteniyor.
Avukat Adıgüzel Emniyet Müdürlüğü’ne gittiğinde kendisine bir yazı veriliyor. Yazıda 85 (yazıyla seksen beş) kuruşu İçişleri Bakanlığı’nın 894644 sayılı Posta Çeki Hesabı’na yatırması halinde talebin karşılanacağı yazılı. 85 kuruş yatıyor, bilgi kısmen de olsa alınıyor. 85 kuruş için onca telefon.. Kaybedilen onca zaman... Akıl alır gibi değil...
İkramiye yatmadı
Kamuda çalışan işçilerin, 30 Haziran 2009 tarihinde hesaplarına yatması gereken 13 yevmiye tutarındaki ikramiye hâlâ yatmadı...
Hükümetten bu konuda bir açıklama da yok...
İşçiden her ay aidat toplayan Türk - İş de bu konuya sessiz kalıyor; ne ikramiyelerin ödenmesini talep ediyor ne hükümete konuyu soruyor...
Konfederasyonlar işçi paralarına hükümetin el koymasını da hafif mızıklamalarla geçiştirdiler. Kanun çıktıktan sonra tepki gösteriyorlar. Ya da gösterir gibi yapıyorlar. Dostlar alışverişte görsün.
Üçüncü köprü...
3. köprünün güzergâhı sır gibi saklanıyordu. CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin, Tarabya ile Beykoz arasında olacağını açıklayınca bir anlamda resmiyet kazandı. Kadir Topbaş, Tekin’i doğrulamak zorunda kaldı. Bu arada Topbaş’ın ağzından güzergâhın nasıl belirlendiğini de öğrenmiş olduk. Şöyle dedi:
“Üçüncü köprünün yapılacağı güzergâhı sayın başbakan, ben ve Ulaştırma Bakanı helikopterle gezerek belirledik.”
Ne bir ön hazırlık... Ne ulaşım ve şehircilik uzmanlarıyla çalışma... Ne üniversite ve meslek odalarına danışma... Ne İstanbullulara nezaketen dahi olsa, siz ne diyorsunuz diye sormak... Havadan şöyle bir bakıp güzergahı saptamış beyler!..
İstanbul’da uzunca bir süredir “Ulaşım Ana Planı” çalışması sürdürülüyor. Uzmanlar en iyi ulaşım planını yapmaya çalışıyor. Ama o planda böyle bir köprü öngörülmüyor. Koruma Kurulu olup bitenden habersiz... Değil İstanbul gibi dünya çapında bir metropol, küçük bir Afrika kenti bile bu kafayla yönetilmez. Kenti yağmalatmak için çöl bedevilerini getirseniz onlar bile daha saygılı davranır bu güzelim kente... Yazık günah...
Defokrasi olmasın!
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ açılım konusunda demiş ki:
“Bugün gündemde yer teşkil eden pek çok konu, Türkiye daha demokratik yüksek standartlara ulaşmadıkça anlamını giderek yitirecek... Demokratikleşme sürecini canlandırmak için bireysel hak ve özgürlükler, Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası, yargı reformu öncelikli olarak ele alınmalıdır ve toplumsal uzlaşmayla gerçekleştirilmelidir.”
Açılımın bam teli de burası...
Bir ülkede demokratik açılım tüm toplum için yapılır... Demokrasi yoksa.. İnsanların telefonları dinleniyor, yargıçlar baskı altında tutuyor, partizanlık zirveye ulaşıyor, toplum liderin iki dudağı arasından yönetiliyorsa... Kimin için hangi açılımı yapacaksınız? Ülkenin tümünden esirgediğiniz demokrasiyi bir bölümüne mi vereceksiniz? Kürtler demokrasi içinde, Türkler dinci faşizm altında mı yaşayacak?
Yarım demokratik açılım olur mu?
Özay Şendir
‘Diyalektik bir şey’ olarak Lozan tartışması...
16 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Sosyolojik hatalar!
16 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Sanatçılar ‘Terörsüz Türkiye’ istemiyor mu?
16 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Krizler, görüşmeler ve sonuçları
16 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
İttifak’ta görüş ayrılığı çıkmadı
16 Mayıs 2025